Güncelleme Tarihi:
Davutoğlu, İngilizce yaptığı ve dinleyicilerin konuşmasının en başında hem bakan hem de akademisyen kimliği olduğunu vurguladı, Arap devrimleri sırasında ve sonrasında ABD ile Türkiye’nin bölgedeki stratejilerini değerlendirdi.
Tunus’ta Yasemin Devrimi’nin başlamasından birkaç gün sonra, Ankara’nın iki prensip belirlediğini söyleyen Davutoğlu, bu prensiplerin Türkiye’nin Arap Baharı politikalarının şekillendirilmesinde hala geçerli olduğunu belirtti.
İlk prensip, değişimin artık gerekli olduğunun anlaşılmasıydı. Bu doğrultuda, Tunus’ta yaşananların münferit bir durum değil tarihinin akışının bir sonucu, herhangi bir iç ya da dış gücün dayatmasıyla değil kendiliğinden gelişmiş bir durum olduğunun da anlaşılması gerekiyordu.
İkinci prensip ise barışçıl bir dönüşüm yaşanması gerekliliğiydi. Türkiye’nin, etnik, dini ya da mezhepsel herhangi bir ajandası olmadığının altını çizen Davutoğlu, demokrasi, hukukun üstünlüğü, adil temsil, insan hakları yönünde haklı taleplerde bulunan bütün grupları desteklediklerini de sözlerine ekledi.
BAHAR DEĞİL BAHARLAR
Ancak Davutoğlu’nun bu halk hareketlerinin literatüre “Arap Baharı” olarak girmesine de itiraz etti. Her ülkenin birbirinden farklı koşulları olduğunu savunan Davutoğlu’na göre kelimeyi çoğul halde, “Arap Baharları” olarak kullanmak ve ülkeler arasındaki farkları iyi gözetmek gerekiyor.
Davutoğlu, Mart ayında Doha’da katıldığı El Cezire Forumu’ndaki konuşmasında katıldığı panelin başlığının “Gelecek geldi mi?” olduğunu hatırlatarak, “O zaman da söylemiştim: Gelecek geldi. Hatta gelecek geç bile kaldı” dedi.
Bunun açıklaması şu: Soğuk Savaş 1990’lı yıllarda Doğu Avrupa’da bitti, ancak Ortadoğu’da devam etti. Dolayısıyla Türkiye bugün bölgeye bir nevi Soğuk Savaş sonrası Avrupa’sı gözüyle bakıyor. Nasıl ki o dönemde Batı bu ülkelerde demokratik değerlerin savunulmasını desteklediyse, Türkiye de Ortadoğu’da benzer bir strateji uyguluyor.
ABD’Yİ ELEŞTİRDİ
Davutoğlu, bu noktada ABD’ye bir eleştiri getirdi. 90’larda Washington’ın Tunus, Cezayir, Ürdün gibi ülkelerde radikal İslamcılık korkusuyla değişim karşısında statükoyu desteklediğini söyleyen Davutoğlu, bölgedeki otokratik sistemin dönemin liderlerinin geliştirdiği üç söyleme dayalı olduğunu anlattı:
Birincisi liderlerin halklarını inandırdıkları, “Şimdi İsrail’le savaşıyoruz, güçlü olmamız gerek. Filistin meselesini çözelim sonra sıra özgürlüklere de gelecek” bahanesi. İkincisi liderlerin birbirlerini inandırdıkları, “Demokrasi kaos getirir” söylemi. Sonuncusu ise liderlerin ABD’yi inandırdıkları, “Eğer biz gidersek yerimize İslamcılar gelir” tehlikesi. Ancak Türkiye’nin son 9-10 yıllık performansı bu söylemlerin altının ne kadar boş olduğunu gösterdi.
2005’TE ÜÇ SEÇİM
Davutoğlu, Washington’ı geçmişte Ortadoğu’daki ülkelerle ilişkilerinde objektif standartlar uygulamamakla da eleştirdi. 2005’te Irak, Mısır ve Filistin’de seçimler yapıldığını hatırlatan Davutoğlu, ilk iki seçimin güvenlik ve özgürlükten uzak toplu oy kullanmalar olduğunu dolayısıyla gerçek birer seçim olmadığını ancak ABD tarafından memnuniyetle karşılandığını söyledi.
Dönemin uluslararası gözlemciler eşliğinde yapılan ve tek özgür seçimi olan Filistin’de ise sandıktan Hamas çıktı. Davutoğlu’na göre ABD’nin bu sonucu kabul etmemesi, bölge halklarında bir şüphe yarattı. Davutoğlu bununla birlikte Obama yönetimi döneminde bu şüphenin aşıldığını, Ankara ile Washington arasında mükemmel bir işbirliği kurulduğunu zira artık iki ülkenin de söz konusu demokratik ve özgürlükçü değerlere samimiyetle inandığını belirtti.
SURİYE İÇİN ÇOK TARAFLILIK ŞART
Davutoğlu, Suriye konusunda tek taraflı değil, Arap Birliği, ABD, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Türkiye’nin katılımıyla oluşturulacak çok taraflı bir süreçte çözüm aranması gerektiğini de söyledi:
“Biz ilk olarak tavsiye verdik, dinlemediler. İkincisi uyardık, yine dinlemediler. Üçüncüsü baskı uyguladık. Suriye’de akan kanı durdurmak için bu baskıyı artırmamız gerekebilir ama bu baskı tek taraflı olmamalı.”
Hem Türkiye’de hem de uluslararası kamuoyunda tartışılan “Neden Suriye’de de Libya’dakine benzer bir strateji izlenmiyor?” sorusuna üzerine basa basa “Suriye Libya değildir” yanıtını veren Davutoğlu özetle şöyle konuştu:
“Libya aşiret farklılıkları olsa da Müslüman, Sünni, Araplardan oluşan tek parçalı bir ülkedir. Ama Suriye’de çok dinli, çok mezhepli, çok etnik gruplu bir yapı var. Suriye’nin Irak, Lübnan, Filistin gibi çok karmaşık durumların yaşandığı komşuları var. Suriye Arap milliyetçiliğinin doğduğu ülkelerden biridir, siz burada herhangi bir şeyin ‘dışarıdan dayatılmış’ gibi görünmesine neden olursanız Baasçıların, Arap milliyetçilerinin tepkisini çekersiniz.”
HAMA’DA YOUTUBE MU VARDI?
Davutoğlu, Suriye’de herhangi bir etnik ya da mezhepsel grubun tarafını tutmanın bu ülkeyi iç savaş dönemi Lübnan’ına dönüştüreceğini belirtti.
Bununla birlikte Beşar Esad’ı babası Hafız Esad ya da Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’le de kıyaslamamak gerektiğini söyleyen Davutoğlu, bugün yaşanan devrimlerde teknolojinin rolüne de dikkat çekti.
Davutoğlu, “Hama ya da Halepçe’nin yaşandığı zamanda YouTube yoktu, internet yoktu, cep telefonu bile yoktu. Şimdi her şeyi çekip koyuyorlar, bütün dünya görüyor. Bu devirde hiç kimse dünyanın gözü önünde halkına silah doğrultamaz” dedi.
Sevin Turan