Güncelleme Tarihi:
Sultan Abdülhamid'le ilgili olan ve ayrıntıları seksen küsur senedir öğrenilemeyen bir muamma, geçen haftalarda çözüldü...
Muamma, hükümdarın şahsi servetinin elinden alınışıyla yahut resmi ifadesiyle ‘‘millete bağışlanmasıyla’’ ilgiliydi... Abdülhamid 1909'da, 31 Mart ayaklanmasından hemen sonra tahtından indirilip Selânik'e gönderilmiş, orada Alâtini Köşkü'ne kapatılmıştı... Nakit parası ve hisse senetleri Osmanlı Bankası'yla Deutsche Bank'ta duruyordu ve bütün varlığını ‘‘millete devretmesi’’ için iktidarı ele geçiren İttihad ve Terakki Partisi'nin bitmeyen baskısı altındaydı. Abdülhamid baskılara her ne kadar karşı koymaya çalıştı ve ‘‘Ben kalabalık bir ailenin reisiyim. Haremlerimin ellerinde hemen hiç para yoktur. Küçük evlâdlarım beş parasızdırlar. Sonra ne olacaklar?’’ dediyse de dinletemedi ve servetini İttihadçılar'a devretmeye mecbur oldu.
Gayrımenkulleri, kendisinden sonra tahta çıkan kardeşi Sultan Reşad'ın yayınladığı bir fermanla elinden zaten alınmıştı... Paraların devir işi de 1909 Temmuz'unda yapıldı. Abdülhamid, İttihadçılar'ın isteğiyle Osmanlı Bankası'ndaki hesabının 40 bin 375 lira 79 kuruşluk kısmını bir çekle Deutsche Bank emrine verdi, nakit olarak aldığı 13 bin 733 lira 55 kuruşu da Selânik'e gelen parti yetkililerine teslim etti.
Hükümdarın servetinin işte böyle zorla fakat meşru bir biçimde elinden alınmasının üzerinden tam 89 sene geçti... Servetin gaspedildiği biliniyordu ama nasıl alındığının, darbecilere ne şekilde devredildiğinin ayrıntıları ‘‘135 Yıllık Bir Hazine-Osmanlı Bankası Arşivi'nde Tarihten İzler’’ isimli kitabın geçenlerde yayınlanmasına kadar pek ortada değildi...
Kitapta Abdülhamid'in Osmanlı Bankası'na 1886'dan başlayarak yatırdığı vadeli mevduatın belgeleri, Deutsche Bank lehine yazdığı çek, nakit parasını aldığına dair Osmanlı Bankası'na verdiği ibranameyle diğer belgeler var ve çoğu ilk defa yayınlanıyor... Şimdiye kadar ortaya çıkmamalarının sebebi ise, bankanın arşivinin daha yeni açılıyor olması...
Bakın, nasıl:
Osmanlı Bankası, faaliyetini geçen asırdan bugüne kadar kesintisiz sürdüren çok az sayıdaki birkaç müessesenin başında geliyordu. Tasnif edilmemiş olmasına rağmen dağıtılmayıp iyi muhafaza edilmiş büyük bir arşivi vardı.
Osmanlı Bankası'nın bugüne kadar başına geçen hiçbir yöneticinin yapmadığını yeni genel müdür Aclan Acar yaptı: Bankanın bir yerde son dönem Osmanlı mali arşivi gibi olan onbinlerce evrakını tasnife tabi tutturdu. Bir ‘‘Osmanlı Bankası Tarihi Araştırma Merkezi’’ kurdu ve bankanın tarihinin yazılması konusunda bir projeye girişti. Projenin başında şimdi Boğaziçi Üniversitesi'nin tarih bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Edhem Eldem bulunuyor ve Eldem'in yeni yayınladığı ‘‘135 Yıllık Bir Hazine-Osmanlı Bankası Arşivi'nde Tarihten İzler’’ isimli kitap, çalışmaların ilk ürünü...
Banka arşivindeki tasnif devam ettikçe, bu şekilde daha birçok belgeler ortaya çıkacak gibi...
İftar yemekleri
Halep dolması
Patlıcanlar tepeleri kesip soyulur, oyulur ve tuzlu suya atılır. Yağlı koyun kıymasına patlıcanların çıkartılan içinin bir kısmı, çiğ pirinç, soğan, tuz, biber, nane ve safran yoğrularak ilâve edilir. Patlıcanlar bu şekilde doldurulduktan sonra kesilen tepeleri üzerlerine kapatılır. Alt tarafına kemik dizilmiş olan tencereye yerleştirilir ve üzerine koruk suyu ilâve edilir. Kor üzerinde suyunu çekene kadar pişirilir. Patlıcanların siyah kabuğa kadar iyice oyulması gerekir (‘‘Melceü't-Tabbâhin’’den).
Reşad Ekrem'in giyim kuşam sözlüğü
Geysu
‘‘Omuza dökülen saç’’ anlamına gelen, Farsça bir kelimedir. Kâkül ve perçemle karıştırılmaması gerekir. Genellikle kadın saçlarının bir şekli anlamına gelirse de, erkekler hakkında da kullanılmıştır. Eski toplum hayatımızda kadın ve kız gibi saç uzatmış olan tarikat şeyhlerine, melâmi dervişlerine ve kalender aşıklara da ‘‘geysudar’’; bu kişilerin yanlarında dolaşıp hizmetlerini gören mürid ve can yoldaşı gençlerine de ‘‘geysudar civan’’ adı verilmiştir.
Hattın ustaları
Cemâleddin Yâkut
Hat sanatında ekol kurmuş en önde gelen isimlerden olan Yakut-ı Musta'sım;'nin adı, hicretin 600. yılına doğru duyuldu. Doğum yeri bilinmeyen ve son Abbasi Halifesi Musta'sım'ın kölesi olduğu sanılan hattatın Bağdad'da veya Amasya'da dünyaya geldiği söylenir. Hayatı böyle efsanelerle karışmış bir halde bulunan Yakut'un 1001 adet Kur'an yazdığı da anlatılır. Hiçbir zaman kaybolmayacak bir yazı biçimi geliştiren Yakut, hattatlar arasında ‘‘Kıbletu'l-Küttâb’’, yani ‘‘yazıcıların kıblesi’’ adıyla anıldı ve 1298 yılında Bağdad'da vefat etti.
Tarihin tuhaflıkları
Bir bardak suda boğulan denizci
Hasköylü Salih, İkinci Abdülhamid devrinde Haliç'te sandalcılık ediyordu. Tam 15 defa deniz kazası geçirdi ve hiçbirinden küçük bir zarar bile görmeden kurtuldu. Ama bir gün Hasköy'deki kahvede otururken içtiği su yüzünden hayatından oldu.Su boğazında kaldı ve 15 deniz kazasını atlatmış olan Hasköylü Salih bu bir bardak sudan kurtulamadı.
Abdülbaki Gölpınarlıu
İcâzet nedir?
‘‘İzin’’, ‘‘ruhsat’’ anlamına gelen Arapça bir sözdür. Tarikatta ulu sayılan birini ziyarete giden kişi, ondan izin almaksızın huzurundan ayrılamaz. Ya o zat ‘‘Buyurun’’ diyerek niyâz edip gitmelerine izin verir;yahut gidenler ‘‘icâzetinizle erenlerim’’ deyip ruhsat alırlar, niyâz edip görüşerek huzurundan ayrılırlar.
İcazetin bir başka anlamı da, şudur: Bir şeyh dervişlerinden yahut muhiblerinden birini şeyh yapar, muhib ve derviş yetiştirmesine izin verir, aynı zamanda bu izni yazılı ve mühürlü bir kâğıtla da tevsik eder. Bu yazılı kâğıda ‘‘icâzetnâme’’ derler. Halife yapılan kişiye verilen kâğıda ise ‘‘hilâfetnâme’’ adı verilir.
Büyük sözler
Kulum, sâhibimi âzâd ettim... O kişiyim ki, üstâdımı üstâd etmişim ben... Bir canım var ki, âlemden daha dün doğdum sanki ve doğar doğmaz da eskimiş dünyayı yeniledim, mamur bir hale getirdim. Öylesine bir mumum ben ki şu dâvaya girişmişim: Demiri demir eden, ona sertliği veren benim. Gam gecesindeki kara bulutum ama bayram gününün gönlüne ben neş'e verdim. Ne şaşşılacak bir toprağım ki aşk ateşiyle gökyüzünün dimağına topraklar savurdum. Nice gözsüzlere sürme çektim, gördüler; Nice akılsızları üstâd ettim ben. Eski dünyayı da, yeni dünyayı da bir anda itaate getirdim, âciz birhale soktum. Susmaya bak, sözü bırak; çünki sözü bıraktım ben artık...
Mevlânâ