Demokratörlük rejimi

Güncelleme Tarihi:

Demokratörlük rejimi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 18, 2006 16:13

Eski saflığımızdır bizim. Kırk yıl kadar (daha) önce, Meşrutiyet ilan edildiğinde de ‘Hürriyet geldi’ diye sokaklara dökülmüştük.

Babamın sözüdür, “Bir ülkede demokrasi olaması için, birden çok partinin seçimlere girmesi yetmez, seçim kazanabilecek en az iki partinin varlığı gerekir”.

Yani ‘alternation’ (değişim, birbirinin yerini alma, sıra ile iktidara gelme) mümkün olmalı, siyasi örfe girmeli, iktidar ile muhalefet ilişkisi ‘altercation’ (kavga, ağız dalaşı) ile sınırlı kalmamalı...

27 Mayıs darbesi, Demokrat Parti seçimi kaybedip gidemediği, CHP seçimi kazanıp gelemediği için yapılmadı mı?

Rejimin temsilcisi ve savunucusu olduğunu iddia eden CHP’nin seçimle iktidara gelemeyişi, Türkiye’de ciddi bir çarpıklığa sebep olmuyor mu? Rejimi temsil eden ve savunan parti muhalefette, rejimi değiştirmeyi düşündüğü iddia edilen parti(ler) iktidarda. Çünkü, ta Serbest Fırka denemesinden beri biliyoruz ki, halk, Cumhuriyet Devrimleri’ni benimsememiş, her fırsatta dine ve dincilere taviz veren sağcı partileri iktidara getirmiştir.

Türkiye’de iktidar olmanın birinci şartı SAĞCI ve tutucu olmaktır. (Bu tutuculuk spektrumu geniştir, merkezden gericiliğe kadar uzanır...)

Böyle olunca da ‘rejimi daima muhalefette olan rejimi’, halka ve onun temsilcilerine karşı korumak da, rejimin temel direği olan ‘seçilmemiş’ zinde güçlere kalmakta.

*

‘İsim babası’ İsviçreli politilog (ve Ekvador Ginesi uzmanı) Max Liniger-Goumaz diye bilirdim, Hırvat yazar Pedrag Matvejevitch ‘Sovyet baskısından zar zor kurtulan Doğu Bloku ülkelerinin durumunu tarif etmek için (ben) uydurdum’ diyor... (Le Monde des Livres, 7 nisan)

Démocrature’ kelimesinden bahsediyorum, ‘demokratörlük’ diyelim biraz daha Türkçe olsun, demokrasi ve diktatörlük kelimelerinin karışımı, ‘demokrasi karikatürü’ bir anlamda. (Daha ileri gidip, bu terimi ‘demokrasi maskesi altındaki diktatörlük’ şeklinde anlayanlar da var. Ben birinci tarif üzerine düşünmeyi sürdürüyorum.)

“Berlin Duvarı’nın çöküşünün ve getirdiği değişikliklerin yaratacağı değişimin bu kadar uzun süreceğini kimse tahmin edemedi” diyor Matvejevitch. “Demokrasi ilan etmek, parti programlarına ve anayasaya yazmak kolay. Ama bu, totaliter rejimlerin - muhtelif baskılar ve engellemeler şeklindeki - mirasını ortadan kaldırmaya yetmiyor. Doğu Avrupa’da demokrasiyle diktatörlük karışımı melez rejimler ortaya çıktı. Neticeleri farklı olabiliyor, şekil ve muhtevası birbirine zıt olabiliyor, gerçeklerle adalet her zaman kesişmiyor, bu da türlü türlü krize hatta çatışmaya sebep oluyor.”

(Yazar bir konuşmasında yer alan ‘Taliban’ benzetmesi sebebiyle Hırvatistan’da 5 ay hapis cezasına çarptırılmış. Durumunu Orhan Pamuk’a benzetiyor. Bundan aşağıda, ayrı bir yazıda bahsedeceğim.)

*

Bu ‘iki arada, bir deredelik’ Türkiye’nin kaderi galiba.

Mesela, demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ birinci şartı: LAİKLİK.

Bildiğim, Türkiye (Fransa ile birlikte) anayasasında ‘laiklik’ kuralı olan iki ülkeden biri.

Türk hukukunda laiklik önce Medeni Kanun’da, 1928’de de Anayasa’da yer aldı.

Aradan neredeyse 80 sene geçti, biz anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ikinci maddesinde yer alan ‘LAİKLİK’ kelimesini - bırakın tarif edip bir mutabakat sağlamayı - tartışmaktan bile aciziz.

Laikliği ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ diye tarif edip, bir yandan da Diyanet İşleri Başkanlığı ve sair kurum ve yollarla, dini devletin denetiminde tutuyoruz, sıkı sıkı.

Niye? Çünkü rejimimize güvenmiyoruz. Gericiliğin ve şeriatçılığın Devlet’i ve toplumu ‘ele geçirme’ niyetinden asla vaz geçmediği biliyoruz.

Yani laiklik ilkesinin, laikliği ortadan kaldırmasından endişe ederek, ‘sözde laik’ kalmayı yeğliyoruz.

Bu iki yüzlülükte, suç bizim kadar, hatta asıl, laikliği sürekli hedef alan ve tırtıklayan, devlete sızmaya çalışan dincilerde ve bunlara destek olan ‘inanan’ kalabalıklarda...

Baksanıza, Başbakan ve taifesi de - işlerine gelen şekilde - laikliği sadece din ve vicdan özgürlüğü şeklinde tarife çalışıyorlar. Özgürüm, aklıma eseni yapmakta serbestim... (Totaliter inançların, kelimelerin - kavramların içini boşaltmak, gömlek gibi tersyüz etmek alışkanlığı vardır. Özgürlükten ne anladıkları, türbanı ‘kadınlara özgürlük’ diye yutturmaya çalışmalarından belli mesela.)

Demokrasinin diğer şartı: ÖZGÜRLÜKLER

İnanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, ana dilinde eğitim-yayın özgürlüğü vd...

Tıpkı laiklik gibi, istiyoruz ama korkuyoruz.

Özgürlüğün, özgürlüğü ortadan kaldırmasından korkuyoruz.

Burada da kabahat, rejime sahip çıkanlar kadar, özgürlükleri sürekli kötüye kullanmaya niyetli olanlarda. Din konusunda dincilerde, etnik farklılıklar konusunda kürtçülerde...

Bu ‘demokrasinin olmayan olmazsa olmazları listesi’ böyle uzayıp gider.

Özetle diyebiliriz ki, demokrasinin demokrasiyi ortadan kaldırmasından endişe duyuyoruz.

Tarihi tecrübemiz o kadar da haksız olmadığımızı gösteriyor. ‘Değiştik’ diyen dincilere, ‘bölünmek istemiyoruz’ diyen kürtçülere inan(a)mıyoruz.

Demokrasi - laiklik - özgürlükler üzerinden kumar oynamak istemiyoruz.

Bir yandan da demokrasiyi kullanarak demokrasiyi, özgürlükleri bahane ederek özgürlükleri kısıtlayacaklar bahanesiyle, demokrasiyi askıya alıyor, özgürlükleri kısıtlıyoruz.

Ama sonuçta, (askeri-bürokratik düzenden kurtulmak için) demokrasi ve özgürlük, demokrasinin ve özgürlüğün yerleşmesi için olmazsa olmaz şart haline geliyor.

Ve biz, Türkiye, bu kısır döngüden bir türlü kurtulamıyoruz.

Öyle bir demokrasi ki halkın iradesinden korkuyor ve kendini haktan korumaya çalışıyor...

Yani DEMOKRASİMİZ ANTİ-DEMOKRAT!

Peki haksız mı?

Art niyetsiz - takiyesiz - gerçek demokratlar (yani demokrasiyi Şeriat’a dönmek yahut vatanı bölmek için binilip inilen bir ‘tramvay’ olarak görmeyenler) halkın iradesini, ‘gerçek’ demokrasiyi savunamaz hale geliyor. (-uz! Burada ‘biz’ diyorum gönül rahatlığıyla.)

Ve demokratörlük sürüp gidiyor...

Suçlu? Hepimiz. Ya da faili meçhul...

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!