Yargıtay Başkanı Osman Arslan, son günlerdeki gösterilere değinerek, “Hilafet çağrısı yaparak bu konudaki özlemlerini dile getirenler, ülkemizi ortaçağ karanlığına döndürmek emellerine ulaşamayacaklardır. Ayrıca, bağımsız Türk yargısının mahkum ettiği bölücülüğün lehinde hareketlerin başlamış olmasını da doğru ve ülke yararına bulmuyoruz” dedi. 2005-2006 Adli Yılı'nın başlaması dolayısıyla Yargıtay'da tören düzenlendi. Törene, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Devlet Bakanı Beşir Atalay, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Danıştay Başkanı Ender Çetinkaya, YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Haşim Kılıç, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Askeri yargının temsilcileri, bazı Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay ve Danıştay'dan bazı daire başkanları ve üyeler katıldı. Tören, saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın söylenmesinin ardında Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çok Sesli Korosu'nun kısa konseriyle başladı. YARGITAY'A YAPILAN ELEŞTİRİLER Yargıtay Başkanı Osman Arslan, yaptığı açılış konuşmasında, geçen bir yıl içinde Yargıtay'ın bir kısım basının ağır, yersiz ve insafsız eleştirisine uğradığını, Yargıtay'ın bu eleştirilerin hiçbirini hak etmediğini, öncelikle bu hususun açıklığa kavuşturulması gerektiğini söyledi. Yargıtay'ın, MİT ve bir organize suç örgütü lideriyle işbirliği yaptığı ileri sürülerek, bu konunun manşetlere taşındığını ve yayınların günlerce sürdürüldüğünü anlatan Arslan, organize suç örgütü lideri Alaaddin Çakıcı hakkındaki dava süreci hakkında bilgi verdi.Arslan, Çakıcı dosyasıyla ilgili özel bir işlem yapılmasının söz konusu olmadığını belirterek, şöyle devam etti: “İşbirliği ve ilişkiden söz edilebilmesi için suç örgütü liderinin korunması, onun yararına bir işlem yapılması veya onunla birlikte bir iş yapılması gerekir. Suç örgütü liderinin aleyhine karar veren bir kurumun onu koruduğu, himaye ettiği, onunla işbirliği yaptığı ve ilişki içinde olduğu kabul edilebilir mi? Böyle bir iddiayı akıl ve mantık kabul eder mi? Bu tür bir iddia, hangi vicdana sığar? Gerçeğin 180 derece tersine dönüştürülmesi nerede görülmüştür?” “YÜKSEK MAHKEME, HİÇBİR SUÇLUYLA ORGANİK BAĞA GİRMEDİ” Arslan, Yargıtay Başkanı ile Yargıtay kurumunu özdeş hale getirmenin doğru olmadığını ifade ederek, şöyle konuştu: “Bu davayla ilgili olarak Yargıtay Başkanı'nın, 1. Ceza Dairesi ile hiçbir görüşme yapmadığı, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından yapılan soruşturmayla sabit olmuştur. Esasen 1. Ceza Dairesi'nde yapılan işlemler ve verilen nihai karar da hiçbir etki bulunmadığı olgusunu açıkça ve kesin biçimde doğrulamaktadır. Yüce Yargıtay, bu sene 137. yılını yaşamaktadır. Bu uzun süre zarfında Yüksek Mahkeme, kurum olarak hiçbir suçluyla organik bağ içine girmemiştir. Yüksek Mahkeme'nin sıfatı, işlevi, çalışma tarzı ve karar mekanizması buna engeldir. Bir başka deyimle, suçluyla işbirliği eşyanın tabiatına aykırıdır.” Basın ve yayın organlarında açık veya örtülü bir biçimde Yargıtay'ın meslek taassubu ile hareket ettiğine ilişkin yayınlar yapıldığını, bunların da gerçeği yansıtmadığını anlatan Arslan, son dönemde bir Yargıtay üyesi hakkında dava açıldığını, bu davanın beraatle sonuçlandığını, 2 Yargıtay üyesi hakkında da disiplin soruşturması yapıldığını, bu üyelerden birine uyarı cezası verildiğini, görevden çekilmeye davet edilen diğerinin de emekliye ayrıldığını anımsattı. Arslan, açılan dava ve disiplin işlemlerinin Yargıtay'ın korumacı davranış içinde olmadığını kanıtladığını söyledi.“GÜNDE 2 BİN 187 DOSYA KARARA BAĞLANIYOR” Yargıtay'ın, iş yükü hakkında rakamlarla bilgi veren Arslan, Yüksek Mahkeme'nin yılda ortalama 200 gün çalıştığı dikkate alındığında, günde 2 bin 187 dosyanın karara bağlandığını söyledi. Arslan, “Dünyanın her yerinde 'adli hata' diye bir olgu vardır. Yargıtay tarafından karara bağlanan dosya sayısı dikkate alındığında kamuoyunda tartışma konusu yapılan karar sayısının çok düşük oranda olduğu görülmektedir” diye konuştu. İstanbul Barosu'nun 1999 yılında yaptırdığı “yargıda yolsuzluk olduğu iddialarını içeren” anketi, “tek yanlı, somut hiçbir dayanağı bulunmayan, objektiflikten uzak ve soyut kanaatleri esas alan, uydurma bir anket çalışması” diye değerlendiren Arslan, şunları kaydetti: “Hiçbir kimse ve hiçbir yayın organı, hakimleri ve yüksek yargıyı inandığı doğruları açıklamaktan ve bunlarının gereğini yapmaktan alıkoyamaz. Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, yargılananlar için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır.”
Atatürk'ün, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünden kimsenin kuşku duymaması gerektiğini vurgulayan Arslan, ”Cumhuriyet, Anayasa'da öngörülen nitelikleri korunarak yaşatılmalı, Cumhuriyet'in korunması ve yaşatılmasında yargının da taraf olduğu bilinmelidir” dedi. “TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR”
Aslan, son yıllarda demokratikleşme, insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması konularında, Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikleri ve iyileştirmeleri olumlu gelişmeler olarak değerlendirdi. “ANAYASA, YAMALI BOHÇA HALİNE GETİRİLDİ” Yapılan değişikliklerle, Anayasa'nın “yamalı bohça” haline getirildiğini belirten Arslan, “Anayasa'nın yargı bölümü de dahil olmak üzere yeni bir metin olarak düzenlenmesini gerekli görüyoruz. İktidar ve muhalefet partilerinin uzlaşı ile değişiklikleri gerçekleştirmiş olmaları, bu konudaki ümitlerimizi ve beklentilerimizi güçlendirmektedir. Bu yönde yapılacak çalışmalara, Yargıtay olarak her türlü destek sağlanacaktır. Bütünüyle yenilenmediği taktirde Anayasa'nın yargı bölümünde değişiklik yapılması gerekli görülmektedir” dedi. Arslan, hakimlerin görevlerinin adli ve idari diye bölünüp, idari görevleri bakımından Adalet Bakanlığı'na bağlanmalarının bağımsızlık ilkesi ile bağdaşmadığını kaydederek, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) bağlı Teftiş Kurulu oluşturulmasını, hakim ve savcıların denetimi ile haklarında inceleme ve soruşturma yapılmasının HSYK'nın izni ile Kurul'un müfettişleri veya kıdemli hakimler tarafından yapılmasını gerekli gördüklerini anlattı. Arslan, Avrupa Birliği'ne (AB) girmek isteyen Türkiye'nin, hukuk yönünden çağdaş ülkelerdeki değişim ve gelişime uymak zorunda olduğuna işaret etti. Türkiye'nin uluslararası topluluğun onurlu üyesi olduğunu ve demokratikleşme sürecinin devam ettiğini ifade eden Arslan, şunları kaydetti:“AB'ye girmek isteyen Türkiye, hukuk yönünden çağdaş ülkelerdeki değişim ve gelişime uymak zorundadır. Bu nedenle ülkemiz, uluslararası sözleşmelerin temel hükümlerini uygulamak durumundadır. Sözleşmelerdeki insan haklarıyla bağdaşmayan istisnai hükümlere sığınmak, izlenen süreçle bağdaştırılamaz. AB ile 3 Ekim 2005 tarihinde görüşme sürecine başlayacak ülkemiz, imzalamış olduğu tüm sözleşmeleri de Meclis onayından geçirmek zorundadır. Geçmiş uygulamalar bu doğrultudadır. Zira günümüzde birey hakları ön planda yer almaktadır. Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin 6 numaralı protokole ülkemiz tarafından çekince konulmuş, daha sonra Anayasa ve yasalardaki ölüm cezası kaldırılmıştır. AB ile bütünleşme sürecinde olan ülkemiz çağdaş hukuktaki değişim ve gelişimlerin dışında kalamaz.”Anayasa'da ayrıca organlar arasında üstünlük sıralaması bulunmadığının da kesin şekilde vurgulandığını ifade eden Arslan, ”Anayasa'nın açık hükmüne karşın, güçler arasında üstünlük iddialarının ileri sürüldüğü görülmektedir. Bu yöndeki tutum ve davranışları, doğru ve ülke yararına bulmuyoruz. Üstün norm olan anayasa kuralına, öncelikle devlet yetkisini kullanan organların ve kişilerin saygılı olması gerektiğini düşünüyoruz” diye konuştu. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 10, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 14 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHM) 6. maddelerinde, adil yargılanma hakkı için bağımsız ve tarafsız mahkemelerin varlığının temel şart olarak öngörüldüğünü kaydeden Arslan, teminatlı olmayan bir hakimin bağımsızlığından söz edilemeyeceğini, bağımsız ve teminatlı olan hakimin aynı zamanda tarafsız olması gerektiğini ifade etti. Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:“Hakim, yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız olmalı ve korunmalıdır. Toplu mahkemelerde hakim, diğer üyelere karşı da bağımsız olmalıdır. Hakimler, doğrudan veya dolaylı baskı, etki, tehdit ve teşvike kapalı olmalı, anayasa, kanun, hukuk ve vicdani kanaatlerine uygun olarak karar vermelidirler. Hakim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hakimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin, adalet dağıtması, temel insan hak ve özgürlüklerini koruması mümkün değildir.Hakim bağımsızlığı ve teminatına ilişkin hükümler, temel insan hak ve özgürlükleri ile doğrudan ilgili olduğu için uluslararası sözleşme ve bildirilerde yer almış ve korunmuştur. Ülkemizde yüksek mahkemeler yönünden, hakim bağımsızlığı ve teminatı tam olduğu halde yerel mahkemeler yönünden eksiktir. Hakim bağımsızlığı ve teminatı, hukuk devleti olmanın 'olmazsa olmaz' şartını oluşturmaktadır. Bağımsız, tarafsız, adil ve hızlı işleyen bir yargı, sosyal barışın, güven ve huzurun teminatı olduğu kadar, devletin de varlık nedenidir.” “DEVLETİN, DİNİ OLMAZ” Osman Arslan, devletin temel niteliklerinden birisinin laiklik olduğuna, Anayasa'nın başlangıç bölümü ile 2, 4, 10, 14, 15 ve 24. maddelerinde laiklik ile ilgili hükümlere yer verildiğine işaret etti. Anayasa'nın başlangıç bölümünde “laiklik ilkesinin gereğinin, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya karıştırılamayacağının” açıkça vurgulandığını ifade eden Arslan, Anayasa'nın 24. maddesinde, 14. maddede öngörülen kısıtlamalar dışında din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alındığını anımsattı. Yargıtay Başkanı Arslan, şöyle konuştu:“Laiklik, dinin devlet işlerine, devletin ise din işlerine karışmaması, her ikisinin birbirinden ayrılması anlamına gelir. Laikliğin bu tanımı, iki öğeyi içermektedir. Bunlardan birincisi siyasaldır. Laik devlette, yöneticiler dini, din adamları da devleti yönetemezler. Her ikisinin görevi, işlevi ve amacı farklıdır. Devlet bütün dinlere ve mezheplere karşı aynı mesafededir. Laikliğin ikinci öğesi ise din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alınmasıdır. Din ve mezhep farklılığı nedeniyle ayrım yapılması, kişilerin dini ibadet, ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması, ibadet yapmak isteyenlere engel olunması, kişilerin inanç ve düşüncelerinden dolayı kınanması, laik devlette cezai yaptırımlara bağlanmıştır. Tüzel kişi olan devletin, dini olamaz. Din ve inanç, gerçek kişilere özgüdür. Halkımızın kutsal din duygularını kötüye kullanarak, laikliği dinsizlik olarak göstermek ne kadar yanlış ise Cumhuriyet'e, Atatürk ilkelerine bağlı olan ve dini gerekleri yerine getiren kişileri dışlamak ve çeşitli sıfatlarla nitelendirmek de o kadar yanlış bir davranıştır. Bu tür marjinal davranışların ülke bütünlüğüne, birlik ve beraberliğine zarar verdiği gözden uzak tutulmamalıdır. Laiklik ilkesinin, milli birlik ve beraberliğin, uzlaşı ve toplumsal barışın ana unsuru olduğunun bilinmesi gerekir. Laikliğin koruyucusu yargıdır, Yargıtay'dır. Aklın ve bilimin ışığı altında, ülkemizi çağdaş ülkeler düzeyine çıkarmak, hepimizin hedefi ve özlemi olmalıdır.” KANUNLARDAKİ DEĞİŞİKLİKLER Atatürk'ün yaptığı devrimlerin en önemlisinin hukuk devrimi olduğunu belirten Arslan, hukuk devrimi ile yarı teokratik hukuk düzeni yerine, batıda uygulanan laik hukuk düzeninin benimsendiğini ve uygulamaya konulduğunu kaydetti.Kanunlarda öngörülen kurallar ve hükümlerin durağan, buna karşılık toplum hayatının değişen ve gelişen bir yapıya sahip olduğuna işaret eden Arslan, zamanla kanunların değişen ve gelişen toplum düzenine uygun olarak yenilenmesi ve değiştirilmesinin zorunluluğuna dikkati çekti. Bunun bir süreç ve kanunların yeniden düzenlenmesinin bu sürecin devam etmesi olduğunu belirten Arslan, temel kanunların 80 yıldır Türkiye'de uygulandığını vurguladı.Hiçbir kanun mükemmel değildir. Zaman içinde kanunların değiştirilmesi kaçınılmazdır. Yürürlüğe konulan temel kanunlardaki işlemeyen ve aksayan hükümlerin zamanla değiştirileceği kuşkusuzdur. Kanunların eleştirilmesi de doğaldır. Yargıtay olarak bizim de katılmadığımız bazı hükümler temel yasalarda yer almıştır. Bunlar zaman içinde düzeltilebilir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, ülkemizde 79 yıl uygulanmış, bu süre zarfında adı geçen kanunda 68 kez değişiklik yapılmıştır. Bu nedenle, temel yasalara yönelik eleştirilerin yapıcı ve düzenleyici olması gerektiğini düşünüyoruz.”Yargıtay Birinci Başkanı Osman Arslan, ”Yüce Divan” görevi ile siyasi partilerin kapatılması ve siyasi partilere yaptırım uygulanmasına ilişkin görevin, Yargıtay'a verilmesini istedi. Yargıtay'daki törende konuşan Arslan, Anayasa'nın 154. ve 69. maddelerinin yeniden düzenlenerek, “Yüce Divan” görevi ile “siyasi partilerin kapatılması ve yaptırımlar uygulanmasına” ilişkin görevin, Yargıtay'a verilmesini ve Anayasa'nın 148. maddesinin 3 ve 5. fıkralarının yürürlükten kaldırılmasının zorunlu görüldüğünü bildirdi.Yüce Divan'da yapılan yargılamanın, bir ceza yargılaması olduğunu belirten Arslan, uluslararası sözleşmelerin ceza yargılamasına ilişkin hükümleri ile insan hakları konusundaki düzenlemelere değindi. Türkiye'de, “Yüce Divan”ın kurumsallaşma sürecini anlatan Arslan, uluslararası sözleşmelerde ve öğretide adil yargılanma hakkının temel koşulu olarak, hakimin bağımsızlığı, tarafsız, teminatlı ve hukukçu olması, yargılamanın açık olması ve makul sürede sonuçlandırılması, ceza davalarının en az iki kademeli olmasının öngörüldüğünü anlattı. Yüce Divan da Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre yargılama yapacak, ceza hukuku uyarınca sübut, niteleme, değerlendirme ve ferdileştirme yapacaktır. Ceza hakimliği bir meslek olup, bilgi birikimi ve deneyim gerektirir. Bu bir uzmanlık işidir. Yargıtay'dan seçilen üyelerin hukukçu olması halinde, Askeri Yargıtay'dan seçilen üye dışında, Anayasa Mahkemesi'nde cezacı üye olmayabilir. Ceza usulü ve ceza öğrenimi ve eğitimi görmeyen, ceza uygulaması yapmayan ve bu konuda deneyimi bulunmayan kişilerin, ceza yargılaması yapması hukukun evrensel kurallarına aykırı olduğu gibi insan haklarına da aykırıdır.”Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan ceza yargılamasının tek dereceli olduğuna ve mahkemece kesin karar verildiğine dikkati çeken Osman Arslan, “Adil yargılanma hakkı için ceza yargılamasının en az 2 kademeli olması gerekir” dedi. Yargılama sürecinde verilebilecek tutuklama ve el koyma gibi kararlara karşı başvurulacak kanun yolu bulunmadığına işaret eden Arslan, nihai kararlara karşı da temyiz yolu olmadığını kaydetti. BAKANLAR VE MÜSTEŞARLAR Bir bakan ile müsteşarın aynı suçu işlemeleri halinde bakanın Anayasa Mahkemesi'nde uzman olmayan kişiler tarafından ve tek kademeli olarak, müsteşarın ise işlevi ceza yargılaması yapmak olan Yargıtay Ceza Dairesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda 2 kademeli olarak yargılanacaklarını belirten Arslan, bakan ile müsteşarının işlediği suçlarda, bağlantının varlığının kabulünün zorunlu olduğunu kaydetti.Günümüzdeki uygulamaya göre, bakanların Anayasa Mahkemesi'nde, müsteşarların ise Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nde yargılandıklarını, birleştirme isteminin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmediğini, yargılamaların ayrı ayrı sürdürüldüğünü anlatan Arslan, şöyle konuştu: “Bu uygulamanın doğal sonucu olarak da Anayasa Mahkemesi'nde yargılananların Yargıtay'da tanık, Yargıtay'da sanık olarak yargılananların ise Anayasa Mahkemesi'nde tanık sıfatıyla dinlenmektedir. Mahkemelere göre kişilerin sıfatı değişmektedir. Böyle bir uygulamanın hukuk düzeni ile bağdaştırılması da mümkün değildir. Uzman ceza hukukçularından oluşan yargı mercilerinde yargılanmanın, yargılananlar için güvence oluşturduğu açık bir gerçektir.”Yüksek bürokratların görevlerinden kaynaklanan suçlara ilişkin davaların, ilk derece ve temyiz olmak üzere iki kademeli biçimde Yargıtay'da yapıldığını belirten Arslan, diğer devlet memurları ile kamu görevlilerine, görevlerinden dolayı verilen ceza kararlarının temyiz incelemesinin de Yargıtay'da yapıldığını hatırlattı.Yargıtay'da, 2004 yılında yüksek bürokratlarla ilgili ilk derece mahkemesi olarak 73 davaya bakıldığını, diğer kamu görevlileriyle ilgili de 60 dosyanın temyiz incelemesinin yapıldığını bildiren Arslan, Anayasa Mahkemesi'nin ise 43 yılda 12 davaya baktığını kaydetti.Yargıtay Başkanı Osman Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:“Anayasa Mahkemesi, bazılarının ileri sürdüğü gibi görev suçlarına bakmakta uzman ise tüm kamu görevlilerinin görevlerinden kaynaklanan suçlarına bakmak görevi Anayasa Mahkemesi'ne verilmeli, kamu görevlileri yönünden ayrıcalık yapılmamalıdır. Zira Anayasa Mahkemesi'nin uzman olarak kabulü, Yargıtay'ın uzman olmadığının kabulü anlamına gelir. Böyle bir yorum Yargıtay'ın yıllardır sürdürdüğü uygulamanın adil olmadığı sonucunu doğurur ve Yargıtay kararlarını tartışmalı hale getirir. Aksi halde, ayrım yapılmaksızın, görevden kaynaklanan tüm davalara bakmak görevi, Yargıtay'a verilmelidir.”Yüce Divan'da yargılanmaları öngörülen Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri ile diğer yüksek mahkemelerin başkan ve üyelerinin, kişisel suçlarından ve özel hukuktan kaynaklanan davalarına bakmak görevinin, Yargıtay'a ait olduğunu bildiren Arslan, kişisel suçlarından dolayı bu kişileri yargılayan Yargıtay'ın, görevlerinden doğan suçlardan dolayı yargılayamamasının, belirli kişiler yönünden görev suçu-kişisel suç ayrımı yapılmasının, haklı ve inandırıcı gerekçesi bulunmadığını kaydetti. “KURULUŞ AMACI, ANAYASA YARGISI” Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş amacının, anayasa yargısı olduğunu, işlevinin de anayasa yargısı ile sınırlı olması gerektiğini savunan Arslan, Yüce Divan'ın, Anayasa Mahkemesi'nde kalmasını isteyenlerin, bunun hukuki gerekçelerini de ortaya koymalarının zorunlu olduğunu söyledi. Arslan, Yüce Divan yetkisinin daha önce Anayasa Mahkemesi'ne verilmiş olmasının, bu yanlışlığın sürdürülmesine gerekçe olamayacağını kaydetti.Yüce Divan tarafından yapılan işin, ceza yargılaması olduğunu savunan Osman Arslan, bu yargılamanın adli yargının temel görevi olduğunu söyledi. Arslan, bağımsız ve tarafsız yargı ilkesinin yaşama geçirilebilmesi ve hakim teminatının sağlanabilmesi için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısının yeniden düzenlenmesi gerektiğini anlattı.
button