Ertuğrul ÖZKÖK
Oluşturulma Tarihi: Şubat 07, 2004 22:28
Geçen ay sonunda Paris'e giderken uçakta bir şey dikkatimi çekti. Birçok yolcunun elinde Amerikalı yazar ‘‘Dan Brown'ın ‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabı vardı.
Kitap iki yıla yakın süredir ABD'de best seller. Türkiye'de uzun süre en çok satan kitaplar listesinin başında kaldı.
Kime tavsiye ettiysem, iki üç gün içinde okuyup bitirdi.
Paris'te iki tam günümü ‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabında anlatılan mekanlara ayırdım.
Şimdi size kitabın izini sürdürdüğüm bu iki gün boyunca defterime yazdığım notları aktarıyorum.
Kitabı okumamış olsanız bile burada anlattıklarım size ilginç gelebilir. Ama yine de kitabın çok küçük bir özetini vereyim.
MÜZE MÜDÜRÜ SAUNIERE'İN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ GECE
‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabı, Paris'te bir gece Louvre Müzesi Müdürü Jacques Sauniere'in öldürülmesiyle başlıyor.
Öldüren kişi ‘‘Opus Dei’’ adlı Hıristiyan tarikatının fanatik bir üyesidir.
Ama bu cinayetin arkasında Hıristiyanlığın yıllardır esrarını koruyan bir olayı yatmaktadır.
‘‘Tapınak Şövalyeleri’’ ve ‘‘Sion Tarikatı’na kadar uzanan bu esrarengiz ilişkiler, İsa'nın son yemeğinde kullanılan ‘‘kutsal kase’’nin etrafında dönmektedir.
Bu kutsal kase nedir? Gerçekten İsa ve havarilerinin şarap içtiği bir kase mi, yoksa başka bir şey mi?
Birçok insan gibi ben de kitabı keyifle okuyup bir kenara koymuştum.
NEW YORK'TA ALDIĞIM KİTAPTA OKUDUĞUM SOYADI AYNIYDI
Ancak geçen ay başında New York'ta Barnes and Noble kitapçısında tesadüfen bulduğum bir kitap, beni, merak labirentine soktu.
Kitap, 1982 yılında yayınlanmış.
Adı ‘‘Holly graal, holly blood.’’
Yani ‘‘Kutsal kase, kutsal kan.’’
Kitabı okumaya başlayınca tanıdık bazı isimlere rastladım. Anlatılan olaylar Dan Brown'ın ‘‘Da Vinci Şifresi’’ adlı kitabındakilere çok benziyordu.
Ama bu bir roman değil, tarih kitabıydı.
Kitaba göre, bütün bu esrarengiz olaylar, 1879 yılında Fransa'nın Rennes-le- Chateau kasabasına gelen bir rahiple başlıyor.
Rahibin adı Berenger Sauniere.
Bu isim ‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabını okuyanlara hiç yabancı gelmeyecektir.
Çünkü kitabın hemen başında ölen Louvre Müdürü’nün soyadı da Sauniere'dir.
KİLİSEDE BULUNAN ŞİFRELİ BELGELERDE NELER VARDI
Sauniere, 1891 yılında, köyün kilisesini restore etmek için çalışmaya başlar. Magdalena'nın anısına yapılmış olan kilisenin sütunlarından birinde, yuvarlak tahta tüpler içinde 4 adet parşömen kağıt bulur.
Bu kağıtların üzerinde Latince ama şifreli yazılmış bazı yazılar vardır.
Bu belgeler, Da Vinci Şifresi romanında anlatılan olayların belki de ilk adımıdır.
‘‘Rennes-le-Chateau parşömenleri’’ adı verilen bu belgelerdeki yazıların, Hıristiyanlığın bazı karanlık olaylarına ait olduğu sanılmaktadır.
Sauniere bu şifreleri çözdürdüğüne inanır. Ama kitabın yazarlarına göre bu şifeler tam olarak asla çözülememiştir.
KİTAPTA TANIDIK BİR İSİM DAHA GÖRÜYORUM
Kitabı okurken ilginç bir isime daha rastladım.
‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabında da anlatılan ‘‘Tapınak Şövalyeleri’’ uzun süre bu Rennes-le- Chateau denilen yerin civarındaki bir şatoda yaşarlar.
Bu şatonun bulunduğu tepenin adı da ‘‘Bezu’dur.
İlginçtir, ‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabının en önemli kahramanlarından biri olan Fransız komiserin adı da Bezu'dur.
Bezu Fache'nin de aslında tarikat üyesi olduğunu söylememe gerek yok.
İşte bu kitabı okuduktan sonra Paris'te kendime ayırdığım iki günü, ‘‘Da Vinci Şifresi’nin geçtiği mekanları dolaşmaya ayırmaya karar verdim.
Güzergahımı romanın zaman kronolojisine göre düzenledim. Yani önce Louvre Müzesi’ne gidip, Sauniere'in öldürüldüğü yerden başladım.
YARALI MÜZE MÜDÜRÜNÜN YERE İNDİRDİĞİ TABLONUN ÖNÜNDE
Tabii vurulduğu çalışma odasının neresi olduğunu bulamadım. O hayaliydi.
Ama yaralı şekilde yürüyüp, alarm sistemini çalıştırmak için aşağı indirdiği tablonun bulunduğu yer gerçekti.
Burası müzenin Denon salonu denilen, İtalyan ressamlarının bulunduğu salondu. Sauniere, Caravaggio'nun tablolarından birine tutunup yere düşüyordu.
Denon salonu ziyaretçilere kolaylık sağlamak ve bir düzen kurmak için ortadan kordonla ikiye ayrılmış. Ziyaret sağ taraftan başlıyor, sonra tam Mona Lisa tablosunun önünden geri dönülüp yine aynı salondan çıkarak tamamlanıyor.
Caravaggio'nun tablosu dönüş yolunda bulunuyor. Romanda bu ayrıntıdan hiç söz edilmiyor. Ama ben bunu bildiğim için ziyarete ters taraftan başladım. Oradan yavaş yavaş Mona Lisa'nın bulunduğu yere doğru gittim.
Müzenin, romanda anlatılan gece haliyle gündüz hali arasında büyük bir fark var.
MONA LISA'NIN KARŞISINDA O ŞİFRELERİ GÖRMEYE ÇALIŞTIM
Mona Lisa tablosunun başında ise büyük bir kalabalık gözleniyor.
Ben Louvre'da fotoğraf çekmenin yasak olduğunu sanıyordum. Halbuki herkes elindeki dijital kameralarla durmadan fotoğraf çekiyordu.
Mona Lisa'nın başında uzun uzun oturup şifrelerin üzerine yazıldığı pleksiglas koruyucuyu inceledim. Tabii öyle bir şey yoktu.
Dikkatimi çeken bir başka şey ise müze görevlileriydi. Hepsinin bıkmış bir hali vardı.
Ama Denon salonundan çıkarken şunu düşünmeden edemedim.
Louvre gece yarıları herhalde böyle bir cinayet romanı için eşsiz bir mekan haline gelirdi.
KUTSAL KASE GERÇEKTEN BU PİRAMİDİN ALTINDA MI
Roman Louvre Sarayı’nın bahçesinin ortasındaki cam piramitte bitiyor.
Cam piramide yapıldığından beri ilk defa giriyorum.
Dolayısıyla girerken romanın son bölümünün etkisi altındaydım.
Ama hemen belirteyim. Cam piramidin otomatik merdivenlerinden aşağı inerken, bu duygularımı tamamen kaybettim.
Cam piramidin içi, kutsal bir mekandan ve bir müzeden çok dev bir metro istasyonunu andırıyordu. Dolayısıyla romanda anlatılan o esrarengiz dekorun en küçük izine bile rastlamadım. Tersine piramit bana hiçbir şey demedi. Bütün Hıristiyanlık aleminin peşine düştüğü ‘‘kutsal kasenin’’ bu piramidin altında olduğunu hayal edemedim.
SAINT SULPICE KİLİSESİ’NDEKİ GÜL ÇİZGİSİNİN ÜSTÜNDE
Romanın beni en çok etkileyen mekanı hiç şüphesiz Saint Sulpice Kilisesi oldu.
Paris'te yaşadığım 5.5 yıl boyunca bu kilisenin önünden defalarca geçtiğim halde içine hiç girmemiştim. İçeri girdiğim an kitaptan öğrendiğim ayrıntılar beni yeniden yakaladı.
Bu kilise, Marquis de Sade ile Baudelaire'in vaftizlerine tanık olmuştu. Victor Hugo'nun evlilik töreni burada yapılmıştı.
Kitapta anlatılanları, elimle koymuş gibi buldum.
‘‘Kilit taşını’’ bulmak için bir geceyarısı kiliseye gelen albino keşiş Silas'ı neredeyse adım adım takip ettim. Mesela, kilisenin ortasından geçen o pirinç çizgi. Yani kitapta ‘‘Gül çizgisi’’ olarak anlatılan ilk Kuzey-Güney çizgisi. Gerçekten de oradaydı. Kilisenin orta sağ tarafında bir yerden başlayan pirinç çizgi, rahiplerin durduğu platformun altında kayboluyor, ama hemen öteki tarafta devam ederek sol tarafına kadar uzanıyor.
Burası dünyanın ilk sıfır boylamı olarak biliniyor. Bundan 150 yıl sonra İngiltere'ye taşınıyor.
Silas'ın, altında kilit taşını aradığı dikilitaş aynen oradaydı.
Rahibeyi öldürdüğü yeri, kilit taşını bulmak için kaldırdığı taşların yerini tek tek gördüm.
ÇARMIHTAN İNDİRİLEN İSA'NIN KEFENİ ÜZERİNDEKİ ESRARENGİZ RESİM
Ama bu kilisede beni en çok etkileyen şeylerden biri, romanda olmayan bir hikayeydi.
Bazılarınız bu hikayeyi biliyor olabilir. Ama ben yine de anlatayım.
Kilisenin sol tarafındaki bölmelerin biri, ötekine göre daha iyi aydınlatılmış. Ön tarafında mumlar yanan bölmenin duvar tarafında biraz yukarda cam çerçeve içinde iki uzun fotoğraf görünüyor.
Bu fotoğrafların birinde sadece beyaz bir zemin görünüyor. Altındaki fotoğrafta ise uzunlamasına duran sakallı bir adam resmi var.
İşte orada durup, bu fotoğrafın hikayesini sonuna kadar okudum. Bu fotoğraftaki bez, aslında Hıristiyanların ‘‘kutsal emanet’’ diyebileceğimiz efsanelerinden biri.
Fotoğrafta görülen bezin, İsa çarmıhtan indirildikten sonra üzerine örtülen bez olduğu iddia ediliyor. Üzerinde İsa'nın kanı bulunduğuna inanılıyor. Yani bir tür kefen diyebilirsiniz. Bu kefen İtalya'da Torino'da bir kilisede sergileniyor.
FOTOĞRAFÇI FİLMİ NEGATİF BANYODAN ÇIKARINCA NE GÖRDÜ
28 Mayıs 1898 günü Secondo Pia isimli bir fotoğrafçı üzerinde sadece kan izleri bulunan bu beyaz kefenin fotoğrafını çekiyor.
Eve gelip çektiği filmi negatif banyoya attığı zaman, kendisini dehşet içinde bırakan bir tabloyla karşılaşıyor. Çünkü üzerinde hiçbir resim bulunmayan bezin çekilen fotoğrafının negatifinde, yani arabında, boylu boyuna bir insan tasviri ortaya çıkmıştır.
Negatif filmin üzerinde pozitif bir insan tasviri vardır. Bu 30-35 yaşlarında, 1.78-1.81 boylarında, yakışıklı, sakallı bir erkektir.
Bezin öteki yarısında ise aynı insanın arkadan tasviri görünmektedir. Sanki aynanın karşısında duran bir insanın arkadan resmi yapılmış gibidir.
Başında ise dikenli bir taç vardır.
Anlayacağınız bu resim her haliyle İsa'nın tasviridir.
Bu fotoğrafın yayınlanması Hıristiyanlık aleminde büyük tartışmalar yaratmış. Çünkü bazı kimseler tarafından bu bezin gerçekten İsa'nın kefeni olduğunu kanıtlayan bir belge olarak kabul edilmiş.
KİLİT TAŞI ORADA DEĞİLDİ AMA İLGİNÇ BİR HİKAYE VARDI
‘‘Da Vinci Şifresi’’ romanında albino keşiş Silas kilit taşını Saint Sulpice Kilisesi’nde bulamıyor.
Ama ben kilisede Hıristiyanlığa ait işte böyle ilginç bir hikayeyi öğreniyorum.
‘‘Da Vinci Şifresi’’ rehberinizin Paris izlenimleri işte burada sona eriyor.
DERİ ÇANTAYLA GELEN DÖRT ESRARENGİZ ÖLÜM
‘‘Da Vinci Şifresi’’ kitabında ‘‘Sion tarikatı’’ mensubu dört kişinin öldürülmesi anlatılıyor. Bunlar hayali cinayetlerdi. Ancak Rennes-le-Chateau belgeleri ile ilgili dört esrarengiz ölüm olayı var. Bir ihtimal, Dan Brown bu dört ölümden esinlendi.
Olay Fransa'da Milli Kütüphane'de bulunan ‘‘gizli dosyalarla’’ ilgili. Bu gizli dosyalar, Rahip Sauniere'in 1891 yılında şatoda bulduğu Hıristiyanlıkla ilgili gizli belgelerin bulunduğu sanılıyor.
Bu belgeler 1960'lı yıllarda Leo Schidlof adlı Avusturyalı birinin eline geçer. Schidlof’un yıllarca bu belgeleri deri bir çanta içinde taşıdığı söyleniyor. 1966 yılında ölünce, bu çanta Fakhar-ul-İslam adlı bir Pakistanlının eline geçer.
Fakhar, 1967 yılında bu belgeleri Doğu Almanya'ya götürüp orada birine teslim eder. Ancak bilinmeyen bir nedenle Doğu Almanya'dan sınır dışı edilir.
Çok ilginçtir, Fakhar 20 Şubat 1967 günü Fransa'da Melun şehri civarında demiryolu üzerinde, kafası kopmuş vaziyette olarak bulunur. Büyük bir ihtimalle Cenevre-Paris seferini yapan trenin altında kalmıştır.
Bu ölüm olayından bir ay sonra esrarengiz birisi Milli Kütüphane'ye, özel olarak basılmış bir kitabı bırakır.
Bu kitapta Hıristiyanlığın komplo teorilerinde büyük yeri olan ‘‘Kızıl Yılan’’ belgeleri bulunmaktadır.
Kitabın altında üç isim vardır.
Pierre Feugere, Louis Saint-Maxent ve Gaston de Koker.
Bunun hemen ardından üç esrarengiz ölüm daha meydana gelir.
6 Mart 1967 günü Maxent ve Koker asılmış olarak bulunur.
Bundan bir gün sonra Fugere'in cesedi de aynı şekilde asılmış olarak bulunur.
Rennes-le-Chateau belgeleri etrafındaki sır böylece bir kat daha artar.
Bu dört ölümün intihardan mı yoksa cinayetten mi kaynaklandığı bugüne kadar belli olmamıştır.