Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 26, 2008 00:00
Tarihçi Erik Jan Zürcher’in uzmanlık alanı Türkiye’nin kuruluşu ve modernleşmesi. 1993’te yazdığı "Türkiye’nin Modernleşmesi" adlı kitabı birçok üniversitede okutuluyor. Sonrasında da birçok kitabı Türkçe’ye çevrildi.
Değerlendirmelerini derin araştırmalarına dayandırdığı için son derece nesnel, bir yabancı olduğu için de analizlerinde belki bizlerden daha mesafeli. Duygularını karıştırmıyor, bu böyledir çünkü şu tarihte böyle olmuştur diyor. Zürcher’den 85’inci yılını idrak ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’ni bir modernleşme projesi olarak değerlendirmesini istedik.
Türkiye Cumhuriyeti’ni bir ülke kurma projesi olarak görsek, bu projenin en büyük başarısı ve başarısızlığı nedir dersiniz?
-Bana göre dünyanın en başarılı ülke kurma projesidir Türkiye Cumhuriyeti, çünkü Türk milliyetçiliği kavramını halkına yerleştirmeyi başarmıştır. 1920’lerde Türklüğün elit bir azınlığın hissettiği bir kimlik olduğunu düşünürseniz başarının büyüklüğünü daha iyi anlarsınız. Başarısızlığı ise bu projeye Türkler dışındaki alt kimlikleri tam olarak adapte edememesindeydi. 1930’larda CHP’nin genel sekreteri Recep Peker verdiği İnkılap Dersleri’nde şöyle demişti: "Laz, Çerkez, Kürt kimliği diye bir şey yoktur, çünkü onlar hiçbir zaman bir devlet kurma gücüne erişemez." Bu durum 1980’lere, Özal dönemine kadar devam etti. Projenin önemli bir sorunu daha var: I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminde ülke tehlikedeydi ve halk mobilize olmuştu. Halkı mobilize eden şey de Müslüman kimlikti. 1924’e kadar ülkede kimlik denildiğinde Müslümanlık akla geliyordu. Sonra
Atatürk ani bir değişimle seküler Türk milliyetçiliğine geçirdi halkı.
Türkiye Cumhuriyeti projesi jakobendi diyorsunuz...
-Bir çok yönüyle jakobendi ve beraberinde problemler getiriyordu, çünkü 1923’ten önce varolan Müslüman kimlik yok olmamıştı. 1942’deki Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül 1955 olaylarına baktığınızda bunu görebilirsiniz. Müslüman kimlik Cumhuriyet projesinin içinde hálá halkı harekete geçirebilen bir güce sahipti. Çünkü I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’de, son derece şiddetli geçen 10 yılda bu halkın dayandığı tek şey dinleriydi. İlerleyen yıllarda da elbet bunun kalıntıları sürecekti.
Tepeden inmeciliğine rağmen, Cumhuriyet’in kuruluşunun altında ciddi bir fikri temel yok muydu?
-Elbette. 1880’lerde doğan Atatürk jenerasyonu Batılı düşüncelerle büyüdü. Sekülerizm, pozitivizm, materyalizm onlar için çok önemliydi. Bilime de bir din gibi inanırlardı. Hayal ettikleri pozitivist dünyaya sadece laiklikle ulaşılabileceğini düşünüyorlardı. Yani çok ciddi bir fikri temeli vardı kuruluş aşamasındaki Cumhuriyet’in. Buna mefkure (ülkü) derlerdi, onlar için anahtar bir kelimeydi.
Kurucular ülkeyi ne kadar tanıyordu? -Modern toplum hayallerini tam olarak vakıf olmadıkları bir ülkeye aksettirdiler. Cumhuriyet’ten sonra köylere giden birçok bürokrat gördükleri karşısında şoke olmuştu. 1950’lerin başında Mahmut Makal’ın yazdığı Bizim Köy’ü yayınlandığında bu şaşkınlığı görebilirsiniz. Bakın 1950’ler diyorum, ülke kurulalı neredeyse 30 yıl olmuş! Bu da ilk aşamasında modernleşme sürecinin sadece tepede yaşandığını gösteriyor bize. Türk modernleşmesi dünyadaki örnekleriyle karşılaştırıldığında en çarpıcı otoriter modernleşme projelerinden biri. Dönemin popüler kültürü ve halkın yaşamından bağımsız gelişmiştir. Sovyetler Birliği, Balkan ülkeleri ve Çin’de de böyle olmuştu.
MÜSLÜMAN ORTA SINIFIN YÜKSELMESİ PROJENİN OLGUNLAŞTIĞINI GÖSTERİR
Biz kuruluş aşamasını aşmış bir ülke miyiz şu anda?
-Değişim sürecinde bir ülke diyelim. Modernleşme projesi çok başarılı oldu. Ülke ekonomik olarak gelişti, sağlam bir orta sınıf ve sivil toplum oluştu. Yalnız Türkiye, İspanya ve Portekiz gibi ani bir politik değişim yaşamadı. İspanya ve Portekiz de Türkiye gibi otoriter bir modernleşme rejimi geçirdi. Salazar ve Franco rejimleri 1970’e kadar sürdü. Artık o kadar demode olmuşlardı, dünyadan o kadar kopuklardı ki halk tarafından şiddetle reddedildiler. Bu, Türkiye’de olmadı. Tek partili dönem 1946’da sona erdi ama Kemalist rejim meşruluğunu yitirmedi. Türkiye, İspanya’dan çok önce demokrasiye kavuştu ama Kemalist diktatörlükle bağı devam etti. İspanya ise Franco’dan tamamen koptu. Bugünün İspanya’sında Franco’yu özleyenler çok ama çok küçük bir gruptur. Kemalizm ise hálá Türkiye’de çok önemli bir güç.
1920’lerden beri hiç değişmedi mi Kemalizm?-Türkiye o Kemalist dönem olmasaydı modernleşemezdi diyebilirim. Ama Cumhuriyet’in ilk yirmi yılının kalıntıları nedeniyle değişim süreci hiç tamamlanamadı. İspanya’da değişim geç geldi ama tamamlandı. Türkiye’de erken geldi ama hálá bitmedi. Kemalist tek parti zihniyeti hálá orduda, bürokraside ve elitlerin zihniyetlerinde yaşıyor.
Peki ya Özal’dan sonra İslami burjuvazinin ortaya çıkması?
-Müslüman orta sınıfın yükselmesinde koşulları Kemalistler hazırladı. Özal’ın ekonomik politikaları marjinal aktörlerin ana akıma ulaşmasını sağladı. Bu sınıfın ortaya çıkması da modernleşme projesinin olgunlaştığını gösterir.
İleri bir adım diyorsunuz?
-Daha önce şehirli elitle sınırlı kalmış ideolojik, ekonomik ve eğitimle ilgili olanaklara kenarda kalmış grupların ulaşması, Türkiye modernleşmesinin derinlikli bir proje olduğunu gösterir. Modernleşme köylere kadar gidiyor demektir. Bu elbette ileri bir adım.
AKP İLERİ ADIM ATAMAZ MENDERES’İN DÜŞTÜĞÜ TUZAĞA DÜŞÜYOR
AKP’nin son iki seçimde zafer kazanması da Cumhuriyet projesinin başarısı öyleyse?
-Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ın iktidara gelmesi gibi AKP’ninki de modernleşme projesinin işlediğinin kanıtı. Yalnız AKP dönemini Menderes dönemine çok benzetiyorum. Menderes, Kemalist kuruma karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Ülkede bir özgürleşme havası, yeni bir dönem başladı hissi vardı. Ekonomik büyümeyi de ekleyince Türkiye altın çağını yaşıyordu. O yüzden 1954’te Menderes müthiş bir oyla ödüllendirilmişti. Bu da onu şımartmış, Demokrat Parti tiranlık yapmaya başlamıştı. Ekonomi kötüye gidince özgürlükleri baskıladılar ve dini kullandılar. Benzerlikler gayet net. Şu anda AKP de aynı Menderes gibi ezici politik güçle ne yapacağını bilemiyor. Gücünü küstah bir şekilde kullanıyor. Muhalefete, tabanı dışında kalan kişilerin fikirlerine önem vermiyor ve Menderes’in düştüğü tuzağa düşüyor. Bu da AKP’nin modernleşme sürecinde ileri adım atmasını engelliyor.
Nasıl yani?
-2000’lerin başında AKP modernleşme açısından umut verici bir değişimi simgeliyordu. Eski elit meşruluğunu ve gücünü kaybetmişti. AKP sistemin tükenmiş enerjisini yenilemişti. Fakat şu anda görüyorum ki AKP Türkiye’yi daha da modern bir ülkeye dönüştürmeye kabil değil. Bunun İslami kökenli bir parti olmasıyla hiç ilgisi yok. Kuruluşundaki hiyerarşik yapıdan ve ataerkilliğinden kaynaklanıyor. Türkiye eğer azınlık, kadın, eşcinsel vb. haklarına önem veren daha modern bir ülke olmak istiyorsa bu AKP’yle zor. Çünkü onlarda buna yetecek ne ideoloji var ne zihniyet ne de kadro. Modernleşme için liberalizm gerekir. Liberalizm serbest pazardan ibaret değildir.
İMPARATORLUKTAN TÜRKLERE KALAN MİRAS ANKSİYETEEmperyal geçmiş bazen büyük yük olabilir. Ama bence Türkiye bu yükü İngiltere ve Avusturya gibi, imparatorluk sonrası dönemi yaşayan ülkelere göre çok daha iyi yönetti ve altından kalktı. Türkiye’nin yaşadığı aşağılık kompleksi değil, anksiyete. Osmanlı’nın son dönemlerinde her yönden bir tehdit geliyordu. Türkiye neredeyse haritadan silinme noktasına gelmişti. Bu da Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, dünyanın geri kalanı bize komplo kuruyor, anksiyetesini bugüne kadar taşıdı. Ayyuka çıkmış bir kuşatılmışlık hissi... Bunun sonucu olarak da aşırı milliyetçilik kavramı ortaya çıktı. Yani Osmanlı’nın son dönemlerinden Türkiye’ye iki şey miras kaldı: Ultra milli gurur ve anksiyete. Bunların arasında Türkiye’yi olduğu gibi yani bir bölge gücü olarak gören salim kafalar da var elbette.
ACİL ARANIYOR ŞEHİRLİ, SEKÜLER VE LİBERAL BİR SİYASİ AKIM
Makalelerinizden birinde "Cumhuriyet’in gücü kendi muhaliflerini bile içinde eritebilme yeteneğinden kaynaklanıyor" diyorsunuz. Nasıl?
-Türkiye genç nüfusu sayesinde dinamik, ekonomik olarak gelişen bir fırsatlar ülkesi. Ne Hindistan’da, ne Ortadoğu ülkelerinde bunu görebilirsiniz. Bütün zorluklarına rağmen kimse siyasi bir amaç uğruna Türkiye’den vazgeçmez, Ortadoğu’daki gibi risk almaz. Demek istediğim şu: Türkiye’nin parçası olmanın büyük avantajları var. Bu avantajlar o kadar çekici ki eğer doğru yönetilirse, Cumhuriyet, Kürt sorunu, AKP-laik elitler çatışması gibi meseleleri sistemi içinde eritebilir. Endişem, Türkiye’nin şu anda bu avantajlarını iyi kullanacak bir politikayla yönetilmiyor olması. Bakın size bir örnek vereyim: Bundan 30 yıl önce Mısır, Türkiye’den eğitim ve sağlık sistemi bakımından daha ileriydi. Şimdi Türkiye’den çıkıp Mısır’a gittiğinizde geri kalmışlık karşısında şaşkına dönüyorsunuz. Türkiye çok hızlı gelişti ama politik sistemi bu hızı yakalayamadı. Sert laik güçler ve aşırı milliyetçiler Türkiye’yi sosyal liberal bir ülke yoluna götürmüyor. CHP şu anda demokrasi için çalışan bir parti değil, AKP ülkeyi modernleştirecek donanımdan yoksun. Nereye döneceksiniz bilmiyorum. Çok ama çok büyük bir boşluk var şu anda siyasi sistemde. Sırtını orduya ya da dine yaslamayan liberal, şehirli, seküler bir siyasi akıma acilen ihtiyaç var.