Güncelleme Tarihi:
Medeniyet tarihi, isimleri bugüne dek gölgelerde kalmış bir avuç insana çok şey borçlu. Kendilerine Monuments Men (Anıt Askerleri) diyen bu sıradışı karakterler, Nazilerin yağmaladığı milyonlarca eseri yok olmaktan kurtardı. Onların isimlerini yok olmaktan kurtaransa, aynı isimle bir kitap yazan, tarih meraklısı ve sanat âşığı Amerikan işadamı Robert Edsel.
Edsel’in konuya ilgisi Floransa’daki müzelerde gezerken, “Yüzyılın en yıkıcı savaşından sanat eserleri nasıl sağ kurtuldu” sorusuyla başladı. Biraz araştırınca, 2. Dünya Savaşı sırasında Müttefik ordularında ‘Monuments, Fine Arts and Archives - Anıtlar, Güzel Sanatlar ve Arşivler’ adlı, o güne dek ihmal edilmiş bir birime ulaştı. Edsel’in bize anlattığına göre, burada çalışanlar kendilerine kısaca ‘Monuments Soldiers – Anıt Askerleri’ diyordu.
Edsel, 2006’da onlardan birine, Lane Faison isimli askere ulaştı. Faison’un oğlu “Babam konuşmakta güçlük çekiyor” diye uyarmasına rağmen onunla saatlerce sohbet etti. Görüşme sonrası Faison, sandalyesini Edsel’e iyice yaklaştırıp, “Hayatım boyunca seninle tanışmayı bekledim” diyecekti. Bir hafta sonra da 99 yaşında vefat etti. “Lane’den o kadar etkilenmiştim ki, ölümünün ardından, bu kahramanların hikâyesini dünyaya duyurmaya yemin ettim. Bu uğurda kitaplar yazdım, vakıf kurdum.”
Araştırmaları Edsel’i, filmde George Clooney’nin canlandırdığı Kıdemli Albay George Stout ismine götürdü. Monuments Men’in hikâyesi onunla başlıyor. Stout, kariyerini sanat eserlerinin bakımı ve korunması alanında ilerletmiş, Harvard Üniversitesi’nde çalışan bir uzmandı. ABD savaşa katıldığında bin bir dil dökerek, dönemin başkanı Roosevelt’i ikna etti. Roosevelt’in de desteğiyle bir birim kuruldu ve bu birim Normandiya Çıkarması’ndan saatler sonra, Fransa’da 10 askerle işe başladı. Edsel’in ifadesiyle ‘kültürel hazineyi koruma savaşına’ 13 farklı milletten, büyük çoğunluğu asker olmayan (sanat tarihçisi, ressam, müzisyen, müze görevlisi vb) 350 gönüllü katıldı. Bu görev esnasında iki kişi hayatını kaybetti. “Yaş ortalaması 40 olan ve her şeylerini geride bırakan bu gönüllüler silah kullanmayı bile bilmiyorlardı.”
Kitabın isminin çağrıştırdığının aksine, birim sadece erkeklerden oluşmuyordu. Örneğin, filmde Cate Blanchett tarafından canlandırılan Rose Valland, Nazilerin yağma merkezi olarak kullandıkları Jeu de Paume Müzesi’nde casusluk yaparak bir tren dolusu sanat eserinin Almanya’ya kaçırılmasını önledi. Valland, Monuments Men içindeki 30 kadından sadece biriydi. Edsel, kitabının filme çekilmesi aşamasında oyuncularla da yakın çalışmış. O sırada her hafta Clooney’le telefonda görüştüğünü anlatıyor: “Clooney bu kitabın iyi bir öğrencisi oldu. Diğer oyuncular da... Çekimler esnasında film icabı bile olsa sanat eserlerinin yakılışına tanık olmak onları kahretti.” Kurtarılanlarsa, bugün hepimizi mest ediyor.
Hitler için binlerce eser çalındı
,Monuments Men (Anıt Askerleri) tarafından kurtarılan eserlere dair rakamlar dudak uçuklatıyor. 5 milyondan fazla eser Nazilerden geri alınıp el konulduğu ülkelere iade edildi.
,Bunlar arasında Da Vinci’den ‘Kürklü Kadın’, Michelangelo’dan ‘Brüjlü Madonna’, Vermeer’den ‘Astronom’ gibi paha biçilemez örnekler var. Toplam değerleri trilyonlarca dolar.
,Monuments Men sadece tünel, bodrum ve madenlerden çalıntı eser kurtarmadı. Mevcutları da çalınmaktan korudu. Savaş sürerken, Louvre Müzesi’nden 400 bin, Hermitage Müzesi’nden 1 milyon 200 bin eser tahliye edildi. Yine gizleme amacıyla Mona Lisa’nın yeri altı defa değiştirildi.
,Van Gogh için “Gökyüzünü yeşil, ağacı mavi resmetmek insanlık dışıdır” diyen Hitler’in
emriyle ‘uygunsuz’ görülen eserler yok edildi.
Kitabın yazarı Edsel’e göre, en iyimser tahminle 1 milyon eser artık yok.
,Naziler, Hitler için toplanan eserlerin envanterini çıkardı ve albümler oluşturdu. Bunlara eserlerin fotoğrafları konuldu; eserin ismi ve hangi aileden çalındığı not düşüldü. Bu albümlerden 39 tanesi 1945’te Monuments Men tarafından bulundu (2007’de 4 tanesine daha ulaşıldı).
Havada yine adrenalin kokusu var
Liam Neeson yaşlandıkça yerinde duramayanlardan. İrlandalı aktör, 60’ından sonra ‘aksiyon yıldızı’ olup çıkıverdi. Emektar oyuncu bu hafta da ‘Non-Stop’ta, bu kez yerden 40 bin feet yükseklikte seyirci koltuğunda oturanlara adrenalin yüklüyor. Jaume Collet-Serra’nın (‘House of Wax’, ‘Orphan’ gibi filmleriyle tanıdığımız Katalan yönetmen uzun süredir Holly-
wood’da çalışıyor) yapımda, ‘11 Eylül’ sonrası ortaya çıkan ve gökyüzündeki güvenliğini sağlamaya çalışan hava polisliği biriminden Bill Marks’ın koruması altındaki 146 kişilik uçakta yaşananlar anlatılıyor. Kimliği belirsiz bir suçlu, cep telefonuna attığı mesajlarda Marks’ı, istediği 150 milyon dolar verdiği hesaba yatırılmazsa her 20 dakikada bir yolculardan birini öldürmekle tehdit ediyor. Alkolik ve sorunlu bir geçmişi olan Marks’ı, dış dünyaya suçlu gibi gösteren esrarengiz korsan, çok geçmeden ne kadar ciddi olduğunu hatırlatıyor.
Mesajlara dikkat!
Hem uçağın klostrofobik yapısını hem de yerden bilmem kaç bin yükseklikteki fiziksel koşulların ürkütücülüğünü kullanarak ilerleyen ‘Non-Stop’, doğrusunu söylemek gerekirse konu ve görsellik bazında istediği etkiyi sağlayan bir gerilim olmuş. Sürekli şüphelilerin ve dengelerin yer değiştirdiği atmosferin yanı sıra bilgisayar destekli özel efekt sahnelerinin de inandırıcılığı, filmi kayda değer kılıyor.
Neeson’ın -ki ‘Unknown’da da Collet-Serra’yla çalışmıştı- yanı sıra Türkiye’nin yeni tanıtım elçisi Julianne Moore, Lichelle Dockery, çiçeği burnunda Oscar’lı Lupita Nyong’o, Corel Stoll gibi oyuncuların boy gösterdiği yapım, Denzel Washington’lı ‘Flight’tan sonra 70’lerin o ünlü ‘Concorde’ serisine bir anlamda selam gönderiyor. Sonuç olarak ‘Non-Stop’, perdede heyecan arayanlar için son derece uygun bir fırsat.
(‘Geyik spoiler’: Filmdeki mesajlaşmalar Türkçe. İlk anda “Taken 2’dan dolayı Neeson, Türkçeyi söktü mü?”
diye düşünüyorsunuz ama zamanla altyazıların özel olarak Türkçe yazıldığını anlıyorsunuz, en azından bu cephede heyecana mahal yok!)
Zulüm tarihimizden bir sayfa...
İlk kez geçen ekimde Antalya Film Festivali’nde seyirci önüne çıkan ‘Mavi Ring’, Fuat Kav’ın 1989’da Eskişehir Hapishanesi’nin boşaltılması sonucu Aydın’daki hapishaneye sevki yapılan bir grup siyasi tutuklunun nakil işlemleri sırasında yaşadığı acıları anlatan kitabından sinemaya uyarlanmış. Siyasi bir konuyu son derece sade ve etkileyici bir dille anlatan, faşizmin bu ülke tarihindeki sonsuz günahlarından birine dikkat çeken, zaman zaman tiyatro oyunu havasına bürünse de meselesini sinema yoluyla çözmeyi başaran Ömer Leventoğlu imzalı film, geçen yıl ‘Gezi’ sayesinde yeniden hatırladığımız ‘Direniş ruhu’nun sinemamızdaki uzantılarından biri olmayı başarıyor. Öykünün içine zamanla dahil olan doktor Pınar karakteri de yaşanan zulme, devlet eliyle dayatılan şiddete bir anlamda ‘dışarıdan’ bakan ‘Tarafsız’ların tarafını seçme durumunu ‘Vicdan olgusu’ üzerinden hatırlatıyor.
Toplumsal hafızamızı tazelemek ve ‘Zulüm tarihimiz’e daha yakından bakabilmek için bu tür filmlere ihtiyacımız var. Kaçırmayın derim...
‘Erkeklik halleri’
Uğur Yücel yine ‘Erkeklik halleri’ üzerine bir filmle karşımızda. Uzaktan uzağa ‘Yazı-Tura’ya da selam gönderen ‘Soğuk’, Kars’ta evli olup genç bir Rus hayat kadınına âşık olan bir demiryolu işçisi üzerinden sert ve tutkulu bir hikâye anlatıyor. Karakter bazında sorunlar taşısa da sınıfı geçen bir çalışma olmuş ‘Soğuk.’