Güncelleme Tarihi:
Baştan beni uyarıyor; “’Denize karpuz kabuğu düşmeden Fedon düştü mü?’ esprilerine takılıp kalmayalım. Ben ondan çok daha fazlası, çok yönlü, çok hikayesi olan biriyim…” Gerçekten de hikayesi maceralarla dolu! Hareket daha kendi doğmadan başlıyor… 1940’ların İstanbul’undayız. Üsküdar’ın bıçkın delikanlılarından, terzi çırağı Niko, bir misafirlikte görüp beğendiği Paris’te okumuş Mari’ye aşık oluyor. Ancak Niko Rum, Mari Ermeni ve kız tarafı bu mürüvvete karşı... Bunun üzerine Niko, bir akşam Mari’yi at arabasıyla kaçırıyor! Mari’nin yedi erkek kardeşi ertesi gün Üsküdar’da Kalyoncu ailesinin kapısına dikiliyor. Gelenlerden biri de meşhur oyuncu Nubar Terziyan… Sonunda iş tatlıya bağlanıyor ve Niko ile Mari evleniyor. İki çocukları oluyor. Abla Madlen’den sonra Fedon Kalyoncu 19 Ağustos 1946’da Üsküdar’da dünyaya geliyor.
KİLİSE KOROSUNDAYDIM
Bir süre Üsküdar’da yaşadıktan sonra aile Beyoğlu’na taşınıyor. Fedon, çocukluk günlerini şöyle anlatıyor: “Tarlabaşı’nda Kalyoncu Kulluğu Sokak’ta otururduk. Geleneklerin önemli olduğu çok güzel bir aile ortamıydı. Baba eve girmeden bizim evde olmamız gerekirdi. Baba kapıyı çaldığında koşup terliklerini getirirdik. Baba sofraya oturunca sofraya oturulurdu… Annemin babası olan dedem babamı çok severdi. Akşamları rakısını alır bize gelir ve keman çalardı. Ben Rumca’dan önce Türk sanat müziğini öğrendim. Annemin ve ablamın sesi de çok güzeldi. Masada muhabbet, sohbet, müzik alışverişi olurdu... Benim de sesim fena değildi. Her pazar kiliseye gidilirdi. Ben kilise korosundaydım. O dönemin Beyoğlu’nda sevgi, saygı, korumak, kollamak vardı.”
SUBAY OLMAK İSTİYORDUM
Fedon, önce Fener Rum Okulu’na yazıldı ama daha sonra eve yakın diye Zografyon Rum Okulu’na geçti. Kolay bir öğrencilik hayatı olmadı… Fedon, “Okula başladığımda hiç Rumca bilmiyordum. Yarı Ermeni olduğum için de başlarda çok aşağılandım. Bu sebeple küçücük Fedon devamlı tartışmalarda, kavgalardaydı…” diye anlatıyor: “Sonunda bir hocamız beni himayesine aldı. Cin gibi olup, beni beğenmeyenlerin hepsini geçtim! Yaramazdım. Ders çalışmazdım ama hiç sınıfta kalmadım. Bir günde, bir ayda çalışmak gerekeni toparlardım. İdealim deniz subayı olmaktı çünkü yazları Büyükada’da oturuyorduk. Heybeliada İskelesi’ne vapur yanaşıp da okulu gördüğümde tüylerim diken diken olurdu. Halen de oluyor! Ama 1962 yılında bir kanun çıktı; lise mezunları artık subay olamıyordu… Deniz Harp Okulu’na müracaat ettim. Üniforma giyme hayalim suya düşünce okuma hevesim de kalmadı. Okulu bıraktım. Bunun için de gözüm açık gideceğim… Halen içimde uktedir.”
TRENE BİNDİM, BEYRUT’A GİTTİM
İtirazlara rağmen okulu bıraktı. Fotoğraf çekmeye meraklıydı. O dönemde de Türkiye’de renkli film laboratuvarları açılmaya başlamıştı. Fedon devam ediyor: “Tanıdıklarla kapağı ‘Feranya Kolorfilm’e attım. İşte çok başarılı oldum. İstanbul’da havam arttı! Ancak bir gönül meselesi oldu ve ülkeyi terk etmeye karar verdim. Yurt dışındaki tüm akrabalarımıza mektup yazdım, hiçbirinden cevap gelmedi.
Sonunda çalıştığım şirketin Beyrut temsilciliğinden çağırdılar. Sene 1965, yılbaşı gecesi saat 12.00’de Haydarpaşa’dan trene bindim. Bir buçuk gün sonra Beyrut’taydım. Orada da işte çok başarılı oldum ama aklımda hep kırık kalbim vardı. 11 ay sonunda cebimde parayla Türkiye’ye döndüm. Burada hava yapmaya başladım; parlak çizimli kıyafetler, Nişantaşı’nda geziyoruz… Fakat baktım gönül isteklerim yine gerçekleşmiyor askere gittim. Kaostan kaçmak istiyordum. Dönüşte de bir aile dostumuzun 17 yaşındaki kızıyla evlendim. İki çocuğumuz oldu. Çeşitli badirelere rağmen 53 yıldır evliyiz.”
‘BEN TERZİ FEDON!’
İş aradığı dönemler... Sevdiği iş ‘görsellik’ti. Fotoğraf laboratuvarından tanıştığı görüntü yönetmeni Kaya Ererez’in yanında Yeşilçam’da çalışmaya başladı. Kameramanlık yaptı, Fikret Hakan gibi oyuncularıyla çalıştı, Hülya Avşar’a kostüm değişimi sırasında havlu tutarak paravanlık yaptı, Yılmaz Güney’le film çekti. Ancak içindeki ‘yaramaz’lık devam ediyordu. Yuvasının yıkılmaması için işten ayrıldı. Bir süre gece tavernalarda ‘şip şak fotoğrafçılık’ yaptıktan sonra babası yardım eli uzattı. Fedon devam ediyor: “Beraber çalışmayı teklif etti. Babam beni ezdirmeden yanına aldı. Top top kumaş taşır, tela keserdim. İşi sevmiyordum ama cebime para giriyordu. Yine havalı gömlekler, yılan derisi ayakkabı ve son model arabamla geziyordum. Soranlara ‘Kalyon Konfeksiyon’dan terzi Fedon!’ diyordum. Üç yıl sonra atölyeyi fabrikaya döndürdük.”
ŞARKICIYA ‘KLARK’ ATIYORDUM
Kendi deyimiyle “Para yağıyordu!” İşten sonra gece gezme mesaisi başlıyordu. Anlatıyor: “Pangaltı’nda Mandra Taverna vardı. En çok oraya takılıyordum. Şarkıcı bayan vardı, ona ‘klark’ atıyorum, kılık, kıyafetler… Orada Hakan diye hocam, oğlum, vefa borcumu ödeyemeyeceğim buzuki çalan bir çocuk vardı. Samimi olduk. Ben masadan mırıldanırken, bir gün ‘Ağabey bir şarkı okusana’ dedi. Önce utana sıkıla, şakayla söylemeye başladım. Hakan oradan ayrılmaya karar verince, ‘Bende para var, gel bir yer açalım’ dedim. Sevdiğim tarz tavernaydı; kalkayım, sirtaki, zeybek oynayayım… Şarkı söylemek için Yunanistan’dan birilerini getirmek istedik. Yunan kadınlar çok para isteyince Hakan, ‘Şarkıları sen söyle’ dedi. Ben “Oğlum ben iş adamıyım, yanıma ulaşabilmek için iki sekreterden geçiyorsun, nasıl olacak!” dedim ama beni gaza getirdi! Başlarda duyurmadık. Millet ‘Hurraaaa!’ diye bize akın etmeye başladı. Beni ertesi sabah gözlerim kan çanağı ofiste gören müşteriler, ‘Sizi bir yerden tanıyoruz ama…’ diyorlardı. Kimileri ‘Herif dünkü terzi, şuna bak’ derken Allah bana ‘Yürü ya kulum’ dedi.”
VE TAVERNALARDA FEDON FIRTINASI...
Ve böylece ‘taverna müziğinin kralı Fedon’ fırtınası başladı… Fabrikadaki işi bıraktı. Gazeteye, ‘Açıldık, dostlarımızı bekleriz…’ diye ilan verdi. Sosyetenin en ünlü isimleri artık Zorba’daydı. Mekana rezervasyonlar ancak üç ay önceden yapılabiliyordu. Meşhur mekan patronları, “Kimmiş ulan bu Fedon! Burası da neresiymiş!” diye homurdanmaya başladı… Peki başarının sırrı neydi? Fedon, “Ayırt edici özelliğimiz Fedon’un olmasıydı” diye yanıtlıyor: “Ben hem assolist, hem patron, hem şef garsondum… Oraya sanatçı değil bizzat müşteri masasından geldiğimden tüm ihtiyaçları çok iyi biliyordum. Herkesi kapıda karşılıyordum. Bir yandan peyniri kontrol ediyorum, mutfağa giriyorum… Repertuvarı Hakan’la gırgırla hazırlardık; ‘Şu şarkıyı biliyor musun? Hayır. Neyse eline yazarsın sözleri!’ diye… İstanbul’un genelinde Yunan müziğine sevgi hep vardı. Müşterilerin de dörtte biri Rum’du. Bu fırtınayla başka tavernalar ve Fedoncuklar da çıktı ama beni yıkamadılar. Zorba Taverna dokuz sene devam etti. Sonra Suadiye’de oğlumun mekanlarında devam ettim; ekstralar, yurt dışı turneler...”
‘AŞIĞINIM FEDON ABİ’
Masada otururken, fotomuhabiri arkadaşım Levent Kulu fotoğraflarını çekerken Fedon’a muazzam ilgi var. Bu sevginin sırrı nedir? Gülerek, “Beni sevmeyen ölsün!” deyip şöyle yanıtlıyor: “25 yıldır albüm yapmıyorum, televizyonlara çıkmıyorum... Buna rağmen bir sürü iş teklifi geliyor. Üç nesil büyüttüm, her kesimden hayranım var; Fedon Ağabey, Fedoncuğum, Fedon Amca diye… Bazen ismimi hatırlayamıyorlar, ‘Aşığınım Ağabey, nasılsın!” diye yanıma geliyorlar. Sevildiğimi biliyorum. Zaten bu işin bana en büyük kazancı sevgi. Yoksa parayı her şekil bulurum. Bunun sebebi de işimi çok iyi yapmak. Sahnede salonu elime alırım, koklarım… Kimin neye ihtiyaç duyduğunu hemen anlarım. Fedon sesle adam olmadı; saygısı, işini doğru yapması, iyi idare etmesiyle Fedon oldu. Sevilmenin verdiği moral da bana çok iyi geliyor. 75 yaşındayım. Hiçbir estetiğim yok. Yaşımı, kendimi seviyorum ve bütün yaşanmışlıklara, her şeye şükrediyorum.”
40 DERECEDE BİLE SAHNEDE CEKETLE
Fedon, taverna işine ilk başladığında eniştesi onu, “Sen asabi adamsın, yapamazsın!” diye uyarmış. Haksız da çıkmamış. Fedon onu en çok kızdıran şeyleri şöyle anlatıyor: “Adamın biri bir gün ‘Yeter hep Rumca Rumca!’ dedi. Sen gelmişsin Rum tavernasına, Rum şarkıcı dinlemeye, o zaman niye geliyorsun! Sahnede idare edip sonra dışarıda kavga çıkarmışlığım vardır. Hakkımı ararım. İşimi saygılı yaparım, bu saygının yarısını da karşıdan beklerim. 1987’de başladım ve bugüne kadar yaz, kış demeden sahneye hep ceketle çıktım. Eğer bu adam 40 derece havada kostüm kravat sahneye çıkıyorsa sen de karşımda bacaklarını açarak oturamazsın. Beni beğenmiyorsan gidebilirsin ama sırtını dönemezsin.”
‘BU GÖBEKLE NİYE SLİP GİYİYORSUN’ DİYENLERE...
Fedon diyor ki: “Göbeğim sarkmış, denize girerken neden slip mayo giyiyormuşum? Ben 75 yaşındayım, sarkabilir! Fedon, slip mayo giyerek doğrusunu yapıyor. Şortla denize girilmez. Birçok ülkede şortla havuza da sokmazlar sizi. Denize gireceksen mayo giyilir, mayo da budur. Mayo giymeye devam edeceğim!”
HAVAYI SEVERİM
Fedon, “Havayı severim. Renkli giyinmeyi severim, arabamın renklerini bile ona göre seçerim… En büyük hobilerim motosiklet, deniz motoru ve araba. Vücudumda kırık olmayan yer yok. Oğlum da bana benziyor, hız seviyor” diyor. Oğlu ve menajeri Theo gençlerin Fedon’u bir ‘idol’ olarak da çok sevdiğini ekliyor: “Herkesin istediği bir yaşam tarzına sahip; ona, ‘Senin yaşında böyle olmak istiyoruz’ diyorlar.” Mekân: Moyo Beach, Torba...
KIBRIS’TA BARIŞ ELÇİSİ
“1991’de beni Kıbrıs’a davet ettiler. 1974’ten sonra oraya bir Rum girmemişti… Gitmeden ‘Rumlar seni vuracak’ diye uyardılar. Denktaş “Seni dost ve barış elçisi olarak ağırlıyoruz” dedi ve beni evinde misafir etti. O benim hayatımın dönüm noktasıydı. Yunanistan da Abdi İpekçi Dostluk ve Barış elçisi yaptı, “Türkiye’de bu tavernacıdan başkasını bulamadınız mı!” diyenler oldu…”
ABLAMA ŞARKI YAZDIM
“Ablam Madlen, benden iki yaş büyüktü ve benim hep koruyucumdu; derslerimde, özel hayatımda, parasız kaldığımda… Onu 44 yaşında kaybettik. 1991’de onun için acemice karaladığım bir şarkı Türkiye’de iki milyon sattı. Şarkının ismi: Senin İçin.”
TABAK KIRMAK NEREDEN ÇIKTI?
Tavernalarda neden tabak kırılır? Fedon: “Tabak kırmak Yunanistan’da bir nevi millete para harcatmanın yoluydu. Müşterinin istediği şarkıyı söyleyen sanatçıyı onore etmek için böyle bir icat çıkardılar. Bu akım 70’lerde başlamıştı. Façoli, Mandra gibi yerlerde yapılıyordu ve ondan bir sektör ekmek yiyordu.”