DELİ İBRAHİM VE OSMANLI TARIHI Bize okullarda öğretilen Osmanlı Tarihi, anlı şanlı bir tarihtir. İçinde nice kahramanlıklar, nice fedakarlıklar, ibretlik nice olaylar vardır. Ancak madalyonun öteki yüzü nedense hiç gösterilmez. En fazla üstü kapalı bir şekilde geçiştirilir. Bu geçiştirmelerde bile, yapılanları, yaşananları haklı gösterecek bir takım destekleyici unsurlar katılır. Örneğin Fatih Sultan Mehmet'in kardeş katlini serbest bırakan yasası için, "Devletin bekaası için gerekli ve doğru bir uygulamaydı" denir. Fatih'in sözkonusu yasası aynen şöyledir: "Ve her kimesneye evladumdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem içün katlitmek, münasibdür; ekser-i ulema tecviz etmiştir; onunla âmil olalar." Fatih'in tahta geçer geçmez yaptığı ilk iş, babası 2. Murat'ın henüz memedeki oğlu, dolayısı ile Mehmet'in de kardeşi olan Ahmet'i boğdurtmak olmuştur. Fatih, bu işle Evrenoszade Ali adlı bir şahsı görevlendirmiş, Evrenoszade, bebek Ahmet'i harem dairesindeki hamamda boğarak öldürmüştür. Yaptığı bu merhametsizliğin halkta yaratabileceği tepkiyi azaltmak isteyen Mehmet, ertesi gün Evrenoszade'yi idam ettirmiştir. Bunları, Osmanlı Tarihi konusunda her dönem referans kabul edilmiş Hammer tarihinde okuyoruz. Fatih'in 1477'den sonra resmileştirdiği yasası 1. Ahmet'e kadar aksatılmadan uygulandı. Ama yasaya rağmen taht kavgaları her daim var oldu; asla sorunsuz bir tahta çıkış yaşanmadı. Sultanahmet Camii'ni yaptırarak adını tarihe yazdıran 1. Ahmet, 11 yaşında tahta geçtiğinde sadece bir tek erkek kardeşi vardı: Mustafa. Ancak Mustafa düpedüz bir deliydi ve herhangi bir tehdit oluşturamayacak kadar acizdi. 1. Ahmet'e bir şey olması durumunda tahta geçecek başka kimse de ortada yoktu. Mustafa idam edilmedi. Bir kafese kapatılarak yaşamını sürdürdü. "Kafes" tabir edilen yer aslında, penceresi olmayan, girip çıkması son derece güç büyük bir hücreydi. Zaten deli olan birini böyle bir yere kapattıktan sonra tek bekleyebileceğiniz gelişme, adamın deliliğinin cinnete dönüşmesinden başka ne olabilirdi ki? Sürekli idam edilme, öldürülme korkusu ile yaşayan Mustafa da tehlikeli bir deli olup çıktı. 1. Ahmet, her gece koynuna farklı bir kadın alırdı. Ama zamanla iki kadın diğerlerinin arasından sıyrılarak Ahmet'in gözdeleri oldu. Bunlar Hatice ve Kösem idi. Hatice, 2. Osman'ın annesiydi; Kösem, 4. Murat'ın, Bayezit'in ve Deli İbrahim'in annesi. Padişah 1. Ahmet, 1617'de, 28 yaşında öldü. Tahta, 2. Osman'ın geçmesi gerekiyordu. Ancak, Kösem buna şiddetle karşı çıkıyordu çünkü Osman'ın, evlatlarını boğdurtacağından korkuyordu. Kösem'in gayretleri sonuç verdi. Henüz 13 yaşındaki Osman, çıkması gereken tahta çıkamadı ve Mustafa, yıllarca kapatıldığı kafesten alınarak Osmanlı tahtına oturtuldu. Ancak deliliği devleti yönetmesine engeldi. 3 ay 10 gün sonar tahttan indirildi ve yeniden, bu sefer 2 cariye ile birlikte kafese kondu. Böylece, 1. Mustafa, 1. ve 2. Beyazıtlardan sonra kendi iradesi dışında tahtı bırakan üçüncü sultan oluyordu. 2. Osman, kısa bir gecikmeyle de olsa tahtın sahibi oldu. Okçuluğa pek meraklı olan küçük sultan özellikle, savaş esirleri ya da hizmetindeki genç oğlan çocuklarını hedef olarak kullanmayı çok seviyordu. Osman, namı-ı diğer Genç Osman, tahta geçtiğinde 6 erkek kardeşi vardı. Bunlara bir süre dokunmadı. Ancak Lehistan seferine çıkacağı sırada, geride kalan büyük kardeşi Mehmed'in boğdurulması emrini verdi. Üzerine cellatların saldırdığını gören Mehmed, Genç Osman'a beddua etti: "Osman, Tanrı'dan dilerim ki, hayatından ve saltanatından mahrum olasın. Beni nasıl öldürüyorsan, seni de öyle öldürsünler." Lehistan seferinde umduğunu bulamayan Genç Osman bundan askerin gevşekliğini sorumlu tutuyor ve devlette köklü değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyordu. Kızlarağası Süleyman Ağa ile padişahın hocası Ömer Efendi, bu konuda Genç Osmanı teşvik ediyor, Osmanlı askeri olmaya Şam ve Mısır askerinin daha layık olduğunu ileri sürüyorlar, padişahın buralara giderek asker toplamasını salık veriyorlardı. Bu operasyonu gizlemek için de padişahın hacca gitmesini öneriyorlardı. Şeyhülislam ve ordu padişahın hacca gitmesine şiddetle karşı çıktılar. Asker ve ocaklar ayaklanarak Sultanahmet Meydanı'nda toplandılar. Padişahın hacca gitmekten vazgeçmesini ve Kızlarağası Süleyman Ağa ile hocası Ömer Efendi'nin sürgüne gönderilmesini istiyorlardı. Genç Osman, hacdan vazgeçtiğini söyledi ancak kimseyi azletmek ya da sürgüne göndermek gibi bir niyeti olmadığını da ifade etti. Askerler, bu sefer Vezir-i Azam Dilaver Paşa başta olmak üzere birçok önde gelen kişinin kellesini istemeye başladılar. Saraya bir ulema heyeti gönderildi ve Genç Osman'dan, askerlerin istediklerini yerine getirilmesi ricasında bulunuldu. Genç Osman taviz vermiyordu. Ulema heyetini sarayda alıkoydu. Bu, askerleri çileden çıkarmaya yetti. Saraya girmeye karar verdiler. Bu sefer Şehzade Mustafa'nın tahta çıkmasını da istiyorlardı. Sultan Mustafa Kadınlar Dairesi'ndeydi. Kapıyı açamadılar. Dama çıkıp kubbeyi deldiler. Şehzade Mustafa bir minder üzerinde oturmaktaydı. Damdan içeri giren asker kendisine "Padişahım, dışarıdaki asker sizi beklemektedir" dedi. Mustafa'nın söyleyebildiği tek şey ise "su istiyorum" oldu. Üç gündür aç ve susuz bırakılmıştı. Şehzade Mustafa'yı damdan yukarı çekerek dışarı çıkardılar; arz odasına götürdüler ve padişahlığını ilan ettiler. Genç Osman ödün vermeme konusunda artık ısrarcı değildi. Kızlarağasını ve Vezir-i Azam'ı askerlere teslim etti. Askerler ikisini de hemencecik parçalayıp öldürdüler. Lakin askerin öfkesi dinmiyordu. Sıra padişahın kendisine gelmişti. Osman, isyancılara ağlayarak "Bilmezlik ile size cefa ettim ise affeyleyin, siz etmeyin. Dün sabah padişah-ı cihan idim, şimdi üryan kaldım. Merhamet edip halimden ibret alın. Dünya size dahi kalmaz. Hangi padişahın kulları bu ihaneti ettiler?" diye merhamet istedi. Ama bu sözleri fayda etmedi. Bir gün öncesinin cihan padişahı 18 yaşındaki Genç Osman'ı adi bir beygire bindirip sokaklarda, alaylar va aşağılamalar arasında askerin kışlasına götürdüler. Hemen idam etmek istiyorlardı. Üç kere boynuna kement atarak boğmayı denediler. Ama üçünde de güçlü kuvvetli padişahı altetmeyi başaramadılar. Bu sırada Sultan Mustafa'nın anası, cellatları ve ağaları tahrik etmeye çalışıyor, "Bu yılandır; eğer elinizden bir kurtulursa hepinizi yok eder" diyordu. Sadrazam Davud Paşa bunun üzerine Sultan Osman'ı alıp Yedikule zindanlarına götürmek üzere birkaç kişi ile birlikte, saraydan, eski padişahın bulunduğu yeniçeri kışlaları camiine gitti. Yedikule'de padişah, sadrazam ve yanındaki üç yardımcısı tarafından idam edilmek istendi. Dördü birden, çok güçlü bir insan olan Osman'la başetmekte zorlanıyorlardı. İçlerinden biri balta ile Osman'ın omzuna vurarak yere düşürdü. Boynuna kement geçirildi. Hem kementle boğularak hem de Kilindir Uğrusu denilen subaşı kethüdası tarafından husyeleri sıkılarak (yanlış okumuyorsunuz, husyeleri yani testisleri sıkılarak) idam edildi. Kulağını kesip Mustafa'nın annesine göndermeyi de ihmal etmediler. Osmanlı tarihindeki ilk padişah katli böyle gerçekleşti. Tahtta yine Deli Mustafa vardı. Ama Mustafa, Osman'ın intikamını bir güzel aldı. Osman'ın ölümüne neden olanları bir bir idam ettirdi. Askerler bu sefer, Genç Osman'a cellatlık yapan Sadrazam Davut Paşa'yı ve idamda etkin rol oynayan Kilindir Uğrusu'nu, yine Yedikule zindanlarında öldürüp cesetlerini denize attılar. Tarih 9 Ocak 1623. Mustafa ise, Osman'ın öldüğünü unutmuştu. Sarayda kapı kapı dolaşarak Osman'ı arıyor ve kendisini, altında ezildiği devleti yönetme yükünden kurtarmasını diliyordu. 9 Eylül 1623 günü, devleti yönetmekten aciz olan Mustafa'yı tahttan bir daha indirdiler ve yerine kardeşi 4. Murat'ı geçirdiler. Mustafa, 1639'da, 47 yaşındayken kafesinde eceli ile öldü. 4. Murat, ilk başlarda kardeşlerine dokunmadı. Toplam 4 kardeşi vardı. Ancak zaman içinde bunlardan 3 tanesini ortadan kaldırdı. Geriye sadece saray kafesindeki şehzade İbrahim kaldı. Tahta geçtiğinde küçük bir çocuk olan 4. Murat, ilk yıllarda yönetimden uzaktı. İmparatorluğu, annesi Kösem Sultan idare ediyordu. 1631 yılında Yeniçeriler ayaklandılar. Saraya girerek Başvezir'i, Başmüftü'yü ve Murat'ın en sevdiği iç oğlanı ile birlikte 13 üst düzey saray görevlisini öldürdüler. Genç Osman'ın başına gelenlerin kendi başına da gelebileceğinden korkan 4. Murat, Yeniçerilerin istedikleri kişiyi başvezirlik makamına getirmek mecburiyetinde kaldı. Ama altı ay içinde yeniden otorite kurmaya muvaffak olarak zoraki başveziri idam ettirdi. Kendisini küçük düşüren askerlerin liderlerinden 500 tanesini de boğdurtarak intikamını almış oldu. Murat'ın, İstanbul'un her yerinde casusları vardı. Kendisi de kıyafet değiştirerek sokaklarda dolaşır, isyana karışmış kimseleri tespit ettiği yerde öldürtürdü. Anadolu'da 20,000 kişiyi çeşitli nedenlerle idam ettirdi. 1635'te İstanbul'da yaşayan Ermeni göçmenleri de idam ettirmek istediyse de başvezir kendisini bu kararından güç bela vazgeçirmeyi başardı. 4. Murat, çok güçlü, kaba ve zalim bir insandı. Güreşte, okçulukta ve ciritte çok iyi bir sporcuydu. Ciritte usta olan ve halkın çok sevdiği Bayezid adlı erkek kardeşi ile bir cirit müsabakası sırasında, kardeşi tarafından yere düşürülmüştü. Bu olaydan kısa süre sonra Bayezid'i idam ettirdi. 1638'de diğer iki kardeşini boğdurttu. Annesi Kösem Sultan'ın araya girmesi ile Deli İbrahim'e dokunmadı. Sonuçta o bir deliydi ve tehdit oluşturması olanaksızdı. 4. Murat iyi bir askerdi. Çıktığı seferlerde askerleri ile birlikte güç koşullarda yaşaması, Yeniçerilerin sevgisini kazanmasını sağlamıştı. Aylarca atının eyerinden başka yatak görmeden uyuduğu çok olmuştu. Ama çok da zalimdi. Bağdat'ın 1638 yılında fethinden sona 30,000'i asker 30,000'i de sivil olmak üzere 60,000 kişinin kellesini vurdurttu. İstanbul sokaklarındaki tebdil-i kıyafet gezmeleri de sürüyordu. Sokaklarda, sorun çıkaran, hoşuna gitmeyen birine rastladığında anında öldürtüyor, kimi zaman bu işi kendi elleri ile yapıyordu. Hemen her sokakta bu şekilde öldürülüp asılmış bir ya da birkaç ceset görmek mümkündü. Artık Murat'ın adının geçtiği yerde derin bir sessizlik hakim olur hale gelmişti. Yarattığı terör havası, imparatorluğun üzerine hastalıklı bir sis gibi çökmüştü. Hakkında en ufak bir şüphe duyduğu kişiyi anında ortadan kaldırtıyordu. 5 sene içinde tebasından yaklaşık 25,000 kişiyi öldürttü. 1633'de kahvehaneleri ve meyhaneleri kapattırdı. İnsanların buralarda toplanarak devlet-i âliyi eleştirmelerini istemiyordu. Tütün, kahve ve içki kullanımını da yasak etti. Bunları kullanmanın cezası ölümdü. Oysa kendisi içkiye ve tütüne son derece düşkün biriydi. Harem kadınlarının ne derece etkili olabileceğini bilen Kösem Sultan, oğlu 4. Murat'a cariyeler sunmak yerine parlak delikanlılar getiriyordu. Hayatı boyunca kadınları hem çok sevdi hem de onlardan nefret etti. Bir gezi sırasında yeşillik bir alanda hep birlikte şarkılar söyleyen bir grup kadını, kendisini rahatsız ettikleri gerekçesi ile denize attırarak öldürttü. Kadınların içinde olduğu bir kayık harem duvarlarına çok yaklaştı diye topçulara ateş açmaları emri verdi. Kayık batırıldı; içindekilerin tamamı öldü. Kimi zaman haremdeki kızların çırılçıplak soyunup bir havuza atlamalarını isterdi. Üzerlerine zararsız saçmalarla ateş etmekten pek keyif alırdı. Çok da kıskanç bir adamdı. Saray civarındaki evinin üzerine kat çıkan bir adamı, haremi gözetlemek istediği düşüncesi ile astırmıştı. Son günlerinde iyiden iyiye alkol bağımlısı olmuştu. Kanla beslenir bir insan olup çıkmıştı Murat. Çoğu zaman, geceyarısı kadınlar koğuşundan sıvışarak gizli kapılardan dışarı çıkıyor ve elinde yalınkılıç ve sırtında kemersiz bir entari ile yalınayak, sokaklarda deliler gibi koşuyor, karşısına çıkanı kılıçtan geçiriyor, birkaç kişiyi öldürmeden saraya dönmüyordu. Sarhoş olup keyiflendiği zaman yukarı pencereden ok atıp rasgele insanları öldürüyordu. Murat'ın adı dahi söylenemez olmuştu. Ensesi kalın insanların boynunu vurdurtmaktan ayrı bir zevk alıyordu. İçkiyi yasaklayan Sultan 4. Murat, 1640'ta aşırı içki içmek sonucunda yakalandığı sirozdan öldü. Öldüğünde sadece 27 yaşındaydı. Tüm oğulları çok küçükken öldüklerinden tahta geçebilecek sadece kardeşi Deli İbrahim kalıyordu. Bebekliğinden beri bir kafeste büyüyen İbrahim sürekli ölüm korkusu içinde yaşamıştı. (Ölüm döşeğindeyken 4. Murat, Deli İbrahim'in katli emrini vermişti vermesine ancak Kösem Sultan araya girerek bu emri uygulatmamıştı. Sadece emrin uygulandığı kendisine bildirilmişti. İbrahim'in cesedini görmek isteyip de isteği yerine getirilmeyince Murat, birden yatağından fırlayıvermiş, Silahtar Paşa, bir
boğa kadar güçlü olan padişahı, hasta olması sayesinde zor da olsa zaptederek yatağına yatırabilmişti. İbrahim'i öldürtmek istemesinin arkasında yatan neden belki de kendisi ile beraber Osmanlı İmparatorluğu'nu da bitirmek istemesiydi.) Tahta çıkarılacağı zaman, kafesine girmek isteyenlerden ölümüne korkan İbrahim kapıyı açmak istemedi. Ağabeyi Murat'ın cesedi kendisine gösterilene kadar da kafesten çıkmamakta direndi. Kafesten çıkıp saraya girdiğinde ise "İmparatorluğun Kasabı öldü" diye sevinçten uzun süre dans etti. 23 senenin acısını çıkarmak istercesine aşırı bir lüks hayat sürmeye başladı. Annesi Kösem de ona kızlar ve pek sevdiği şişman kadınlar bulmak için canla başla çalışıyordu. İbrahim, Şeyhülislam'ın güzel kızını gördüğünde aşık oluverdi. Kızla evlenmek istedi. Babası kızına evlenmemesini salık verdi. Kız kendisini reddedince İbrahim (zaten deliydi ama) deliye döndü. Kızı kaçırdı. Birkaç gün işkence ettikten sonra babasına geri yolladı. Bir keresinde de Başvezir'e, daha önceki padişahların Kâbe'ye bağışladıkları hediyeleri geri getirmesini emretti. Bunu yapmazsa kendisini samanla dolduracağı tehdidinde bulundu. 1641'de İbrahim'in cariyelerinden biri olan Turhan Hatice, kendisine ilk evladı olan Şehzade Mehmet'i verdi. Mehmet doğmadan önce İbrahim hareme, sonradan hamile olduğu anlaşılan bir cariye aldırmıştı. Bu kızı Mehmet için sütanne tayin ettiler. Bu arada kız kendi çocuğunu da dünyaya getirmişti. Bu çocuk, hastalıklı ve zayıf Mehmet'e göre çok daha sağlıklı ve güzeldi. Öyle ki İbrahim, Mehmet'ten çok cariyenin çocuğu ile ilgilenir olmuştu. Bu durumdan yakınan Turhan Hatice'ye öfkelenen İbrahim, kadının kucağında bulunan Mehmet'i yakaladığı gibi havuzun içine atıverdi. Ama Mehmet havuzdan sağ salim çıkarıldı. Mehmet'ten üç ay sonra İbrahim'in ikinci oğlu Süleyman dünyaya geldi. 1645'te, 3 yaşındaki kızı Fatma'yı Yusuf Paşa ile nişanladı. Ama bir seneye kalmadan paşayı idam ettirdi. Bir gün oğlu Mehmet, İbrahim'in hoşuna gitmeyen bir espri yaptığında İbrahim hançerini çekerek çocuğun alnında derin ve ömür boyu izi silinmeyecek bir yara açtı. Avrupa'nın ünlü mücevhercileri ve kuyumcuları İstanbul'u mekan tutmuşlar, Deli İbrahim için çalışır olmuşlardı. Egzotik parfümlere, kürke çok meraklıydı. Perdelerinden duvarlarına, yastıklarına kadar her yeri kürkle donatmıştı. Samur kürkler üzerinde aşk yapmaya bayılıyordu. Harem'deki gözde kızlardan biri bir gün İbrahim'e, cariyelerden birinin bir yabancı ile ilişkisi olduğunu duyduğunu ama ne kızın ne de adamın adını bildiğini söyledi. Bunun üzerine haremdeki herkes sıkı bir sorgudan geçirildi. Ancak sözü edilen cariye ortaya çıkarılamadı. Bunun üzerinde Deli İbrahim, deliliğine uygun bir kararla haremdeki 280 cariyenin tamamını, ayaklarına taş dolu çuvallar bağlayarak Boğaz'ın karanlık sularına attırdı. Ne de olsa o gerçek bir deliydi. İbrahim'e tahammül etmek günden güne zorlaşıyordu. Oğullarının teker teker dünyaya gelmesiyle İbrahim vazgeçilmez biri olma vasfını yitirdi. Yeniçeriler yoksullaştıklarını, maaşlarını alamadıklarını bahane edip 1648'de ayaklandılar. İbrahim tahttan indirildi ve yeniden kafese kondu. Kafesin kalın duvarları bile, İbrahim'in acı dolu haykırışlarını önlemekte güçsüz kalıyordu. Gece gündüz bağrıyor, ağlıyordu. Tahttan indirildikten bir hafta sonra cellatlar kafese girdiler. İbrahim elinde Kuran-ı Kerim, bağrıyordu: "Bakın, Allah'ın kitabı bu. Beni hangi buyruğa dayanarak öldüreceksiniz?" Cellatları durdurmaya bu sözler yetmedi ve kafeste bir
yay kirişi ile boğulan İbrahim, Aya Sofya'nın bahçesine, 1. Mustafa'nın yanına gömüldü. Osmanlı tarihi içinde sayısız idam, işkence, katliam var. Ama bizlere hep şanlı zaferlerden, erdemli sultanlardan söz ettiler. Hiçbir Osmanlı padişahı kötü değildi. Hepsi de birer melekti sanki. Oğullarını ve kardeşlerini öldürtenler, babalarını zehirletenler, harem kadınların sözleri ile devlet idare edenlerle dolu olan Osmanlı tarihinde bir Türk için övünecek bir yön bulmak pek güçtür. Osmanlı, Türk'ü ve Türklüğü inkar eden bir hanedandı. Türkler köylü sayılır, Türk dili sarayda konuşulmazdı. Hiçbir padişah annesi de Türk değildi zaten. Osmanlı'nın nesi Türktü diye araştırırsanız fazla bir şey bulamayacağınızı göreceksiniz. Türk'e en büyük değeri veren, yüce önder ve Tanrı'nın bu ülkeye cömert bir armağanı olduğunu düşündüğüm Mustafa Kemal
Atatürk'tür. Milleti "koyun sürüsü" olarak gören Osmanlı hanedanının köküne baltayı indirerek Türklere en büyük iyiliklerinden birini yapmıştır. Son Osmanlı hanedanı Vahdettin, bir Ä°ngiliz zırhlısı ile Malta'ya kaçarak canını kurtarmaya bakarken, o, akıl almaz bir idealizm ile memleketi, elinde hiçbir maddi güç olmadığı halde kurtarma çabasına giriÅŸmiÅŸtir. "Nutuk" içinde çok manidar bir cümle vardır. El yazısı ile kaleme aldığı "Nutuk"ta Atatürk, önce Beni hatırlayınız yazmış, daha sonra bu cümlenin üzerini çizerek asıl metinden çıkartmıştır. Milletinden bu kadarcık bir ÅŸeyi bile istemekten geri duran yüce bir insandır o. Onun ve ülküdaÅŸlarının bu ülke için yaptıklarını asla ödeyemeyiz. Ama, yıkılışını bayram olarak kutladığımız Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu'nun kuruluÅŸunu büyük törenlerle kutlamaya bir son verebiliriz diye düşünüyorum. Levent GÖKTEM - 11 Aralık 2000, Pazartesi Â
button