Güncelleme Tarihi:
Başbakan Davutoğlu, Kanal 7 ve Ülke TV'de ortak yayınlanan “İskele Sancak” programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
“Çözüm süreciyle ilgili neler oluyor, hangi bilgileri bizimle paylaşırsınız?” sorusu üzerine Davutoğlu, süreci yakından takip edenlerin bu konulardaki hassasiyetlerini çok yakından izlediğini belirtti.
Çözüm sürecinin Türkiye'nin en önemli projesi olduğunu vurguladıklarını belirten Davutoğlu, “Ortadoğu'daki şu anda kargaşalar içinde tek başarı hikayesidir. Bu proje tamamıyla yerli, tamamıyla bu halkın iradesiyle ortaya çıkmış ve hükümet bu halkın iradesine hem tercüman olmuş hem de yönetmiştir. Bunu açık bir şekilde ifade etmek lazım” dedi.
Türkiye'de etnik ve mezhebi her çatışmanın suni, konjonktürel, arizi olduğunu ifade eden Davutoğlu, “Asırlar süren beraberliğimiz dolayısıyla çok güçlü bir tarihi harmanda yoğrulmuş bir toplumuz. Bu arizi durumun ortadan kalkması için bir taraftan demokratikleşme yoluyla insanların en doğal haklarını teslim eden ama diğer taraftan da ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi dirliğini, birliğini teminat altına alan bir sürecin adı çözüm süreci” diye konuştu.
“Buradaki psikolojik bağ çok önemli”
Geçmiş dönemlerde, 90'lı yıllarda şöyle bir çelişki olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Ülkenin dirliğini, birliğini, toplumun huzurunu temin etmek için son derece gayri tabi güvenlik yöntemleri uygulanması gerektiği düşünülüyordu. Köylerin yakılması, meralarda yasaklar, 90'lı yılları kastediyorum. Bizim getirdiğimiz fark şu, biz insanların özgürleştirilerek ve demokratik bir bilinç geliştirilerek ülkenin dirliğinin ve siyasal sistemin meşruiyetinin temin edileceğine inanıyoruz” dedi.
Buradaki psikolojik bağın önemli olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Aidiyet hissi. 90'lı yıllarda ve de 80'li yıllarda, daha önceki başka dönemlerde de özellikle 30'lı, 40'lı Dersim Olayları'nda hep devleti öne alan ve devletin güvenliğini temin ederek ülkeyi bir arada tutmaya çalışan politikalar benimsendi. AK Parti'nin farkı şuydu, devleti öne alan değil, devletin meşruiyetini halk nezdinde güçlendirecek şekilde insanı öne alan bir yöntem benimsedik. Onun için hiç kimseden bir iltifat, izin ya da bir şekilde takdir beklemeden demokratikleşme paketlerini arka arkaya açıkladık, 12 yıl içinde. Daha önce 90'lı yıllarda yasaklandığında ülke birliği korunacak zannedilen birçok şey, Kürtçe'nin siyasi propaganda olarak kullanılmasının yasaklanması, kasetlerin dahi yasaklanması, annelerin, babaların çocuklarıyla hapishanede Kürtçe konuşamamasından geniş bir spektrumda. Biz bunu değiştirdik.”
“Niye silah kullanılıyor?”
Başbakan Davutoğlu, “Getirdiğimiz yeni şey, yeni anlayış ve çözüm sürecinin ana omurgasını bu oluşturuyor. Bireylerin hangi etnik ve mezhebi kimliğe ait olurlarsa olsunlar devletle ilişkisinin, siyasal sistemle ilişkisinin restore edilmesi, yeniden tanımlanması ve aidiyetin güçlendirilmesi. Bu yönde biz adımlarımızı attık” diye konuştu.
O zaman bu meseleler çözüldükçe, Güney ve Doğu Anadolu'da şiddet ortamının ortadan kalkmasını ve silah bırakılmasını beklediklerini ve istediklerini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Herkes ne hak talep ediyorsa hiçbir şiddet unsuru kullanmadan siyaset üzerinden talep etsin. Nitekim bugün HDP milletvekillerinin TBMM'de ifade ettiği hususlar, 90'lı yıllarda milletvekillerinin apar topar tutuklanmasına sebebiyet veren hususlardı. Öyle görünen hususlardı. Şimdi Meclis çatısı altında konuşuluyor. Kimse de niye bu konular bu çatı altında konuşuluyor demiyor. Bütün bu demokratikleşme yollarıyla her türlü görüş rahatlıkla tartışılabiliyorsa, her tür siyasi parti kuruluyor ve bu partinin kapatılması imkansız hale gelmişse neredeyse, tamamıyla imkansız kılacaktı da BDP o zaman destek veremediği için olamadı. Bütün bunlar olmuşsa şiddetin arkasındaki gerekçe ne? Niye silah kullanılıyor? Niye başka bir vandalizme yol açılıyor?
Son 1,5 yıldır yürütülen çözüm süreci bir taraftan bu demokratikleşmeyle yürürken diğer taraftan iki süreç yaşadık. Bir Oslo süreci, bir de hatırlarsınız Habur'dan geri dönüşler başlamıştır. İki süreçte de farkettik ki bunun milli, yerli ve Türkiye'nin vatandaşları suçlu da olsa, hapishanede de olsa, serbest de olsa, siyaset de yapıyor olsa vatandaşlar arasında bunları görüşülerek halledelim. Bu süreçte İmralı'da yapılan görüşmeler, siyasilerin yaptığı temaslar, biz tabi muhatap olarak siyasileri alırız, hep siyasileri aldık ama çözümde kim katkı yapabilecekse herkesi sürecin içine soktuk.”
“Zihniyet aynı zihniyet”
Buradaki psikolojik sahiplenmenin çok önemli olduğunu vurgulayan Davutoğlu, toplumun da doğunun, batının da bunu sahiplendiğini belirtti.
Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Siyasi otorite olarak bunun için ne yapılması gerekiyorsa yaptık. Ama şu son olaylar gösterdi ki nasıl 90'lı yıllarda köy yakarak devletin bütünlüğünü koruduğunu zannediyordu yanlış bir zihniyet, şimdi de şehirleri yakarak birileri hak arayacağını zannediyor. Zihniyet aynı zihniyet. Ben CHP'ye ve HDP'ye 'vaaz zihniyeti' derken aslında bunu kastediyordum. Dersim'i bombalarken ülke bütünlüğünü garanti altına aldığını zanneden CHP zihniyeti ile ya da 90'lı yıllardaki Ergenekon vari yapılanmalar, faili meçhullerle ülkeyi bir arada tutacağını zanneden zihniyetle, Diyarbakır, o güzelim Diyarbakır, güzelim Mardin, Batman, Siirt'i ateşe, dumana, kana boğarak Kürtler'in haklarını koruyacağını zanneden zihniyet ayni zihniyet.”
“Çözüm süreciyle bu zihniyet değişmemiş mi oluyor?” sorusuna karşılık, Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:
“Oraya geleceğim. Biz şu iyi niyetle hep yaklaştık. Demokratikleşme paketlerini yaparız, gerekli adımları atarız. Geçen sene 30 Eylül'de bile bize verilen sözler yerine getirilmediği halde demokratikleşmeden hız kesmedik. Neydi bize verilen söz? Mayıs ayında sınır dışına çekilecekti bu terör örgütü mensupları. Silahlarını bırakıp çekileceklerdi. Silahlarını bırakmadılar, çekilmediler. Çünkü hep bir hesap içindeler. Tam o sırada Gezi olaylarının patlak vermesi bir tesadüf değildir. Birileri Türkiye'de bir yaranın, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı. Geriye çekilme durdu. Biz yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje bizim projemiz. Kürdüyle, Türküyle, her kesim projesi. Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle. Buna cevabımız bizim 30 Eylül'de yeni demokratikleşme paketi açmakla oldu, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde. Daha sonra Mesut Barzani'nin Diyarbakır'a gelişiyle, gittikçe artık çözüm süreci daha da toplumsal bir karşılık bulunca bu sefer 17 Aralık, 25 Aralık komploları bir başka gölge getirdi. Dikkat edin onu yapanlar aynı zamanda 2 sene önce, 3 sene önce KCK operasyonlarını yaparak yine bu yarayı derinleştiren kesimlerle aynı kesimler.”
“Kimse 'Ben bunu bilmiyordum” diyemez”
Davutoğlu, “Derin yapı dediğiniz o mudur efendim?” sorusu üzerine, “Öyle veya böyle, vesayet derin yapılarla... Mesele, birisi bir türlü bu yaranın kabuk bağlamasını istemiyor. Sonra o yaranın kabuk bağlamanın ötesinde yavaş yavaş şifa bulması ve yara gibi görülen şeyin organizmayla bütünleşerek bir şifa halini almasını istemiyor. Biz buna rağmen ve bütün bu şeylere rağmen çözüm sürecini kararlılıkla yürüttük. Bize verilen hiçbir söz yerine getirilmemiş olmasına rağmen, bütün bir yaz ve iki seçim geçti, bu seçimlerde nasıl bir baskı uygulandığını biz biliriz, oradaki AK Parti siyasilerine. İl başkanlarımızın kardeşleri öldürüldü, kendileri kaçırıldı, ilçe başkanlarımız, bir terör havası.
Mesaj şu, 'Burada siyaset olacaksa ben yaparım. Özgürlük olacaksa, ki benim anladığım kadar olur.' Bu işte aynı 90'ların şeyi. 'Siyaset yapacaksan sen yapamazsın bizim dediklerimiz yapacak', yani tersinden bir mantıkla bir yaklaşım sergileniyor. Hükümeti kurduk hemen çözüm süreci mekanizmasını ilan ettik. Arkasından Bakanlar Kurulu kararı çıkardık. Bütün bunları yaptık ve yol haritasında da mutabık kalındı. Mutabık kalındı derken, bunun bütün taraflarının bunu bildiğini bilerek söylüyorum. Devletin kanadında da herkes biliyordu, karşı tarafta da HDP vesaire, bu sürecin içinde olanlar. Kimse 'Ben bunu bilmiyordum, şurada şüphe ettim' falan diyemez. Herkesin bildiği bir yol haritasında mutabık kalalım ve bunu biran önce nihayete eriştirelim dedik.”