Güncelleme Tarihi:
Rus asıllı ABD'li anarşist Emma Goldman, "dava yolunda mücadele verilirken neşeyle dans etmesinin yakışık almadığını" söyleyen "yoldaş" kuzenini nasıl payladığını 1931 tarihli otobiyografisinde anlatır.
Goldman'ın ağzından tam olarak bu şekilde çıkmasa da, bu olayla ilgili şu sözler sonradan çok meşhur olmuştur:
"Eğer dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir!"
Mısır'da da "devrim" oldu, ama "devrimciler" arasında benzer bir "eğlence" sorunu yaşanıyor.
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye hakaret ettiği iddiasıyla çağrıldığı savcılıkta beş saat ifade verip dün kefaletle salıverilen ülkenin en ünlü komedyeni Besim Yusuf'tan bahsediyorum.
Yusuf'un programının birkaç bölümünü İngilizce altyazılı olarak izledim.
"İlham kaynağım" dediği Jon Stewart'a esinlenmenin ötesinde biraz fazla öykündüğü, neredeyse onu taklit ettiği izlenimini edindiğimden, Yusuf'u mizahi açıdan pek başarılı bulmadım. (Bu arada ben Jon Stewart'ı da çok sevmem. Colbert gibisi yok!)
Hiç şüphesiz Yusuf, mesela bir Cem Yılmaz'ın güldürme yeteneklerine sahip değil.
Buna karşın, Cem Yılmaz'ın, "Hükümeti eleştirmediğin sürece en iyi baba da sen olursun, en iyi kazanan da" diye eleştirilmesine neden olan daha zor bir işi gayet beceriyor Yusuf...
Bu iş, Mısır toplumunda eğlencenin ötesinde bir boşluğu doldurmak, halkın bir talebine cevap vermekten ibaret:
Mısır tarihi boyunca isimleri değişmekle birlikte, baskıcı karakterleri aynı kalan iktidar seçkinlerini denetleme talebi...
Çünkü Mursi'nin konuşma ve jestlerini taklit eden Yusuf sadece bir palyaço gibi insanları güldürmüyor.
O aynı zamanda bir gazeteci gibi "fact-checker" görevi yapıyor.
Yani Cumhurbaşkanı'nın söylediklerinin gerçeğe uygunluğunu somut veriler ışığında denetliyor (Mursi'nin "Siyonist domuzlar" lafını arşivden çıkarıp dünya gündemine getiren de odur.)
Ve şimdi İslam'a da hakaret ettiği kisvesi altında Yusuf'u hapsetmeye çalışıyorlar.
Avukatı, "Suçlamanın bu yönü tamamen kitleleri Yusuf'a karşı galeyana getirmek için" diyor.
Yusuf'un kendisi ise şöyle konuşuyor:
"Biz dine hakaret etmiyoruz. İslam'a herkesten fazla zarar verenleri ifşa ediyoruz. Dine hakaretten asıl soruşturmaya uğraması gereken kişiler, İslam'ı bir silah ve siyasi araç olarak kullanıp diğerlerini yok etmeye çalışanlardır."
* * *
Antik Atina'nın Aristofanes'inden 19'uncu yüzyıl Fransa'sının Maurice Joly'sine, Sovyet Rusya'dan bugünün ABD'sine her zaman ve mekanda, siyasi hiciv sahnesindeki kahramanların ezici çoğunluğu özgürlükçüdür.
Özellikle de muhafazakarların siyasi hicivden çekinmesi, özelde onu ve genelde tüm siyasi mizahı kontrol altına almanın muhalefeti dizginlemenin öncelikli yolu olduğuna inanması işte bundandır.
Elbette, muhafazakar olmasa bile her siyasi iktidar, kamusal söylemi olabildiğince kontrol altına almak ister. Bugün mesela ABD'de de bu böyledir. Türkiye'de de geçmişte çok sayıda parti ve liderin bu yolda harcadığı çabaları biliyoruz.
Ancak geçmişte Turgut Özal, Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Necmettin Erbakan gibi pek çok siyasetçi çok daha ağır dozajla hicvedilmiş olsalar bile, son 10 yıldır siyasal iktidarın mizahçılara gösterdiği tepkileri göstermediler.
Başbakan Erdoğan'ın karikatürist Musa Kart'a açtığı davayı ve mizah dergilerine yönelik diğer yasal süreçleri hatırlayın.
Türkiye'de bugün örneğin Plastip Şov'un veya doğrudan siyasi mizah yapan bir programın olmaması, toplumdaki bu "baskı algısının" sonucu olarak görülebilir.
Gazetecilerin hapsedildiği bir ortamda, ifade özgürlüğünün koruması altında olması gereken mizahın da ürkekleşmesi, internet dehlizlerine sürüklenmesi normaldir.
İktidar yanlısı bir mizahın mümkün olmadığı da, verilen örneklerden görülmektedir. Bu tür mizah, talep olmadığı için satmazken; eleştirel mizahın alıcısı olan kitleler, onu nerede olursa olsun bulmaktadır.
Oysa özellikle de siyasi hicvin ortadan kalkması, Avrupa Birliği'nin demokratik standartlarını yakalamayı hedef seçmiş bir ülkenin bu yönelimiyle bağdaşmıyor.
Dahası, sistem kritik bir denge-denet unsurunu kaybettiğinden devletin; tansiyonu düşüren bir basınç dengeleyiciden mahrum kalındığından tüm toplumun zararınadır bu süreç...
Yusuf ve benzerlerini hapsetmek kadar, onları yıldırmak veya -belki daha da kötüsü- onların kamuoyu önüne çıkmasını daha baştan engelleyecek bir mekanizma kurmak da, demokrasiyi ademe mahkum etmek demektir.
Türkçe'deki "Ağlatan gülmez" ve Batı dillerinden gelen "Son gülen iyi güler" atasözleri, tam da bu konuya ilişkin birer uyarı gibi geliyor bugün kulağa...
* * *
"Arap Baharı" diye genellenen birbirinden çok farklı toplumsal hareketleri toptan "devrim" diye nitelemenin yanlış olduğunu son iki yıldır epey yazdım.
Gerçek bir demokratik devrimi henüz gerçekleştirememiş olsa da buna en çok yaklaşanın ve en çok umut verenin Mısır olduğunu da...
Müslüman Kardeşler iktidarının Yusuf'a ve diğer demokratik seslere bugün yaptıkları endişe verici olsa da, Mısır toplumunun geniş bir kesminin demokrasiye sahip çıkmayı sürdürmesi şahsen umudumu korumama yetiyor.
Çünkü Yusuf'a yapılanlara bakıp şöyle diyen Mısırlılar çoğunlukta:
"Eğer dalga geçemeyeceksem, bu benim devrimim değildir."
- Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA'nın iletişim bilgilerine ve bloguna http://www.emrekizilkaya.com adresinden ulaşılabilir. Ayrıca: http://www.twitter.com/ekizilkaya