Güncelleme Tarihi:
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye politikası nedeniyle hükümetin en fazla eleştirilen bakanı. Komşularla “sıfır politikası”nın iflasından sorumlu tutuluyor.
Milliyet Gazetesi yazarı Derya Sazak, Cumhurbaşkanı Gül’ün Kırgızistan ziyareti dönüşünde uçakta Davutoğlu ile konuştu.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Değişmedim. Aynı yerdeyim. Hiçbir zaman savaş yanlısı olmadım. Suriye, hükümetin ‘yumuşak karnı’ olarak görüldüğü için eleştiriliyorum” diye içini döktü.
Davutoğlu’nun, PKK’nın artan saldırılarını Suriye’deki gelişmelere bağlayanlara yanıtı ise, “PKK terörü Suriye’den önce de vardı, ben Kuzey Suriye’de Irak’takine benzer bir Kürt özerk bölgesi oluşacağına ihtimal vermiyorum. Terörün Türkiye’yi tehdit etmesine izin vermeyiz” oldu.
Dışişleri Bakanı, 70 bini aşkın Suriyeli mültecinin sayısının daha fazla artmaması ve Esad rejiminin kendi halkına yönelik katliamlarının durdurulması için Batı’nın da harekete geçmesini istedi. Suriye’de yaşananların Bosna’dan, Kosova’dan farklı olmadığını söyledi. Fransa’nın inisiyatifiyle Suriye’deki “insanlık trajedisi”nin önüne geçmek üzere gerekirse güvenlikli “tampon bölge” oluşturulabileceğini, BM Mülteciler Komisyonu’nun yeni bir karar tasarısı üzerinde çalıştığını ve Türkiye’nin konunun 30 Ağustos’ta ele alınacağı Paris’teki toplantıya katılacağını anlattı. Davutoğlu “Tampon bölge Türkiye’nin tek başına inisiyatifiyle olsun demiyoruz ama Birleşmiş Milletler’in buna çözüm bulması lazım. BM niye var? Bu tür konularda çözüm üretmek için. Birleşmiş Milletler’in bütün misyonunu şu anda Türkiye üstlenmiş durumda. Yani o insani trajediyi Türkiye göğüslüyor, Ürdün göğüslüyor” dedi.
Sekiz ay bekledik
Davutoğlu, Suriye ile “ortak kabine toplantısı”ndan Libya’da, Mısır’da olduğu gibi “Esad rejiminin gitmesi” noktasına nasıl gelindiğini şöyle açıkladı:
“Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi bir sabah uyandık, Suriye ile bu noktaya gelmedik. ‘Arap devrimleri’nin Suriye’yi de etkileyeceğini görerek Esad’a demokrasiye geçiş konusunda aylarca destek verdik. 8 ay uğraştık. Beşar Esad başta Mübarek’in gidişinden çok memnundu. Ama sonra kendisinin, yani rejimin karakteri gereği otoriter yapısı ve içe kapanıklığı olayı değerlendirmesini engelledi ve biraz da babasının yaşadığı örneklerle belki bastırabileceğini düşündü. Hep şunu düşündü herhalde: ‘Ben önce bastıracağım, sonra demokrasi, biz hazır değiliz henüz’. Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız her aşamada Beşar Esad’a yardımcı olmaya çalıştılar. Seçim yapmasını önerdiler. Orduyu harekete geçirmeden sivil çözümler bulabileceğini söyledik. Ben de dedim ki, Sayın Başkan, eğer siz öyle bir gün gelecek ki o günde her yer güllük gülistanlık olacak, sonra reforma başlayacaksınız diye düşünüyorsanız, öyle bir gün gelmeyecek. Aksine siz muhalefete alanı açarsanız, genel af çıkarırsanız, muhalif örgütlenmelere izin verirseniz tansiyon düşer ve siz güvenlik tedbirlerine başvurmadan olayı kontrol edersiniz. Bunları çok açık konuştuk. Etnik ve mezhepsel olarak Suriye’de çıkacak bir çatışma ülkeyi parçalayabilirdi. Benim Esad’a karşı bir önyargım olsa Suriye ile sınırları açar mıydık?
Takip ettiğimiz üç politika vardı
“Sayın Başbakan defalarca uyardı: Orduyu alana sürme, reformları yap ve halkın desteğini kaybetme. Ramazana kadar biz yine de iyi niyetimizi sürdürdük. Hama katliamından sonra artık geri dönülmez bir noktaya gelmiştik. Başbakanımız son konuşmalarında muhaliflere karşı plastik merminin ötesinde asla silah kullanılmamasını söyledi. Ancak Esad’da bir güvensizlik ve korku vardı. Öncelikle olayları bastırmak istiyordu, demokrasiden önce güvenlik diyordu. Böyle diye diye batağa saplandı. Tuzağa düştü. Ülkesini iç savaşa sürükledi. Kurtulacağım derken her gün biraz daha saplanıyor. Biz bu saatten sonra halkına acımasızca katliam uygulayan zalim bir rejimin devamından yana olamayız. Böyle bir durumda bizim takip edebileceğimiz 3 politika vardı. 4’üncü bir politika vardı diyen bir babayiğit varsa, birisi varsa çıksın söylesin.
Birincisi; bütün bu katliamlara rağmen Esad’ın yanında duracaktık. İkincisi; karışmamak, yani sınırlarımızı kapatırız, şu anki 70 bin kişi gelen sınırın önünde birikir, orada o sınırda Suriyeli askerler ateş açar, çocuklar, kadınlar ölür... Üçüncü şık ise; Esad’a gerekli telkinleri yaparsınız, her şeyi denerseniz, sonra da dinlemiyorsa halkın yanında yer alırsınız ve politikanızı ona göre şekillendirirsiniz, yani geleceğe oynarsınız, bugüne değil. Biz stratejik bir perspektifle Suriye’nin geleceğine yatırım yaptık, çünkü her ülkenin geleceğini belirleyecek olan halkıdır.
Biz Suriye’nin içişlerine karışmadık. Bütün kanalları kullandık. Yani bütün bu süreçleri unutup birisi Türkiye niye Suriye ile bu noktaya geldi diye soruyorsa ben onda iyi niyet aramam. 1,5 yıl içinde gece gündüz sürdürdüğümüz çabaları görmezden gelmek olarak görürüm.”
Davutoğlu, Suriye’nin geleceği konusunda Arap Birliği, İran ve Rusya ile “diyalogu” da sürdürdüklerini bildirdi.
Savaş istemiyoruz
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye nedeniyle Ortadoğu’da mezhepsel ve etnik bir çatışma, “yeni bir soğuk savaş” istemediklerini, ancak 911 kilometre olan sınırda insani gerekçeler ve Kuzey Suriye’de “de facto bir PKK/PYD” yapılanması karşısında duruma seyirci kalınmayacağını, Kuzey Irak’a gidişinde Barzani’ye bildirdiğini açıkladı.
Davutoğlu şu örneği verdi:”Suriye’de bu çatışmalar sürerken birisi çıkıp şu bölge benim dedi. Diyelim Kürtler bunu ilan etti. Nusayriler Lazkiye’de ilan etti, Sünniler bir başka yerde ilan etti, Türkmenler bir yerde ilan etti, bu Suriye’nin parçalanması demek”.
Aynı şekilde Türkiye’ye sığınan kadın, çocuk ve yaşlılara ateş açılmasının da “müdahale nedeni” sayılacağını belirtti. Suriye’de kimyasal silah kullanılması ABD gibi Türkiye’nin de “kırmızı çizgisi.”
Davutoğlu; “Riskleri minimize etmeye çalışıyoruz. Suriye’ye karşı askeri bir müdahaleden yana olsaydık, uçağımız düştüğünde bunu yapardık. O zaman bile savaşı düşünmedik” diye konuştu.
Suriye’de “Esad sonrası” bir geçiş yönetimi için İran ve Rusya ile görüştüklerini anlatan Davutoğlu, “Suriye’den sonra Türkiye’ye sıra gelecek” diyen İran Genelkurmay Başkanı’na gereken yanıtın kendisi ve Başbakan Erdoğan tarafından verildiğini, ancak iki ülkeyle de ilişkilerin bozulmayacağını anlattı.
Davutoğlu, Türkiye’nin dış politikasının sadece “Suriye krizi”ne odaklanmasını da doğru bulmadığını vurguladı. Dışişleri Bakanı “Sanki Suriye’deki krizi Türkiye çıkardı. ‘Stratejik derinlik’ tezi bu krizlerin müsebbibiymiş gibi bir yaklaşım sergilemenin samimiyetle ve dürüstlükle hiçbir alakası yok. Bu kriz Arap toplumu içindeki, kendi içindeki büyük bir devinimden çıkan bir krizdir. Stratejik Derinlik adı altında öyle bir hava yaymaya çalışıyorlar ki o tezi, o tez üzerinden bir dış politika paradigmasını çökertmeye çalışıyorlar” dedi.
Eleştirenler 3 kategoride
Davutoğlu, kendisini eleştirenleri üç kategoriye ayırıyor: “Kaygılı ve iyi niyetliler, hükümet ne yapsa karşı olanlar ve diplomasinin arka planını bilmedikleri; konjonktürel düşündükleri veya formasyon eksikliği nedeniyle eleştirenler.
İsrail ve Suriye arasında barış çabaları misyonu sürdürürken veya Suriye’ye ortak kabine toplantıları yaparken ‘Yeni Osmanlıcılık’ yapmakla suçlanmış; Türkiye Ortadoğu’ya eklemleniyor diye eleştirilmiştim. İran’ın nükleer programı konusunda ABD’ye rağmen BM’de oy kullandığımızda ‘eksen kayması’ tartışması yapıldı. Türkiye yüzünü doğuya döndü, denildi. Şimdi de Suriye nedeniyle ABD taşeronluğu suçlaması yapılıyor. Halbuki biz İran’la bu anlaşmayı yaparken ve Suriye’yle bu politikayı takip ederken hep aynı ilkekler etrafında hareket ettik. Bunları ciddiye almıyorum.”
Arakan'a niye gittim?
Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’la Mynmar ve Arakan’a yaptığı ziyaret nedeniyle de eleştirilen Davutoğlu, şöyle konuştu: “Şemdinli varken Arakan’a niye gittiniz diye yazdılar. Oraya ben yardım gönüllüsü olarak gitmedim, görevim Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’a eşlik etmek de değildi. Şimdi bütün bu diplomatik arka planı hiç düşünmeden Dışişleri Bakanı’nın ne işi var orada derse, bunu iyi niyetle ben bağdaştırmam. Myanmar Dışişleri Bakanı’yla şahsi dostluğum var. Mart ayında orada elçilik açtık. Ayrıca orada şehitlerimiz var. Mynmar Cumhurbaşkanı ile 45 dakika planlanan görüşmemiz 45 dakika sürdü. İlk defa ülke dışından bir heyet, Arakan’a girdi ve Türkiye’nin yardımını götürdü. Kızılay ve Kızılhaç işbirliği yaptı. Bunların bir anlamı yok mu?”