Güncelleme Tarihi:
Prof. Dr. Nurhan Atasoy sarayda yaşayan insanları bularak saray yaşantısını kayıt altına alıyor
Prof. Dr. Nurhan Atasoy 45 yıldır sanat tarihi ile içiçe yaşıyor. 20 yıl boyunca neredeyse her gününü Topkapı Sarayı'nda geçiren Atasoy, bu yüzden sarayda yaşamış insanların peşine düşmüş, yaptığı söyleşileri banda almış. Yaklaşık 10 kişinin sesinin bulunduğu bantları yönetmen Ferzan Özpetek 'Harem Suare' adlı filmi için yaptığı araştırmalar sırasında kullandı. Satış rekorları kıran 'Benim Adım Kırmızı'nın araştırmaları sırasında Orhan Pamuk da minyatürler konusunda Atasoy'un kapısını çalmış. Nurhan Atasoy'un bugüne kadar basılmış 12 kitabı ve 100 dolayında makalesi bulunuyor.
Bugüne kadar hangi konularda araştırmalar yaptınız?
- Daha çok minyatür ile ilgilendim. Bu konuda basılı eserlerim de var. Saray hayatı beni çok çekti. Ondan dolayıdır ki, sarayda yaşamış insanları bulmaya çalıştım. Bu insanlar ölüp gidiyorlar ve bilgi almak lazım. Bir zaman onun telaşına kapıldım. Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki, bu haklı bir telaştı çünkü, şu yıllarda sarayda yaşamış kimseler kalmadı.
Sizi hareme bu günlük hayatı öğrenme merakınız götürdü yani.
- 1953-72 yılları arasında Topkapı Sarayı'na çok gidip geldiğim günlerde hareme de çok giderdim. Haremin her köşesine girip çıktım. Sonra diğer sarayları ve haremlerini merak ettim. Dolmabahçe Sarayı üzerine çalıştım. Yıldız Sarayı ile ilgili çalışmalarım da var.
Kimlerle konuştunuz?
- Mesela Abdülhamit ile birlikte Yıldız Tiyatrosu'nda oynanan ilk oyuna giden Fatma Hotinli ile konuştum. Altı ay Dolmabahçe Sarayı'nda İngilizce hocalığı yapmış bir hanımdan saraydaki günlük yaşamı sordum. Halife Abdülmecit'in torunu olan Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin hocalığını yapmış Keramettin Bey'le hasta yatağında görüşmeler yaptım. Nasıl ders yaparlardı, nasıl uyurlardı gibi şeyleri sordum. Abdülhamit'in kızlarından birisiyle konuştum. Hacı Bekir Ailesi ona bakıyordu ve Cihangir'de oturuyordu. 'Dişlerim yok, lütfen teybe almayın' dedi.
Harem hayatıyla ilgili neler anlatılar?
- Birkaç yıl önce vefat eden sultanlardan biri - ismini vermeyeyim- Mısır'da yaşıyordu. Bir dostumun vasıtasıyla ulaştım ve evimde de misafir ettim. Yıldız Sarayı'nda kalmış. 'Ben sizi Yıldız Sarayı'na götürsem hangi bölümde kaldığınızı gösterir misiniz?' dedim. Kocası da birkaç yıl önce öldüğünde Osmanlı Hanedanı'nın en yaşlı mensubuydu.
Hanedan üyelerinin hálá iddiaları var mıydı?
- Hayrettir hiç böyle bir arzuları yok benim tanıdığım hanedan mensuplarının. Yeni Türkiye'yi çok benimseyip kabul etmişler. Her neyse Yıldız Sarayı'nda kaldığı bölümü dışarıdan gösterdi. 'İçeri girelim mi, hangi odada kaldınız, gösterir misiniz?' dedim. 'Kattiyen girmek istemem. Harp yıllarıydı, yoksulluk çektik. O kadar kötü günlerdi ki...' dedi. Sultan Reşad'ın torunu imiş. Çok mütevazi yemekler yiyorlarmış. Bilmem kim paşanın evine gitmişler. Orada müthiş mükellef bir yemek sofrası görmüşler. Saraya döndüklerinde 'biz padişah torunuyuz, neden böyle yemekler yiyoruz' demişler. Bu şikayet Sultan Reşad'ın kulağına gitmiş. Çok fena azarlamış bunları 'askerlerimiz döğüşüyor, herkes fakir. Siz burada lüks mü arıyorsunuz' diye. Ama tabii altındaki adamların evindeki lükse mani olamamış. Kadın 'Dedemden nefret ederdim' diyor.
FERZAN İYİ KULLANDI
Haremdeki kadınların izini nasıl buldunuz?
- Onlara ulaşmak tabii öyle kolay değil. Yanlarına gitmek, konuşmak için izin almak da kolay değil. Mutlaka onların bir dostunun aracılığıyla izin alıyorsunuz. Ben herhalde rica etmesini biliyorum ki, bana çok yardım edenler oldu.
Ferzan Özpetek de günlük hayatla mı ilgileniyordu?
- Ferzan Özpetek bana sarayda günlük hayatta nasıl konuştuklarını, birbirlerine nasıl hitap ettiklerini sordu. Ona bütün bantların kopyalarını verdim. Memnuniyetle verdim, ciddi araştırma yapan insanlara saygı duyuyorum.
Filmler çekilirken araştırma yapılmadığını mı düşünüyorsunuz?
- Ben özellikle Türk filmlerine ve oyunlarına gittiğimde kostüme özen göstermediklerini görüyorum. Hiç ciddi iş yapmıyorlar. Takma kollu kaftanlar giydiriyorlar. Takma kol bizim kültürümüzde çok yenidir. 4. Murat'ı takma kolla görmekten nefret ediyorum.
'İstanbul Kanatlarımın Altında'dan mı bahsediyorsunuz?
- Ben sinirlerimi bozmamak için filmi görmedim. Kızım gitti, kostümlerden çok rahatsız olmuş. Bunun yanında yaptığı işi doğru yapmak isteyen birisi geliyor. Ben bunu reddedersem kendimi reddetmiş olurum.
Sizin elinizdeki bilgiyle ilgilenen çok insan oluyor mu?
- Oluyor, ama bir kısmı kullanmasını biliyor. Ferzan çok iyi kullandı. Filmi daha görmedim ama kostümler için çok iyi çalıştılar. Gayet tabi belgesel yapmıyor ama dönemi doğru yansıtmalı. Elimdeki bilgilerin hepsini okudu, çok uğraştı.
Peki, haremden çıkma kadınlar ne yapmışlar?
- Uygun bir koca bulunup evlendiriliyorlar. Evlenmek isteyenler padişahın görebileceği bir yere mektup bırakıyorlar. Bu kadınlara 'çıkma' deniliyor. Durumuna göre bir ev hediye ediliyor. Bazen bir çeyiz veriliyor. Bunlara hep 'deli saraylı' derler.
Neden 'deli saraylı' deniliyor?
- Saraydaki hayata alıştıkları için dışarıdaki hayat içinde garip kalıyorlar. Konuşmaları bile farklı. Harem de çünkü askeri düzen gibi tam bir hiyerarşi var. Haremin patronu Valide Sultan. Altında padişahın kadınları var. Onların yanında bir de görevliler var. Hazine kethuda kadınları mesela. En altta ise cariyeler var.
Size anlatılan entrikalar var mı?
- Bu türlü ilişkileri hiç anlatan çıkmadı, anlatmak istemiyorlar. Abdülhamit'in kızını mesela hep bazı konulara itiyorum, ancak yanıtlamaktan kaçıyordu. Kırım Savaşı sırasında asker elbiselerine düğme diktiklerini anlatıyor mesela. Onları anlatmak istiyor.
Haremin kapısına Cumhuriyetle birlikte kilit vurulduktan sonra ne olmuş?
- Bir kısmı yurtdışına çıkarılan hanedan mensuplarıyla gitmişler. Ama onlar çok yakın ve en sadık olanları.
Kendi ülkesine dönenler var mı?
- Kendi ülkelerine dönmek diye birşey yok. Kopmuşlar oralardan tamamen. Ya da bir tanıdıklarının yanına sığınıyorlar. Bazıları da çok sefalet çekmişler tabii. Yine de beraber oldukları hanedan mensuplarına hizmet etmeye devam etmişler. Aile kuranlar, çoluk çocuk sahibi olanlar var. Sonra bir de şunu düşünelim, bu 16. yy'daki haremin kapanışı değil. 1920'lere gelmiş bir devirde harem başka türlü.
Ne gibi farkları var son dönem haremlerinin?
- Daha dışarıyla ilişkisi var, o kadar kapalı değil. Böylece dışarıda tanıdıkları, ahbapları olmuş.
çok saflar
O dönemlere dair neler anlattılar?
Fakirleşme sıkıntılarını anlatıyorlar. Mesela yemekle ilgili çok şey anlattılar. Sarayda tabla usulüyle yemek yeniliyor. Padişaha, Valide Sultan'a, cariyelere ayrı tablalar hazırlanıyor. Tablalar büyük tepsilerdir ve çeşit çeşit yemek konur. Çeşit, kadınların hiyerarşik durumuna göre değişir. Artık bırakmadan yenir, kalan yemek bir aşağıdakinin önüne konur. Ama yine de ayrı ayrı tablaların çıkması çok pahalıya maloluyor. Hatta Beşiktaş semtinde 'bacalar tütmezdi' diyorlar. Yani evlerde yemek pişmezmiş. Saraydan artan yemekleri tablakárlar satarmış.
Saray mensuplarından sefalet çekenler neden o duruma gelmiş?
- Cumhuriyet kurulduktan sonra saraylar boşaltılıyor. Padişah tarafından verilen malların bir kısmı tapuyla, çoğu kullanılmak üzere veriliyor. Bunlar ellerinden gidiyor. Mesela az önce bahsettiğim Keramettin Bey'in elinde diploması yok. Sadece Fransızca biliyor. Akvaryum balığı gibi yaşamışlar. Yurtdışına çıkanlar geride kalan mallarını alamamışlar. Çok saflar. Çok kolay kandırılmışlar. Yanlarında götürdükleri mücevherleri satarak yaşamışlar. Hanedan kadınlarının hepsi iyi bir koca bulmak peşinde olmuşlar. İçlerinde hayata atılıp çalışanları çok az var.
Haremler arasında ayrım var mı?
- Topkapı Sarayı hareminde kadın hiç kalmamış zaten. II. Mahmut zamanında Beşiktaş Sarayı'na gidiliyor. Topkapı'da yaşlı, yeni sarayda işe yaramayacak, gidecek evi olmayan harem ağaları filan kalmış. Orada yaşarken sarayı da kötü kullanmışlar paraları olmadığı için. Sarayda kalanlar bir de kutsal emanetler, kütüphane ve hazine. Beşiktaş Sarayı'ndan Yıldız Sarayı'na gidiliyor ve padişah nereye gidiyorsa, harem oraya taşınıyor.
Tüm bu konuşmalar hálá bantlarda duruyor mu?
- Düşünüyorum da 65 yaşındayım. O kadar büyük bir birikimim var ki, eğer bunları yayınlamazsam ziyan olacaklar. Buna hakkım yok. Ben yaptığım işleri sadece kendim için yapmıyorum. Toplumun malı bunlar.
ARTIK EMEKLİ
Babamın görevi dolayısıyla Tokat'ın Reşadiye ilçesinde doğdum. İlkokul'dan başlayarak tüm öğrenimimi İstanbul'da yaptım. O zamanlar üniversiteye girmek çok daha rahattı ve ben İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'ne kaydoldum. 1959 yılında mezun oldum. Doktoramı Nakkaş Osman ve Eserleri üzerine yaptım. 2 yıl önce emekli oldum, Maltepe Üniversitesi'nde rektör yardımcısı olarak göreve başladım. Şu anda Fen Edebiyat Fakültesi'nin dekanıyım. Ayrıca ders de veriyorum.
XXXXX
Asistanlığımda ve doçentliğimde Topkapı Sarayı'ndan hiç çıkmadım. O zamanlar Türk Sanatı konusunda çok az uzman vardı. Şimdi baktığımızda en önemli otoritelerin çoğunluğu Türk. Mesela İranlılar için böyle olmadı. Yakındoğu ülkelerinin hiçbirinde böyle birşey yok. En büyük Mısır İslam Sanatı'nda ama en büyük otoriteler Mısırlı değil. Türkiye'den başka hiçbir ülkede durum böyle değil. Yabancı bilimadamları şimdi araştırma yaparken Türkçe'nin eksikliğini hissediyorlar, çünkü Türkçe çok yayın var.