Oluşturulma Tarihi: Kasım 20, 2012 17:18
Suriye’de 90 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan gazeteci Cüneyt Ünal, evinde geçirdiği ilk gün saat 04.00’e kadar kızını seyredip öpüp kokladığını belirterek, “Karanlık hücredeyken ‘Allah’ım sadece bir dakikalığına bana bir cep telefonu. Kızımın sesini duyayım bana baba desin. Sadece baba desin. Sesini duyduktan sonra ölmeye razıyım. Sonra Allah’ım al canımı’ diyordum. Çok şükür buradayım. İnşallah Başar da ailesine kavuşur” dedi. Ünal başar Kaddumi'yi muhaliflerin vurduğunu söyledi.
Suriye’de 90 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan Kameraman Cüneyt Ünal, dün Gazeteciler Cemiyeti Lokali’nde meslektaşlarının karşısına çıktı. Beraberindeki eşi Nuran Ünal ve 19 aylık kızı Sahra ile birlikte basın toplantısına gelen Ünal’a, TGC Yönetim Kurulu Üyesi Recep Yaşar ile TGS Genel Başkanı Ercan İpekçi eşlik etti. Cüneyt Ünal yaşadıklarıyla ilgili şunları anlattı:
HAYATA BAĞLANMIŞ DEĞİLİM
Ben aileme kavuştum, eşime ve çocuğuma kavuştum ama aklım ve gönlüm hala Suriye’de, Başar’da. Şu anda tam bir hayata bağlanmış değilim. Başar, eşine ve çocuklarına kavuştuğu zaman benim için hayat başlayacak. Herhangi bir mutluluk bir sevinç yaşamıyorum şu anda. 90 gün boyunca eşim ne sıkıntılar çektiyse ben de şu an aynı sıkıntıları çekiyorum.
IŞIK GÖRMEDİMBen 90 gün boyunca patates, ekmek ve akşamları sadece bulgur pilavı ve suyla beslenebildim. Başka üçüncü bir şey yanına gelmedi. 2 metrekarelik bir alanda penceresi bile olmayan, ortak bir havalandırması bulunan, dışardaki florasan ışığının içeri girmesiyle aydınlanan bir odada kaldım. 87 gün boyunca Halep’te 3 gün boyunca da Şam’daydım. Bütün temennim bundan sonra Başar’ın sağ salim dönmesi eşiyle ve çocuklarıyla birlikte olması ve tekrar omuz omuza onunla birlikte çalışmayı istiyorum.
YARASI AĞIRDIBaşar benim sağ tarafımdaydı. Elinde Handycam kamerası vardı. Başar’ı vuranlar muhaliflerdi. Kendi gözlerimle gördüm. Caddede başka kimse yoktu. Üzerinde gri tişört siyah kot pantolon ve askeri yelek vardı. Başar’ı uyardım. Başar, silah dedim. Ben hareketlendim. Karşısındaki insanı gördüm. Yakın bir mesafeydi. Silah dedim tak diye bir ses. ‘Ah! Vuruldum’ dedi. Aldım içeriye taşıdım. Göbeğinin sol tarafından vuruldu. Yarası ağırdı. Boynundaki puşiyi çıkartıp yarasına tampon yaptım. Yardım çağırdım. Genç bir çocuk geldi apartmanın önüne. Kim olduğumu sordu? Gazeteci olduğumu arkadaşımın yaralı olduğunu söyledim kendi İngilizcemle. Mümkün olduğunca el kol hareketleriyle anlattım. Elimde hem kendi kameram hem de Başar’ın kamerası vardı. Silahlı bir kişi gelip kameraları aldı. Kalabalığın ters tarafına kaçtı. Halep halkı muhalif güçlerden olduğumu düşünerek saldırdı. Türk gazeteci olduğumu söylememe rağmen tişörtümü arkadan kafama geçirip o bölgeden uzaklaştırarak yumruk ve tekmelerle üstü açık bir pikaba bindirip jandarma karakoluna kadar darp ettiler. Ondan sonra da zaten Başar’ı bir daha göremedim. Kendisinden
haber alamadım. Kendindeydi, konuşuyordu ama yarası ağırdı. Japon gazeteciler arka tarafa doğru kaçtılar biz çatışmanın tam ortasında kaldık. Herhangi bir mahkemeye çıkarılmadım.
İKİ KEZ SORGUYA ÇEKTİLERAyın 20 ve 21’inde iki kez sorguya alındım hapishanede. Birinci gününde askeri hapishanedeydim. Gözlerim kapalı Türkçe bilen bir kişinin aracılığıyla sorguladılar beni. Neden geldin, niye geldin, kimsin? Kameraman olduğumu, Suriye halkının savaş ortamında bayramı nasıl geçirdiğini haber yapmak istediğimi, onlara anlattım. Ertesi gün bana siyah beyaz çıktı kağıdıyla o resim gösterildi. Bana ait olduğu söylendi. Ben bana ait olmadığını söyledim. Orijinal olmadığını söyledim. Hayır biz seni takip ediyoruz 9 gündür sen buradasın. Bunun gibi birçok da fotoğrafın var dendi. Seni MİT mi yolladı dediler. Dedim ki beni MİT göndermedi. Benim Arapçam bile yok. Halime bakar mısınız zaten. Beni MİT’in yollaması imkansız.
O FOTOĞRAF SAHTEAyrıca o fotoğrafla ilgili bir ben solak değilim. Öyle bir resmim yok. Roketatarla çekilmiş resmim var. Vurulan Japon gazetecinin fotoğraf makinesinde tek bir karem var. Elimde kamera roketatar yanımda duruyor. O fotoğraftaki kol bana ait değil. Hayır bu senin resmin dediler. Benim değil dediler. Niye çektirdin dediler? Çektirdiğim resmin orijinalini biliyorum. Hırpalandım. Ben de anı olsun diye çektirdim dedim. Baskı sonucunda kabul etmek durumunda kaldım. Herhangi bir şekilde roketatarı omzuma alıp çektirdiğim bir fotoğraf yok.
GAZZE’YE GİTMEK İSTİYORUMBen şu anda Gazze’ye gitmek istediğimi söyledim, eşim izin vermedi. 2.5 yıl İsrail’de yaşadım Gazze ve Libya savaşını gördüm. Libya savaşında eşimin yanında değildim. Çocuğum doğduktan on gün sonra görebildim. 90 gün boyunca çok kötü anlar yaşadım. Suriye devlet televizyonuna itiraf ettikten sonra bekliyorum. Dendi ki kurtuldun bir hafta içinde çıkarsın dediler. Hep tedirgin olarak bekledim. 2 hafta geçti ses seda yok. Üçüncü hafta patronlarla görüşmek istediğimi söyledim kimse cevap vermedi. Artık ailemi ve çocuğumu düşünüyordum. Günler geçtikçe diyorum ki 55 gün geçti. Bu gün çocuğum bensiz 55 gün geçti. Eşim hem analık hem babalık yaptı. 60, 70, 80 oldu herhangi bir şey olmadı.
HEYETİ GÖRÜNCE AĞLADIMBen Şam’a götürülürken bile başka bir hapishaneye götürüldüm. Hala serbest kaldığımı bile bilemiyorum. CHP heyetini karşımda görene kadar. Ağladım, inanamadım. Şoke oldum. Kimsenin başına vermesin. Yaşamak lazım diyeceğim ama kimse yaşamasın. İnşallah o anı Başar arkadaşım da yaşar.
ÖPÜP KOKLADIMSabah 3.5 dörde kadar kızıma baktım eşimle birlikte, uyuyamadım açıkçası. Yorgunluk bir anda kayboldu. 16 aylıkken ayrıldığım kızım şimdi 19 aylık. 90 gün görmemişim ve ilk karşılaşmamız o beni tanımadı o bana farklı geldi ben ona farklı geldim. Öpüp kokladım başka bir şey yapmadım. Sabah 3.5’a kadar öpüp kokladım. Çünkü karanlık hücreden çıkıyorsunuz. Ne olacağınızı bilmiyorsunuz. Diyorum ki ‘Allah’ım 1 dakikalığına bana sadece bir cep telefonu. Sesini duyayım bana baba desin. Sadece baba desin bana. Sesini duyduktan sonra ölmeye razıyım. Sadece sesini istiyorum. Eşimin sesini duyayım bir dakikalığına. Sonra Allah’ım al canımı. Ne olursa olsun” dedim. Çok şükür ki buradayım.”