Güncelleme Tarihi:
Â
DENİZKIZI'NIN GÖZYAŞLARI
|
Sevgili Fatih;
Kendimi çok üzgün hissediyorum. Çünkü Sadun Abi'nin Denizkızı ağladı ve ben hâlâ bir şey yapabilmiş değilim.
Bir arkadaşım bir gün şöyle demişti: "Biz sadece Barbaros'un torunları değil, aynı zamanda Sadun Boro'nun çocuklarıyız da…" Dünyayı yelkenliyle dolaşan bu büyük Türk denizcisi, 1968 yılında tamamladığı efsanevi seyahatinin ardından Gökova'ya yerleşti. Sonbaharda yolu Gökova'ya düşenler, kurt denizcinin teknesi Kısmet'in Okluk Koyu'ndaki 'sekiz numaralı' çam ağacına bağlı olduğunu görürler.
Gökova'ya ilk defa gelen biri, "Kitaplarda tarif edilen cennet herhalde böyle bir yer olmalı…" diye düşünür. Haksız da sayılmaz. Burada doÄŸa bile kendi güzelliÄŸine inanamaz. Koylar mavi ve yeÅŸilin sadece buraya ait olan tonlarına bürünmüştür. Yüksek tepelerden sahile inen çam aÄŸaçları boyunlarını denize doÄŸru uzatmış, suyun aksinde kendi güzelliklerini seyreder. Lacivert sulara bakınca insanın aklı karışır, bu dünyaya balık olarak gelmediÄŸine hayıflanır. Su kenarında kahvaltısını yapan biri ekmeÄŸini sakin sularda oynaÅŸan balıklarla, ahtapotlarla paylaşır.Â
Bilmeyenler Okluk'a girerken burundaki bir kayanın üzerinde oturan, uzun saçları göğsüne düşmüş denizkızını görünce şaşırırlar. Denizkızı pullu balık kuyruğunu hafifçe yana uzatmış, hülyalı bakışlarla çevresini seyrediyordur. Sadun Boro'nun yıllarca kendisini ve Kısmet'ini koynunda barındıran Gökova'ya bir armağanıdır bu Denizkızı. Üzerinde oturduğu kayada kendi hayat hikayesi kazılıdır:
"Bu Denizkızı düşlerini süsleyen cennete erişebilmek için, nice engin denizler, ufuklar aştı… Kıtalar, adalar, koylar dolaştı… Ta ki Gökova'ya ulaşana kadar…"
AH GÖKOVA
Sadun Boro dostlarına Denizkızı'nın kendisine verdiği sözü naklederken: "O Tanrı'nın bizlere emanet ettiği bu dünya cennetini bozmadığımız, kirletmeyip koruduğumuz sürece aramızda yaşamaya söz verdi." der ve ekler: "Aman O'nu bir gün gene yollara düşmeye mecbur etmeyelim."
Ancak Denizkızı'nın bu günlerde pek mutlu olduğu söylenemez. Çevresindeki ormanların yanışına, etrafında yüzen çöplere, yaz aylarında tur teknelerinden gelen gürültülere katlandığı yetmiyormuş gibi, son zamanlarda daha kötülerine de şahit oldu.
Dört yıldır bu sularda olduğum için çevrede olup bitenden haberdarım. Maalesef Gökova koylarından rant sağlamak üzere gene planlar yapılıyor. Bazıları siyasi nüfuzlarını kullanarak, kitabına uydurup henüz "inşaatçı eli" değmemiş bu koyları kapatmak istiyor. Ancak bu sahillerin kıymetini bilenler de var. Onların tek isteği Denizkızı'nın küsüp bu suları terk etmemesi. Kendi çocuklarının da bu güzellikleri yaşayabilmesi. Bunun için de her şeyi yapmaya hazırlar.
Fakat Denizkızı'nı ağlatan pusuda bekleyen bu tehlikeler değildi. Kendine balıkçı adı veren vicdansızlar ağlattı onu. Ne yazık ki ben de tanık oldum bu acı olaya. İnsan ekmeğini denizden çıkaranların Gökova'ya sahip olacağını sanıyor. Ama gerçek bazen tam aksi oluyor. Bu kış Okluk'a geldiğimde 'sekiz numaralı' çam ağacı boştu. Kısmet yıllık bakım için karaya çekilmişti. Ben de Uzaklar II'yi bir süreliğine oraya bağladım. Bir sabah yakıt ikmali bahanesiyle koya bir trol teknesi geldi. Aslında burası trollere yasak bölgedir.
SAHÄ°L GÃœVENLÄ°K NE YAPSIN
Gökova'da iki grup balıkçı bulunur. 7- 8 metrelik ufak kayıklarıyla voli yapan, parakete döşeyen, sırtı çekenler ki, onlar buranın yerli balıkçılardır. Tuttukları balık sınırlıdır. Genellikle karı koca çalışırlar. Karısı dümende durur, erkek baştan ağı toplar. Bir de mürettebatlı büyük tekneler vardır. Trol çeken tratalar ve gırgırlar Bodrum'dan, Marmaris'ten hatta Karadeniz'den gelirler. Ancak bu teknelerin av sahası belirlenmiştir, her yerde avlanamazlar. Mesela troller sahile en fazla 1.5 mil yaklaşabilir. Ayrıca yerli balıkların zarar görmemesi için Teke Burnu ile karşısındaki Ören arasındaki hattın doğusunda çalışmaları kesinlikle yasaktır.
 Yasak bölgeye girenlerin korkulu rüyası, saatte 40 mil hız yapabilen Sahil Güvenlik botlarıdır. Bu botlardaki denizciler herhalde Türkiye'de işini severek ve hakkıyla yapan devlet görevlilerinin başında gelir. En kötü havalarda bile denize çıkmaktan çekinmediklerini ben kaç kere gördüm. Kendileri de denizci olduğundan denizin, doğanın kıymetini bilirler. Yakaladıkları kaçakların gözünün yaşına bakmaz, en ağır cezaları yazarlar. Ancak bazı korsanların Sahil Güvenlik teknelerini gözetleyen 'erketeleri' vardır. Sahil Güvenlik botu limandan çıkınca 'erkete' cep telefonuyla denizdeki suç ortağına haberi uçurur.
DENÄ°Z BARBARLARI
Okluk Koyu'na giren trol koyun ortasında ağlarını indirdi. Karadan birkaç metre açıktan, sahil boyunca trol çekmeye başladı. İnanılır gibi değildi ama dünyanın en güzel yerinde, üstelik 1. Derece Doğal Sit Alanı ve aynı zamanda Özel Çevre Koruma Alanı olan bölgenin tam kalbinde bir katliam yaşanıyordu. İsmi "İsmail Kaptan" olan tekne koyun dibini kazıyordu. Hem de Denizkızı'nın birkaç metre önünden geçerek. İçim acırken merak ettim; o teknenin mürettebatı acaba o kayanın üzerinde sessizce oturan Denizkızı'nın gözlerine bakabildi mi, diye. Eminim ki baksalardı onun gözündeki yaşı görecek, yaptıkları işten utanacaklardı. Belki de o zaman o vakte kadar boş yere taşıdıkları yürekleri sızlar, insan olduklarını hatırlarlardı.
Bir kaptanın kaptanlık sıfatının üstünde yazmasından utanç duyacağı "İsmail Kaptan" adlı tekne işi bitince gelip, demirlediğim yerin tam karşısındaki tahta iskeleye yanaştı. Korsanlar ganimetlerini karaya çıkardılar. Bu inanılmaz olaya şahit olan balıkçılar çoktan Sahil Güvenlik'i arayıp şikayetlerini iletmişlerdi. Ancak neredeyse karada cereyan eden bu hadisede Sahil Güvenlik'in yapabileceği fazla bir şey yoktu. Suç hemen işlenmiş ve daha onların gelmesine fırsat kalmadan suç delili balıklar karaya çıkmıştı bile. Olay artık Jandarma'nın sorumluluğuna girmişti.
Jandarma ekipleri kaçakların minibüsünü İzmir yolunda durdurdu. Ancak onların da yapabileceği fazla bir şey yoktu. Minibüste 80 kasa balık bulunuyordu ama balıkların üzerinde tutuldukları koyun ismi yazmıyordu! Aynı balıklar yasal av sahasında da tutulmuş olabilirdi. Jandarma minibüsü serbest bırakmak zorundaydı.
Bu olay en çok da o sularda avlanan yerli balıkçıları etkilemişti. Avladıkları balıklar yuvaları, yavruları ve yumurtalarıyla birlikte yok olmuştu. Suyun altındaki hayatın eski haline gelmesi çok zaman alırdı. Bu da uzun bir süre evlerine daha az para götürmeleri demekti. Ama gözü dönmüş korsanların keyfi yerindeydi. Yaptıklarının yanlarına kâr kalmasının cesaretiyle birkaç gün sonra geri döndüler. Üstelik bu sefer üç tekne olarak.
KORSANLAR CUMHURBAŞKANLIĞI KÖŞKÜNDE
Şimdi gelelim olayın en acıklı kısmına. Trol çekilen yerin birkaç yüz metre ilerisinde Cumhurbaşkanlığı Köşkü bulunuyor. Köşk bir jandarma birliği tarafından korunuyor. Sahildeki gözetleme kulübelerinde bekleyen nöbetçiler koyu 24 saat gözetim altında tutuyorlar. Ve bu olay işte böyle bir yerde gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün hemen önünde, neredeyse plajında korsanlar trol çekiyor. Türkiye Cumhuriyet'inin kanunlarının çiğnenerek suç işlendiği yer, gözlerden uzak ıssız bir köşe değil. İnanılır gibi değil ama suç mahalli Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün plajı! Ve suçlular işlerini bitirdikten sonra ellerini kollarını sallayarak gidiyorlar. Hem de en kısa zamanda tekrar gelmek üzere.
Eğer bu kadar acı bir olay karşısında kimse bir şey yapamıyorsa, kimsenin yetkisi yoksa ne olacak? Kime güveneceğiz, neyi bekleyeceğiz. Poseidon'un denizin derinliklerinden çıkıp, üç dişli mızrağıyla deniz katillerinin teknesini batırmasını mı?