Demek istediğim buydu

Güncelleme Tarihi:

Demek istediğim buydu
Oluşturulma Tarihi: Mart 03, 2005 17:50

Suça teşvik mi ediyoruz acaba? başlıklı yazımı hatırlıyor musunuz? Bakın Fransız aydını Jacques Attali’nin L’Express’teki bir yazısına denk geldim, benim söylemeyi beceremediğimi çok güzel ifade etmiş, özetliyorum size, güzel bir yazı:

Haberin Devamı


Önce isterseniz benim aşağıdaki yazıma bir göz atın, yahut durun ben ayağınıza getireyim:

Suça teşvik mi ediyoruz acaba?

*

Şimdi de gelelim Jacques Attali’nin makalesinin özetine:

Kötülüğün ruhu

(...) Modern demokratik toplumlarda enformasyon her türlü ideolojinin emrine verilmiş bir silahtır. Giderek daha çok insan, sesini duyurmak için, enformasyona başvuruyor. Lokantadaki müşterilerin birbirine sesini duyumak için giderek daha yüksek sesle konuşması gibi, günümüz toplumları artık sadece gürültülüyü, sert ve kısa mesajları algılayabiliyorlar.

Böylece, enformasyon açısından ‘overdose’ halinde olan dünyamızda, fikirler artık edebiyat, felsefe yoluyla değil, müzikle, eğlenceyle ve (‘haber’ dediğimiz) ‘şov’la ifade edilir oldu. Bu fikirler de zaten mümkün olduğunca basit (kolaycı) hale geldi ve ne kadar büyük bir skandala yol açarsa, o kadar iyi duyuluyor. Ve bu fikirlerin yayılmasına aracılık edenler de, fikir sahiplerinin - ister istemez - ‘suç ortağı’ haline geliyor.

Dünya basını, özellikle de Fransız basını, Irak’ta kaçırılan ve rehin tutulanlarla ilgili haber yaptıkça, kurbanların iyiliği için hareket ettiğine gönülden inanarak, teröristlerin (*) çıkarlarına hizmet etmiş ve onları, tekrar kendilerinden bahsedilsin diye, yeni eylemlere teşvik etmiş oldu. Özellikle Fransız gazeteciler Georges Malbrunot ile Christian Chesnot’nun kaçırılışı ve ardından serbest bırakılışı o kadar aşırı bir şekilde haber yapıldı ki, bu, üçüncü bir gazetecinin, Florence Aubenas’ın trajedisine biraz çanak tuttu, çünkü teröristler, eylemlerinin reklamını azami yaptırmak için, gazetecilerin mesleki dayanışmasına güvendiler.

Tamamen başka bir alanda, edepsiz açıklamalarına cevap verme tuzağına düşenler, Jean-Marie Le Pen’e sesini duyurma imkanı verdiler. Yahut, seri cinayetler işleyen bir katili haber yapmak, benzer hastaları da, kendinden bahsedilsin diye, tahrik ediyor.

Her üç vakada da, böyle iğrenç bir eylem, sahibine medyalardan yararlanmak olanağı sağlamamalı.

Tabii ki bir kaçırma olayına, aşağılık bir beyanata veya bir cinayete sessiz kalmak söz konusu olamaz. Ama bunlara demokrasinin verebileceği en iyi cevap, bir cinayeti kamusal tartışma konusu haline getirmek değil, aksine, polise suçluları yakalamak, adalete de cezalarını vermek için azamî imkan temin etmek olmalıdır.

Uyulması gereken prensip gayet basit: Falilin suçundan dolayı göreceği ceza, eyleminden elde edeceği medya reklamının çok çok üstünde olmalı...

Mesela rehine olaylarında, devletler sessizce pazarlık yapmalı veya suçluları cezalandırmalı, ama medyada gürültüsü yapılmamalı. Le Pen’in iğrenç saçmalıkları medyada büyütülmemeli ama adalet çok acımasız olmalı. Halbuki mahkemeler bu tür sayıklamalara fazla hoşgörülü davranıyor.

Bu prensipleri titizlikle uygulasak, birçok cinayetin ve provokasyonun önüne geçebiliriz. Ve böylece kamu ahlâkını savunma bahanesiyle yarattıkları skandallardan beslenen ikiyüzlülerden de kurtuluruz.

Jacques Attali, L’Expresse 17.01.2005

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!