Güncelleme Tarihi:
Muhabirliğine hayrandım
Oktay Ekşi: Cüneyt Arcayürek gazetecilik yaşamımızın tanıdığı en büyük muhabirlerden biriydi, hatta belki de hâlâ en büyük muhabiri diyebileceğim kadar önemli başarılara, atlatma haberlere imza atmış bir gazeteciydi. Bu tarafını yazarlığı dahi geri plana itemedi. Ben gazeteciliğe 1952 yılında Ankara Ajansı’nda başladım. Ajansa girdikten sonra Cüneyt Arcayürek’in de orada çalışıp ayrıldığını söylediklerini anımsarım. Çünkü ayrılışı bir büyük boşluk sayılmaktaydı. Sonraki dönemde kendisiyle tanıştım. Hiç beraber çalışmadık ama muhabirliğine hayranlığım ve saygım her zaman devam etti.
Cüneyt suç ortağımdı
Altan Öymen: Cüneyt Arcayürek’le Ulus gazetesine stajyer muhabir olarak başladığımda, 1950’de tanıştık. Cüneyt, 1950’de seçimi kaybedip muhalefete geçen CHP’nin sözcüsü Ulus’un kıdemli muhabirlerindendi. Mesleğe benden üç yıl önce başlamıştı. Çok partili hayata geçtiğimiz o dönemde özellikle siyasi hareketlilik hızlıydı; gece gündüz birlikte çalışırdık. Cüneyt’le bir de suç ortaklığımız vardı! O da benim gibi, o dönem fiilen yasak olan, Nazım Hikmet’in şiirlerine meraklıydı. Onları gazetede pelür ve karbon kağıdı kullanarak çoğaltıyor ve dağıtıyorduk. Şiirlerin ulaştığı kişiler ‘saadet zinciri’ mektuplarındaki gibi arttıkça artıyordu. Yazı İşlerinin Gece Müdürü Nihat Ağabey (Nihat Subaşı) bizi bir gece ‘suç üstünde’ yakaladı. Ama kızmak bir yana bir kopya da o istedi. Böylece illegal çalışmalarımız müdür düzeyinde koruma altına alınmıştı!
Hürriyet’e korkarak bakardım
Hasan Cemal: Renkli ortak anılarımız genellikle haberle, ‘atlatma’yla ilgiliydi. Bir de siyasetçiler makaraya alınırdı bizim dünyamızda... 1970’lerin sonunda, 1980’lerin başında Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiyken, Cüneyt Baba benim için bir ‘kâbus’tu. Her sabah Hürriyet’i elime korkarak alırdım. Baba yine ne atlatmış sorusu kafamı burgaç gibi oyardı.
1980 yılbaşındaki “Ordu uyarı mektubu verdi!” haberini hiç unutmam. Baba, o sabah vakti Hürriyet’in sürmanşetinden bizimle dalgasını geçiyordu, 12 Eylül darbesinin yakınlaştığını haber veren büyük atlatmasıyla…
Arcayürek, haberle yaşayan gerçek gazeteci neslinin parlak bir temsilcisiydi. Baba’yı rahmetle anarken haberin, habercinin, eski deyişle ‘muhabir’in medyada yeniden baştacı edildiği günlerin geri dönmesini diliyorum.
Bir dönem eşimden yakındı
Necati Zincirkıran: 1950’de gazeteciliğe başladığımda Cüneyt iki yıllık muhabirdi. O zaman da ismi olan bir gazeteciydi. Hürriyet’e Genel Yayın Yönetmeni olduğumda gazetecilikten biraz uzaktı; Bonn’da basın ataşe muaviniydi. Haldun Simavi ve Erol Simavi ‘Ankara’ya kimi koyacaksın’ dediklerinde ilk o geldi aklıma, ailecek görüştüğüm arkadaşımdı. Böylelikle Hürriyet’in Ankara temsilcisi oldu. Aslında Cüneyt’i ben evlendirmiştim. Esin bir arkadaşımın kızıydı. Ben bir yaş küçük olduğum halde bu nedenle bana ‘baba’ derdi. Çok uyum içinde çalıştık. Günde 10-12 defa konuşurduk. Ben haberin peşini bırakmayan bir genel yayın müdürüydüm. Gazetede çalışan muhabirlerle doğrudan temasım vardı. Eşimle bile o kadar konuşmazdık, ondan yakındı yani. Johnson’un mektubunu 3-4 ay bulamadı. Bir gün ‘Ben gelip alacağım Ankara’dan, sen de oturacaksın dedim’. Bu ona çok koydu. Sonra patlattık haberi. Büyük haberler verdik, Hürriyet büyük haberlerin gazetesi oldu. Cüneyt gelmiş geçmiş Ankara muhabirlerinin başta gelenlerindendi, kökünden söker alırdı haberi.