Güncelleme Tarihi:
Bu konuda en şanslı din olan İslam bile bu ihanetler tarihinin dışında kalamamıştır. Onun tarihi de akla ve aklı temsil edenlere ihanetlerle doludur.
Bugünkü dünyada ise akla ihanetin neredeyse sembol ülkeleri, adına ‘İslam dünyası’ dedikleri coğrafyanın ülkeleridir.
Akla ihanet, aklı en ileri derecede işletenlere, daha net bir deyimle dahilere ihanetle eşanlamlıdır. Sokaktaki adamın aklına ihanet veya tasallut kimsenin aklına gelmemiştir, gelmez. Önemli olan aklı bir yaratıcı enerji olarak kullanıp boyut değiştirecek imkânları toplumun önüne koyanlardır. Yani dahiler.
Hayatın ve insanın yükselmesini istemeyenlerin temel düşmanları dahilerdir.
Her türden dehanın değişmez düşmanı ise dincilik yani Allah ile aldatanlardır.
İslam’da bu tipe ‘yobaz’, ‘mürteci’ veya ‘mutaassıp’ denir. Mürteci ve mutaassıp tâbirleri Kur’an kaynaklıdır.
Çünkü taassup ve irticadan en çok şikâyeti olan kitap Kur’an’dır. Bütün mürteci ve mutassıplar, öncelikle Kur’an’ın düşmanı olarak bilinmelidir.
Türkiye’deki sözde aydınlar, laiklik ve aydınlık adına bu gerçeği anlatacakları yerde, taassup ve irticayı sadece kendilerinin düşmanı gibi göstererek halt ettiler. Ve sonuçta kendi başlarına da çorap ördüler.
Taassup ve irticaya son yüzyılda iki bela daha eklendi:
1. Siyaset dinciliği,
2. Haçlılarla işbirliği dinciliği.
İşin bu kısmını biz, ‘Yakın Tarihimizde Papaz-Molla İşbirliği’ adlı eserimizle tarihin ve milletin önüne koyacağız.
Gelelim şimdiki zamana:
Hurafeciler ve siyaset dincileri, Kur'an’ın ismini zikrederek saygınlık elde etmektedirler ama ‘adres’ olarak Kur’an’ın gösterdiği adresleri değil, Emevî-Taliban fıkhını göstermektedirler. O fıkıhla gidilecek yer ise çağın dışıdır, Taliban cehennemidir. Kur’an ise çağın üstüne çağıran bir kitaptır.
Kur’an’ın, çağın üstüne çağıran beyyineleriyle, tarihsel (geldiği zamanla bağımlı) beyyinelerini birbirinden ayırmak siyaset dincisiyle hurafecilerin ne işidir ne de niyetlerinde olan. Onu ancak akla pranga vurmayan Kur’an erleri yapabilir. Ne yazık ki İslam dünyası o erlere asırlardır nefes aldırmıyor.
Müslüman geçinen halkların akılcı din bilginlerine yaptıkları kötülükler Allah’ın gazabını harekete geçirmiş ve Cenabı Hak, bu tabucu Müslüman halkların meselelerinin çözümünü Kelimei Şehadet düşmanı Haçlıların insafına bırakarak akla ihanet eden İslam dünyasını ağır biçimde cezalandırmıştır.
Allah âdildir ve ceza amel cinsindendir.
Can alıcı örneklerden birini verelim:
İslam fıkıh tarihinin akılcı iki büyük dehası, Şafiîfakîhi Kadı Abdülcebbar (ölm. 415/1024) ile Hanbelî fakîhi Necmuddin Tûfî (ölm. 716/1316)asırlar önce şunu ilan etmişti:
“Kur'an'daki amaç değerler, zaman üstü değerler, temel ilkeler dışındaki bütün hükümler tarihseldir. ‘Maslahat ilkesi’, yani kamu yararı ilkesi öne çıkarılarak, yeni hukukî düzenlemeler buna göre yapılmalıdır.”
Tûfî ve Abdülcebbar’ın fıkıh tarihindeki bu hayatî tezleri akıl düşmanı hurafe saltanatları tarafından saklanmış, Müslüman kitlelerin bahtını aydınlatacak bu tezler etkisiz kılınmıştır. Bu tezlerin Müslümanların hayatına girmesi, Abdülcebbar’dan bin küsur, Tûfî’den ise yedi yüz yıl sonra, Türk-İslam aydınlanmasının önünü açan Gazi Mustafa Kemal’in Bağımsızlık ve Aydınlanma Savaşı sayesinde mümkün olmuştur. Atatürk bu fıkıh dehalarının söylediklerini aynen söylemekle kalmamış, söylenenleri hayata geçirmiştir.
Mustafa Kemal’in yirminci yüzyılda Türkiye’de yaptıkları, Abdülcebbar, Tûfî ve benzeri İslam fıkıh düşünürlerinin yapmak istediklerinin ta kendisiydi. Ben, İslam imanının bir evladı olarak şuna inanmaktayım:
Müslümanlar, Mustafa Kemal’le ilgili şu tespitimizin önümüze koyduğu gerçeği görüp onun gereğini yaptıkları gün, İslam dünyası tıpkı ilk akılcı dedeleri gibi, insanlık kervanının önüne geçeceklerdir.
İslam düşmanı emperyalist Batı bütün bunları biliyor. Bildiği içindir ki, bütün gayretini Mustafa Kemal mirasını yok etmeye uyarlamıştır.
Abdülcebbar ve Tûfî’ye göre, Kur'an'ın araç (vesâil) hükümlerdeki bütün tespitleri tarihseldir.
Bugün, insanlığın geldiği yere bakıp Kur’an’ın gönderdiği beş temel adrese giderek, yeniden yapılanmak gerekmektedir. Bu yapılanmanın yolunu açmada, imkânlarını, atmosferini yaratmada en güvenilir çare ve en büyük şans laikliktir.
Türkiye, Kur’an’ın gösterdiği adreslere giderek dinle çağı ve aklı kucaklaştırmak için, hem Allah’ın adını kullanarak aldatanların kıskacından hem de dini hor gören inkâr kıskacından kurtulmak zorundadır.
Türk insanının, ‘Allah’ diyeni ‘laiklik düşmanı’ ve ‘laikim’ diyeni ‘din düşmanı’ ilan eden bu iki ahmak kıskaçtan kurtarılması lazımdır. Bu, üniversite koridorlarında atılan nutuklarla olmaz. Felsefî omurgası olan yepyeni bir siyaset projesi ve bu proje etrafında kümelenmiş yeni bir kadroya ihtiyaç vardır.
Ve o kadroya vekâlet verecek ‘canı yana yana bilinçlenmiş’ bir halka ihtiyaç vardır.
Türkiye'nin, hava ve su kadar muhtaç olduğu temel iki değer budur. Türkiye, bunu süratle gerçekleştirmelidir. Aksi takdirde, önündeki dönem çok ıstıraplı bir zaman olacaktır.
Batı'nın bu noktadaki tavrı son derece tehlikelidir.
Batı, Türk halkının kendine ve geleceğine sahip çıkmasını asla istememektedir. Sürekli bir biçimde Atatürk'e karşı çıkmaları bu yüzdendir.
Atatürk, İslam dünyasında ‘prangalanan akla karşı, işletilen akıl’ı temsil ediyor.
Batı’nın, Türkiye ile ilgili olarak geliştirdiği politikalar, laikliğin dibini oyarak Müslümanların işletilen aklı yakalamalarına engel olan politikalardır.
Batı biliyor ki, işletilen akıl devreye girmeden Kur’an’dan zerre kadar hayır göremezsiniz. Çünkü “Allah, aklı işletmeyenler üzerine pislik atar” diyen kitap Kur’an’dır. (Yûnus, 100)
Özetlemek gerekirse, gerçek İslam'ın, modern hayatla sorunu olması mümkün değildir. Sokaklarda örneği verilen ve camilerden bize din olarak anlatılan anlayışın ise, değil modern hayatla, insanı insan yapan hiçbir değerle bağdaşması mümkün değildir.
Bu ‘uydurulmuş İslam’, sırtımızda bir kamburdur. Bunu sırtımızdan atıp, Kur'an’ın aydınlık dünyasıyla tanıştığımız zaman, Tanrı ile de doğa ile de kendi benliğimizle de barışma imkânını elde edeceğiz.