Güncelleme Tarihi:
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23. dönem, dördüncü yasama yılının başlaması vesilesiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Yüce Milletimizin varoluş iradesini yüksek düzeyde temsil etme ayrıcalığına ve onuruna sahip sizleri selamlıyorum.
Bu vesileyle çeşitli konulardaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çatısı altında buluştuğumuz Yüce Meclis, kurtuluş ve kuruluş dönemlerimizin kuşkusuz en önemli kurumudur.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir Meclisin çatısı altında bulunmanın onurunu yaşıyoruz. Başka ülkelerde, Meclisler, genellikle bir savaş sonunda kurulmuşken, Meclisimiz Milli Mücadele’ye komuta etmiş ve milletimizin yeniden ayağa kalkışının önderi olmuştur.
Milli Mücadele’ye rehberlik eden Yüce Meclisimiz, tüm olumsuz şartlara göğüs gererek, ulusal egemenliğin ve bağımsızlığın sembolü haline gelmiştir. Bu nedenle dünyanın tek ‘Gazi’ Meclisidir.
En büyük kazanımımız olan Cumhuriyet’in ilanını sağlayan da, onu takiben gerçekleştirilen reformları yapan da bu Meclis’tir.
Meclisimiz muasır medeniyetin üstüne çıkma hedefinin de en büyük taşıyıcısı olmuştur ve olmaya devam edecektir. Cumhuriyetimizin kurucu felsefesini ve geleceğe yürüme iradesini temsil eden demokrasi de Meclisimizde vücut bulmaktadır.
Hiç unutmamamız gereken gerçek şudur: Muasır medeniyetin siyasi yüzü, Cumhuriyetimizin sağlam temelleri üzerinde yükselen ve ayrılmaz bir parçası olan demokrasidir. En güçlü vurgusunu bu çatı altında bulan demokrasi, Cumhuriyetimizin değişmez ve değiştirilemez niteliği haline gelmiştir.
Demokrasi erdemini halktan alır. Sadece demokrasilerde, halk, serbest seçimler yoluyla işbaşına getirdiği temsilciler eliyle yönetilmektedir.
Çağdaş demokrasiler, demokratik ve laik değerler şemsiyesi altında, politikaları belirleme ve uygulama yetkisinin sandıktan önde çıkana ait olduğu yönetim biçimleridir. Demokrasilerde, hükümetler çoğunluğun iradesiyle kurulur ama hükümetlerin yönetim yetkisi sınırsız değildir. Hükümetler, hukukun üstünlüğüne bağlı kalarak hareket ederler; sayıca çok ya da az olmalarına bakılmaksızın tüm toplumsal kesimlerin ve tek tek bireylerin hakları da teminat altındadır. Çağdaş demokrasiler, anayasal demokrasilerdir; anayasalar da toplumun çoğulcu yapısını ve temel hak ve hürriyetleri koruyacak biçimde düzenlenirler.
İnsanlığın siyasi bilincinin bugün geldiği aşamada demokrasileri rakipsiz kılan, toplumsal ve siyasi farklılıkların bir arada yaşamasına en uygun vasatı sunma imkânıdır.
Ancak, birlik fikrini koruyarak farklılıkları yönetme, modern demokrasilerin aynı zamanda en ciddi sınavıdır. Demokratik rejimler, birbirinden farklı düşünen ve yaşayan bireyleri kucaklayan, çoğunluktan farklı düşünenlerin de hak ve özgürlüklerini teminat altına alan bir siyasi, kültürel ve hukuki düzen sunabildiği takdirde başarılı sayılmaktadır.
Milletin birliğini ve millet içindeki çeşitlilikleri aynı derecede kollamak, birlik ile çeşitliliği birbirinin alternatifi değil destekleyicisi olarak konumlandırmak ve korumak modern demokrasilerin omurgasıdır.
Demokratik devlet, millet olmanın esası olan ‘birlik’ fikrini ve düzenini güçlü bir biçimde geleceğe taşırken, sosyal ve kültürel farklılıkları ortadan kaldıran değil, onları zenginlik olarak kabul edip geliştirilmesine imkan sağlayan devlettir. Demokratik devlet, farklı olanı tek bir kalıp içerisinde eritmez ve ötekileştirmez; her bir bireyi varolan değerleriyle birlikte koruması altına alır.
Çağdaş devlet, toplumsal ve siyasal çeşitliliği korumak için dünya görüşleri ve siyasi ideolojiler karşısında aynı mesafede durmayı başarabilen devlettir. Nihayet demokratik devlet, herkesin serbestçe kendi doğrularını oluşturabileceği ve başkalarına zarar vermeden huzur ve refah içerisinde yaşayabileceği bir siyasi düzeni kurabilen devlettir.
Ülkemize, milletimize, devletimize tarihi tecrübemizin ışığında “biz”den bir gözle bakarsak var olan farklılıklarımızın birer zenginlik; “yabancılaşmış” bir göz ile bakarsak tehdit olduğunu düşünürüz. Yüzlerce yıllık bir tarihin ve devlet geleneğinin varisi olan bizler, farklılıklarımızın birlikte yaşadığımız uzun asırlar içerisinde birbirimize sağladığımız katkılar ve milli birliğimizi pekiştiren unsurlar olduğunu düşünmeliyiz.
Farklılıklarından korkan bir devlet Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaşlığı yakalayamaz.
En zor savaş ve yıkım şartları içerisinden, dipdiri bir şekilde vücuda gelen Cumhuriyetimiz, bu toprakları kendilerine vatan bilen farklı renklerin kendi çatısı altında ayrılmaz bir biçimde kaynaşmasıyla kurulmuştur. Bu toprakları kendine vatan kılan farklı renklerin kaynaşmasıyla millet dediğimiz renk vücuda gelmiş ve tarihe damgasını vurmuştur. Dünya milletleri içinde müstesna bir yere sahip olan milletimiz “farklılıklara saygıyla yaklaşan birlik ideali”nin tecessüm etmiş halidir.
Bugün, bu temel kabullerde yapılacak bir yanlışlık, farklılıklarıyla büyüyen bir Türkiye yerine, enerjisini heba eden bir Türkiye tablosu ortaya çıkarır.
Cumhuriyetimizi var eden değerler milletimizin değerleridir. Milletimizin nitelikleri, devletimizin de temel nitelikleridir. Milletimiz Cumhuriyetimize, Cumhuriyetimiz de milletimize artık tartışılmayacak şekilde ram olmuştur.
Kuşkusuz bugünün dünyasında ‘çeşitlilik içinde birliğin nasıl sağlanabileceği’ en temel tartışma konularındandır. Bu tartışmaları sağlıklı bir biçimde yürüten milletler geleceğe damga vuracaklar; tartışmaları bastıran toplumlar ise kendi içlerine kapanarak tarihin gerisine düşeceklerdir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Müthiş bir dinamizme sahip toplumumuz önünde yürütülen tartışmaları, dile getirilen önerileri, ifade edilen kaygıları, eleştirileri ve sorunlara çözüm arayışlarını dikkatle izliyorum; uzlaşma kültürünü ortadan kaldıran ve aşırılıkları kışkırtan sonuçlar doğurmadığı sürece bunları demokratik çoğulcu zihniyetin gelişmesi bakımından çok değerli buluyorum.
Son dönemde, siyaset ve toplum hayatımızın tartışma konularının başında, devlet ve kültürel farklılıklar ilişkisi geliyor. Bugün devlet ve kültürel farklılıkları, çağın ruhuna uygun bir biçimde düzenleme arayışlarında, özellikle yöntem düzeyinde, saydam ve katılımcı bir tutum sergilenmelidir.
Unutmayalım ki, büyük devletler, temel niteliklerinden taviz vermeden çağa ayak uydurma yeteneği olan devletlerdir. Büyük milletler, devlet ve kültürel farklılıklar ilişkisini tarihin çeşitli dönemlerinde tazeleyerek ve güncelleyerek yollarına devam etme yeteneği gösterenlerdir. Bugün, devletimizin temel nitelikleri ve üniter yapısı korunarak, devlet ve çeşitlilik arzeden etnik, dini, kültürel gruplar arasındaki ilişkilerin çağın ruhuna uygun bir biçimde geliştirilmesi amacına dönük bir tartışma sürecinden geçiyoruz. Bu süreç, millet olma bilincimizin güçlenmesine hizmet edecektir. Milletimizden gelen demokratik taleplerin doyurucu bir biçimde karşılanması devletin varoluş sebebidir. Anadolu’nun tüm tarihi mirasını korumak devletin anayasal görevidir. Siyasi açıdan da birliğimizi ve dirliğimizi güçlendirecek bir yenilenmedir.
Demokrasinin geliştirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olma duygusunu ve milletimize aidiyet bilincini güçlendirmenin tek yoludur.
Milletimizin mayasına olan sonsuz güvenim, bana, bu tartışmalar yoluyla daha güçlü bir devlete ve daha çağdaş bir demokrasiye sahip olma yolunda büyük umutlar veriyor.
Unutmayalım, farklılıkları ayrılık vesilesi görmenin de, birlik ve beraberlikten herkesin birbirinin aynı olduğu bir toplum yapısını anlamanın da bu çağda yeri yoktur.
Doğal bir durum olan, etnik, dini ve kültürel farklılıkları, uç ayrılıkçı fikirlerin zemini haline getirenler çağın gerisinde duruyorlar demektir.
Birlik ve beraberlikten herkesin tek tip bir kalıp içinde erimesini anlayanlar da, çağın ruhuna aykırı davranıyorlar demektir.
Türkiye’de bugün tartışılan sorunların büyük bir bölümü, demokrasinin yetersiz uygulanmasından kaynaklanmış sorunlardır. O halde çözüm demokrasimizin standartlarını yükseltmektir. Cumhuriyetimizin ilelebet payidar olmasının yolu da demokrasiyi güçlendirmekten geçmektedir.
Siyasi bilincin ve demokrasinin yetkin olduğu bir toplumda, ‘çeşitlilik içinde birlik’ ilkesi, o ülkenin kuvvet kaynağı olur. Birliğimiz ve dirliğimiz farklı nehirlerle beslenen ve güçlenen bir okyanus haline gelir.
Kendi vatandaşlarını tek bir kalıp içinde erimeye zorlayan ülkelerin, en başta kendi birlik ve dirliklerine zarar verdikleri gibi, dünya sahnesinde de ciddiye alınmadıklarını görüyoruz.
Etnisite ya da din adına kamplaşarak birlik fikrinden uzaklaşan toplumlar da büyük acılarla yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Bunu görmek için fazla uzaklara da bakmaya gerek yoktur. Sınırlarımızın hemen ötesinde yaşananlar herkes için ibret vesilesi olmalıdır.
Türkiye çağdaş bir ülke olarak farklılıklara saygı temelinde kendi sorunlarını kendisi çözebilecek sağlam bir siyasi kültüre ve engin bir devlet tecrübesine sahiptir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Önemle dikkatlerinize sunmak istediğim bir husus da şudur: Birbirinden farklı ve karşıt düşüncelerin bulunduğu ortamlarda karar alma mekanizmasının belli düzeyde uzlaşmayı gerektirdiği de açıktır. Demokratik rejimlerin doğası bunu gerektirir.
Şüphesiz, uzlaşma bütün fikirlerin ortalamasını almak değildir. Öyle olsaydı seçim yapmanın, belli aralıklarla milletin iradesine müracaat etmenin, hükümetlerin kurulması sisteminin, devleti yönetmenin hükümet sorumluluğunda olmasının anlamı kalmazdı.
Uzlaşmak varolan fikirlerin ortalamasını almak anlamına gelseydi, demokratik rejimin sağlıklı işlemesi açısından muhalefetin vazgeçilmezliğinin ve yüklendiği denetleme işlevinin de önemi olmazdı.
Oysa her ikisi de demokrasi açısından gereklidir.
Devlet ve millet hayatının temel meselelerinde gerçek uzlaşma kültürünün hakim olması, geleceğe yön vermenin tek yoludur. Herkesi ilgilendiren siyasi meselelerde ‘partili’ olmakla ‘partizan’ olmak arasındaki çizgi kalın bir şekilde çizilmelidir. Devletin ve milletin bekasını ilgilendiren bütün milli sorunlarda aynı hedefe kilitlenmenin yolları aranmalıdır.
Türkiye açık toplum düzeninin gereklerine uygun bir biçimde siyasi alandaki farklı görüşlerin toplum önünde rekabet etmesine dayalı demokrasisini güçlendirmeye devam etmelidir. Siyasi partilerin toplum önünde bu rekabet temelinde yarışmaları geleceğimiz açısından çok önemlidir.
Katılımcı demokrasi için Meclisin ve kamuoyunun verimli bir şekilde ve doğru bilgilendirilmesinin sağlanması da çok önemlidir. Çözülmesi beklenen sorunların özü hakkında bilgi sahibi olmak, çözüm için izlenecek yöntemin doğru seçilmesi için gereklidir. Unutmayalım ki bazen usul esasın önüne geçebilmektedir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Milli güvenlik anlayışı, dünyada kaydedilen dinamik gelişmeler ışığında kapsam ve içerik değiştirmiştir. Milli güvenlik kuşkusuz güçlü bir orduyu zorunlu kılar. Türkiye’nin güçlü bir ordusu vardır. Ancak kapsam ve içerik değiştiren, dinamik milli güvenlik anlayışı sadece ordunun imkan ve kabiliyetleriyle sağlanan bir çerçeve olmayı aşmıştır. İmkan ve kabiliyetleri yüksek bir ordunun yanında, bir ülkedeki, demokrasinin gelişmişliği, ekonominin sağlamlığı, entelektüel bakımdan ve her açıdan nitelikli insan gücü, enerjiye hakimiyeti veya ulaşabilirliği, her alandaki üretim faaliyetleri, Ar-Ge çalışmaları ve bilgi-teknoloji üretebilme yeteneği bugünün dünyasında milli güvenliğin önemli unsurlarıdır.
Yurt savunmasına her durumda hazır, gücü tarihin tecrübesinde sınanmış, teröre karşı önemli zaferler kazanmış bir orduya sahibiz. Bununla her zaman gurur duymaktayız.
Bununla beraber günümüz dünyasında silahlı gücün yanısıra devletlerin ‘yumuşak güç’ de denilen diplomasi, enerji-politik ve sağlam ekonomik değerler gibi unsurlarının ülkelerin bekasını doğrudan etkileyen sonuçlar doğurduğunu gözardı edemeyiz.
Türkiye, milli menfaatlerini koruma konusunda, gelişmiş yumuşak güç unsurlarını daha etkili kullanmalıdır.
Bir ülkenin yumuşak güçten sert güce kadar milli gücünü oluşturan unsurlarının temelinde ise, derin fay kırıklarından uzak toplumsal bir mutabakata sahip olması yatar. Büyük milletimiz, tek millet olma fikri ile farklılıklara saygı fikrini içiçe yaşatmaktadır. Devletimizin kurucu felsefesinin Türk milleti kavramına esasta yüklediği içerik de budur. Bugün bunun siyaset ve devlet anlayışımıza da çağın gerektirdiği biçimde yansıması gerekir.
Şunu da hatırlatmak isterim ki, hiç kimse farklılıkların varlığını millet içinde yeni millet adacıkları oluşturmak şeklinde anlamamalıdır. Böyle anlayanlar, toplum içinde derin fay kırıkları oluşturarak toplumsal mutabakata zarar verirler. Bu da hem milletin bütününe, hem de farklılığını korumak isteyenlere yıkıcı bir deprem olarak geri döner.
Kendi içinde güçlü bir mutabakatı sağlayamamış bir devletin dünya sahnesinde güçlü olması düşünülemez. O nedenle Türkiye kendi sorunlarını kendisi çözmek zorundadır. Bir ülkenin içini kemiren sorunlar varsa, bunlar kaçınılmaz olarak başka devletlerin müdahalesine açık alanların ortaya çıkmasına yol açar. Çünkü bugünün dünyasında sorunları başkalarından gizlemenin yolu yoktur; herşey açık bir şekilde dünyanın ve herkesin gözü önünde yaşanıyor.
Kendi sorunlarını kendi iradeleriyle çözemeyen devletler başkalarının istismarına açıktır. Siyasi aklı güçlü bir devlet buna izin vermez; sorunlarını başkalarına fırsat vermeden kendi iradesiyle çözer. O nedenle iç sorunlarımızın demokratik usullerle çözülmesi, demokrasi yoluyla vatandaşlık mensubiyetinin güçlendirilmesi; toplumsal mutabakatımızın ve demokrasimizin sağlığı açısından olduğu kadar, milli güvenliğimizin ve milli menfaatlerimizin teminat altına alınması bakımından da zorunludur.
Sorunları kabul edilebilir demokratik yöntemlerle çözmek yerine, sorunları görmezden gelmek ve milli birliği korumak adına siyaset ve demokrasi dışı alanlara kayarak aşırılıklara yol açmak aslında çıkmaz sokağa sapmaktır. Öte yandan, farklılıkları ifade etme iddiasıyla birlik fikrini zedeleyen aşırılıklara sarılmak da toplumlar için birer çıkmaz sokaktır.
Bugün Türkiye kendi içinde gündem oluşturan kültürel kimlik sorunlarını çözecek demokratik bilince ve olgunluğa kavuşmuştur. Ayrıca uluslararası ve bölgesel gelişmeler de büyük çapta Türkiye’nin milli menfaatleri ile paralel hale gelmiştir.
Basiretli devlet adamlarını bünyesinde barındıran Yüce Meclisimiz, Türkiye’deki her soruna bu anlayışla bakmalı, toplumumuzdaki farklılıkları milli birliğimizi güçlendirecek bir zenginlik olarak konumlandırmayı başarmalıdır.
Şehitlerimizin eşsiz fedakarlıkları ve gazilerimizin unutulmaz kahramanlıkları sayesinde Türkiye, birlik ve bütünlüğünü her şart altında koruyacağını dünyaya göstermiştir. Türkiye’nin bugüne kadar başarıyla sürdürdüğü terörle mücadele çizgisi bugün yeni imkanları önümüze açmıştır. Bugün gelinen noktada ise, Türkiye daha fazla şehitler vermeden, teröre daha fazla mali kaynak ve enerji harcamadan, terör sorununu geride bırakmaya yarayacak yeni yöntemleri devreye sokma kapasitesine ulaşmıştır.
Türkiye’nin içindeki bu gelişmeler ile uluslararası şartların da uyumlu hale gelmesi, bu konjonktürde azim, kararlılık ve hedef değiştirmeden ülke güvenliğini garanti altına alma imkanlarını Türkiye’nin önüne getirmiştir. Bu konuların Yüce Meclis’te kapsamlı bir şekilde ele alınması büyük önem arzetmektedir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Bugün karşımızda ilginç ve pek çok yönden dikkat çekici bir dünya tablosu var. Bugünün şartlarını kendimize uygun yöntemlerle değerlendirmek, gelecek nesiller adına bizim sorumluluğumuzdadır. Türkiye’nin önüne çıkan bu tablo zaman kaybı olmaksızın dinamik bir şekilde değerlendirilmelidir.
Bugünün dünya konjonktürünün ve bölgesel dengelerin terörle mücadelede önümüze çıkardığı olumlu şartların ve fırsatların ilelebet devam edeceğini düşünmemeliyiz. O nedenle bilinçli, kararlı, planlı ve hızlı hareket etmeliyiz.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Hukuk devleti, kavram olarak, bilindiği gibi, yönetilenlerle yönetenlerin önceden belirlenen ve herkes için eşit uygulanan hukuk kurallarıyla bağlı olmasını ifade etmektedir. Hukuk devleti insanlığın en değerli kazanımlarından biridir.
Hukukun üstün olduğu yerde keyfiliğe yer yoktur. Hukuk devleti, kamu hizmetlerinin şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine uygun olarak yerine getirildiği devlettir.
Hukuk devleti, devlet erkini kullanan kişi ve kurumların yetki alanlarının hukuk kurallarıyla belirlenmesini gerektirir. Konum ve sıfatı ne olursa olsun, hiç kimse hiç bir nedenle hukukun dışına çıkamaz. ‘Devletin bekası’ veya ‘ulusal çıkar’ gibi kavramlar da, hukuksuzluğu ve keyfiliği haklılaştırmak için kullanılamaz. Hukuk devletinin olduğu yerde keyfiliğe yer yoktur. Devletin ve milletin bekası, laik demokratik Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğinin pekiştirilmesiyle yakından ilintilidir.
Hiç kimse, devleti ve rejimi korumak bahanesiyle hukuk dışına çıkamaz. Devleti ve rejimi koruma bahanesiyle hukuk dışı yollara başvurmak, devletin güvenliği ve rejim için en büyük tehlikedir.
Geçmişte bu alanda yaşanmış bazı yanlışlıkların faturasını bugün hepimiz ödüyoruz. Devletin, bir yüzeyde görünen bir de derin ve görünmeyen yüzü olamaz. Devletin tek yüzü hukuktur. Hiç kimse ve hiçbir grup kendini devletin yetkili organlarının yerine koyarak tasarrufta bulunamaz, eylem yapamaz.
Hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı, bağımsız ve tarafsız yargıdır. Anayasamız yargı bağımsızlığını güvence altına almıştır. Bütün kurum ve kuruluşların, gerçek ve tüzel kişilerin buna uygun davranması, adaletin tecelli etmesini engelleyecek tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir.
Bu hassasiyetler gözetilmek şartıyla Türkiye’nin çağdaş standartları yakalama konusunda ivmesini artıracak yargı reformu çalışmalarının sağlıklı bir müzakere ile devam etmesi ve bu çabaların bir an önce sonuçlanması gerekmektedir. Yargı reformu, günlük siyasi polemiklere kurban edilmemelidir. Yargı reformu, daha güçlü ve daha gelişmiş bir yargı sistemine, dolayısıyla daha iyi işleyen bir devlet sistemine kavuşmamız açısından büyük önem taşımaktadır.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, öncelikle millet için vardır. Çünkü yargıçlar kararlarını millet adına vermektedirler. Bu nedenle milletimizin hakettiği yüksek standartların kısır tartışmalar içine sokulmaması gerekir. Yargı reformunun, kim tarafından üretilirse üretilsin, partizanca yaklaşımlardan uzak bir şekilde, çağdaş standartlar temel alınarak yüksek bir sorumluluk bilinciyle gerçekleştirilmesi gerekir.
Mülkün temeli olan adaletin yerine getirilmesini gözeten bir anlayışla ve mutlaka gerçekleştirilmesi gerektiğine inandığım yargı reformu partiler tarafından ve toplumun tüm kesimlerinde özgürce ve sağlıklı bir şekilde tartışılmalı, ama partizanca yaklaşımların konusu olmamalıdır.
Çok önemli bir başka noktayı da tekrar vurgulamak istiyorum: Hukuk devleti, bireyin temel hak ve hürriyetlerinin güvenceye alındığı devlettir. Bu haklardan biri de ‘masumiyet karinesi’dir. Suçluluğu mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar hiç kimse suçlu ilan edilemez. Anayasamızın 15. maddesi uyarınca olağanüstü hal, sıkıyönetim, hatta savaş durumunda dahi ihlal edilemeyecek olan bu hakkın, yaşadığımız olağan dönemde sıkça ihlal ediliyor olması üzücüdür. Bu konuda tüm kesimlere, özellikle medyamıza büyük bir sorumluluk düşmektedir. Kişilerin mahkeme salonlarında herhangi bir karar verilmeden önce yazılı veya görsel medyada yargılanıp mahkûm edilmeleri hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Devlet hayatının her alanında, usul yasalarına özellikle dikkat edilmesini tavsiye ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Şimdi de, artık bir devlet politikası haline gelmiş olan Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimizle ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Avrupa Birliği, Türkiye’nin çok önceden belirlenmiş en önemli hedeflerinden biridir. Bu yolda bugüne kadar çok ciddi adımlar atılmıştır. Bunlar büyük başarılardır, ama daha yapılacak çok şey vardır.
Bu bağlamda TBMM’ye yeni yasama yılında da çok önemli işler düşmektedir. AB Komisyonu İlerleme raporlarında, katılım ortaklığı belgelerinde ve nihayet Türkiye’nin taahhütlerini içeren ulusal programlarda yer alan hususların hayata geçmesi için, bundan önce olduğu gibi önümüzdeki dönemde de Meclisimizin çok büyük bir özveriyle çalışması gerekmektedir.
Ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyeliği siyasi partilerin ve hükümetlerin mutabık oldukları bir devlet politikasıdır. Bu nedenle, iktidarı ve muhalefetiyle tüm partilerimizin ve milletvekillerimizin bu yönde düşündüğünü bildiğim için, bu konuda Meclis içinde işbirliğinin daha çok geliştirilmesini tavsiye ediyorum. Bu yoldaki gayretler, ülkemizin siyasi, hukuki ve ekonomik açıdan çok daha iyi noktalara ulaşmasına önemli katkılar sağlayacaktır.
Türkiye kendisi için hedef olarak belirlediği muasır milletler düzeyinin ötesine geçme yolunda ilerlemekten ve bu amaçla AB’ye tam üyelik perspektifinden geri adım atmamalıdır. Bu konuda tereddüte mahal yoktur.
Başkalarının bizi raydan çıkartmak için zaman zaman sabrımızı zorlayan yaklaşımlarını kaydetmeli ama bu nedenle çabalarımızı azaltmamalıyız. Türkiye dışarıdan gelen rahatsız edici seslere bu anlamda kulağını tıkamalı ve geçen sene de bu kürsüden ifade ettiğim gibi, gerekirse kendi kendine kalsa bile fasılları açıp kapama iradesini canlı ve taze tutmalıdır. Burada esas hedefin Türkiye’nin her alanda dünyadaki en yüksek standartlara kavuşması olduğunu unutmamalıyız. Bu yolda, milletimiz o standartlara layık olduğu için bu çabayı gösteriyoruz. TBMM, Avrupa Birliği ile ilgili yasal düzenlemeleri, ayrıcalıklı bir yaklaşımla ele almalı ve özel çalışma usulleri oluşturmalıdır. Türkiye güçlü bir iradeye sahip olursa, basiretsiz bazı Avrupalı politikacıların can sıkıcı yaklaşımlarının hiç dikkate alınması gerekmeyen teferruat olduğu herkes tarafından görülecektir.
Öte yandan, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada güven, istikrar ve barışın teminatı olarak görülmesi;
Komşu ülkelerle iyi ilişkilerin geliştirilmesi;
Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Güneydoğu Asya’da yaşanan sorunların çözümünde aranan ve güvenilir bir arabulucu olarak kabul görmesi;
Türk-Ermeni ilişkileri gibi kronik sorunların çözümüne yönelik siyasi inisiyatifin elden bırakılmaması;
Kıbrıs meselesinde çözüm temelli aktif politikalar izlenmesi;
Bütün bunlar Türkiye’nin dünya sahnesinde giderek daha görünür hale gelen ve giderek daha işlevselleşen özgüveninin işaretleridir.
Türkiye bütün bu alanlarda kendi ulusal ilkelerinden taviz vermeden barış ve istikrar adına inisiyatif almayı sürdürmelidir.
Türkiye yapıcı bir şekilde dünya sistemine katkıda bulunma misyonunu güçlendirmelidir.
Üstlendiğimiz bütün uluslararası görevlerde, ilgili ülkelerdeki istikrarsızlıklar üzerinden değil, istikrara katkıda bulunarak milli menfaatlerimizi korumalıyız.
Daha açık ifade etmek gerekirse, Türkiye kendi istikrarını başka ülkelerin istikrarını zedeleyerek ya da şantaj unsurları kullanarak değil, muhataplarının istikrarlarına katkıda bulunarak gerçekleştirme şeklinde ahlaki ve siyasi bir yol tercih etmektedir.
Karşımızda duran küresel tablo ülkemizin uluslararası sorunlarda barış inşa eden siyasetler üretmesinin önemini daha belirgin şekilde ortaya çıkarıyor. Evvelce, bildik bazı ülkelerin katkılarına muhtaç görünen pek çok sorun, taraf ülkelerin açık davetleriyle, Türkiye’nin aktif katılımıyla çözüm yolunda ilerliyor.
Türkiye, bölgesinde, güvenlik, istikrar, ekonomik işbirliği ve refah denkleminin adil bir biçimde yeniden inşasında, dinamik bir unsur olarak özgün yerini almaktadır. Ülkemizin uluslararası sorunlara yaklaşımının her geçen gün daha çok takdir topladığını görüyoruz.
Dünya sisteminin en önemli aktörü durumundaki Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni bir yönetimin başa gelmesi, bütün dünya için olduğu gibi, bizim ülkemiz için de, yeni imkanlara ve fırsatlara kapı aralamış bulunuyor. Yenilenmiş bir anlayışla işbaşına gelen yeni ABD yönetimiyle karşılıklı saygı ve eşitliğe dayalı işbirliğimiz güçlenerek devam ediyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki geçici üyeliğimizi, bu bağlamda, hem milli menfaatlerimizin tahakkuku, hem bölgede istikrarın inşası, hem de dünya sistemine yapıcı katkılarda bulunmak açısından en verimli şekilde kullanmalıyız.
Milli davamız olan Kıbrıs meselesinde, yerleşik BM parametreleri olan iki kesimlilik, siyasi eşitlik ve iki kurucu devleti haiz yeni bir ortaklık temelinde, BM Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde Ada’da liderler arasında kapsamlı müzakereler geçtiğimiz Eylül ayından itibaren devam etmektedir. Yürütülen müzakerelerde bu yıl sonuna kadar adil ve kalıcı bir barışa erişilmesi bölgede barış ve istikrarın tesisi açısından çok önemlidir.
Burada tüm dünyaya şunu hatırlatmak isterim: Kıbrıs’ta mevcut statükoya dayalı denklem ilanihaye devam edemez. Mevcut fırsat penceresi sonsuza kadar açık kalmayacaktır. Kıbrıs Türklerinin uluslararası toplumun kenarına itilmesine ve tecrit altında tutulmasına devam edilemeyeceği bilinmelidir.
Kafkasya’da, Ortadoğu’da, Balkanlarda, Güneydoğu Asya’da ve uluslararası toplumu meşgul eden bütün önemli konularda karşılıklı güveni pekiştirmeyi, güven artırmayı ve diyalog yoluyla sorun çözmeyi önceleyen girişimleri bundan böyle de desteklemeye devam edeceğim. Özellikle, Kafkaslar’daki statükonun hiç kimsenin yararına olmadığını belirtmek isterim. Kafkaslar’da donmuş görünen sorunların çözümü yönündeki gayretleri çok önemli buluyorum.
Türkiye’nin bu vizyon temelinde performansını artırması gereğini bu vesileyle yeniden vurgulamak isterim.
Artık dış politikanın ayrılmaz bir parçası olan enerji meselesine önümüzdeki dönemde çok daha fazla önem vermeliyiz. Türkiye’nin enerji meselelerini büyük bir dikkatle takip ediyorum. Türkiye sadece enerji geçişi sağlayan bir transit ülkesi olmakla yetinemez. Alternatif enerji üretimi konusunda da tatminkar bir seviyeye süratle ulaşmaya mecburuz.
Büyük savaşların, büyük kararların ve büyük stratejilerin ekseni olan enerji bölgelerinin çok yakınında bulunuyoruz. Sadece bu nedenle bile enerji meselemizi boru hatları ve geçiş güvenliğine indirgeyemeyiz. Türkiye enerji üretim merkezlerinde güçlü şirketleriyle de yerini almalıdır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
İlk, orta ve yükseköğretimde okullaşma oranlarımızı çağdaş ülkelerin seviyesine çıkarma yolunda bugüne kadar atılan adımlar daha büyük bir kararlılıkla sürdürülmelidir. Eğitim sistemimizde nitelikli iyileştirmeler de sağlanmalıdır. Üretebilen, kendi kendine yeten, eleştirel düşünebilen, yeniliklere açık ve her yönüyle yetenekleri gelişmiş bir insangücü, hem demokrasimizin hem de kalkınmamızın teminatı olacaktır.
Eğitimde karşımıza çıkan bölgesel farklar bir an önce kapatılmalıdır. Yurt çapında okullarımızın eksikliklerini tamamlamak için, elimizden geleni yapmalıyız.
Eğitim sistemimiz, yetenek, başarı ve fırsat eşitliğini öne çıkarmalı, her türlü eşitsizliği dışlamalıdır. Okullarda verilen eğitim güçlendirilmeli ve herkesin eşit eğitim imkânlarından faydalanması sağlanmalıdır. Özellikle kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve kızlarımızın eğitimi ayrı bir önem arz etmektedir. Son yıllarda kızlarımızın eğitimine gösterilen özenin artarak devam etmesini temenni ediyorum.
Türkiye’nin 21. yüzyılın bilgiye dayalı ekonomisinde rekabet etmesi ve ekonomik büyümesini devam ettirebilmesi yolunda, okullarımıza ve üniversitelerimize çok önemli görevler düşmektedir.
Üniversitelerimiz toplumumuz ve sanayimizle daha güçlü bağlar kurmalı, toplumsal, kültürel ve ekonomik gelişmemizde öncü bir rol üstlenmelidir. Üniversiteler ülkemizin ihtiyaçlarını iyi analiz etmeli ve bu ihtiyaçları gözeten bir eğitim sunmalıdır. Üniversite toplumun bütün kesimleriyle ilişki içinde olmalı ve her kesime hayat boyu öğrenim imkânı sunmalıdır. Üniversiteler, bulundukları bölgelerin her açıdan gelişmesinin ve kalkınmasının lokomotifi olmalıdır.
Türkiye’nin bilgi ve teknoloji transfer eden bir ülke olmaktan, bilgi ve teknoloji üreten bir ülke konumuna geçmesi üniversitelerimizin başarıları sayesinde olacaktır. Araştırma-geliştirmeye sağlanan imkanlar ve ayrılan fonlar sayesinde, son yıllarda bilim dünyamızda büyük bir atılımın başladığını üniversiteler ve TÜBİTAK arasında işbirliğinin geliştiğini görmekten büyük memnuniyet duyuyorum.
Üniversite hür düşüncenin kalesidir; her türlü görüşün tartışılabildiği ve bireylerin birbirini hoşgörüyle dinlediği bir kurum olarak varolagelmiştir. Bundan dolayı, üniversiteler, farklı kimliklerle barış ve diyalog içinde birarada yaşama kültürünü öğrencilerine yaşatırlar. Sayıları artan ve ülkemizin artık her tarafında bulunan üniversiteler, inanıyorum ki, birlik duygumuzu güçlendireceği gibi farklılıklara olan hoşgörüyü de yaygınlaştıracaktır.
Bu noktada yeni kurulan üniversitelere aktarılacak kaynakların güçlü olması konusunda Hükümetin özellikle dikkatini çekmek istiyorum. Yeni kurulan üniversiteler ne kadar güçlü kaynaklarla işe başlarlarsa o kadar sağlam altyapıya sahip olurlar. Böylece yeni üniversite olmaları bir avantaja dönüşür.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Küresel ekonomik krizin ilk işaretleri geçen yıl görülmüştü; o bağlamda düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım. O günlerin ardından kriz tam anlamıyla ortaya çıkmış ve tüm dünyayı sarstığı gibi bizi de etkilemiştir.
Hükümetler ve merkez bankaları krizin olumsuz etkilerini sınırlamak için çeşitli önlemleri hayata geçirmişlerdir. Bu önlemler arasında mali ve parasal genişleme, ekonomiyi canlandırma paketleri, finans sektöründeki sorunların daha da büyümesinin önüne geçmek ve mevcut sorunların çözülmesine yönelik olarak atılan adımlar yer almaktadır. Bir yandan da ileride böylesine büyük ve geniş çaplı bir krizin yaşanmaması için gereken reformların hayata geçirilmesi konusunda ülkeler arasında ortak bir anlayış ve irade birliği oluşmuştur. Bu noktada uluslararası camianın bugüne kadar sergilemiş olduğu yakın işbirliğini önümüzdeki dönemde de sürdürmeleri gerektiğini belirtmek istiyorum.
G-20 platformu, küresel krizle mücadele kapsamındaki bu çalışmalara stratejik yön verilmesi açısından önemli bir görevi yerine getirmektedir. Türkiye’nin söz konusu platformda yer alarak yapılan çalışmalara son derece önemli katkı sağladığını memnuniyetle gözlüyorum. Grup içerisinde varlığımız, küresel sorunlar karşısında ülkemizin uluslararası camianın etkin ve ayrılmaz bir parçası olduğunu teyit etmektedir.
Ülkelerin tek tek ve birlikte atmış olduğu adımlar, bu zorlu test döneminden belli oranda çıkıldığına işaret etmektedir. Açıklanan iktisadi veriler ve piyasalardaki gelişmeler bu görüşü doğrular niteliktedir. Ancak yaşanmakta olan olumlu gelişmelere rağmen, küresel krizin tam olarak atlatıldığını söylemek için erken olduğunu da unutmamak gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde, özellikle de Avrupa’da, finans sektöründeki sorunlar henüz tam olarak giderilememiştir. Emtia fiyatlarının yeniden yükselme eğilimine girmesi enflasyon ve cari işlemler açısından risk oluşturmaktadır. Artan ve derin bir sosyal sorun haline dönüşme riski bulunan işsizlik de hükümetlerin ivedikle çözüm üretmeleri gereken bir alandır.
Son krizle birlikte, uluslararası finansal mimarinin yeniden yapılandırılması konusundaki çalışmalar hız kazanmıştır. Türkiye sürdürülen bu çalışmalara katılarak önemli katkılar sağlamaktadır. Bu çerçevede finans sektörünün düzenleme ve denetimine ilişkin çalışmalara aktif katkı sağlanmasını ve bu alandaki yeni düzenlemelerin zamanında kendi uygulamalarımıza yansıtılmasını önemli bulduğumu belirtmek isterim.
Türkiye pek çok ülkeden önce krizden çıkış stratejisini açıklamıştır. Türkiye’nin gelişebilecek olaylara karşı stratejilerini zamanında hazırlaması anlamına gelen bütün çalışmaları dikkatle takip ediyorum.
Unutmayalım ki ekonomi yönetimindeki gevşeklik, büyük gayretlerle elde edilen başarıları kolayca eritebilmektedir. Demokratik hayatın bir gerçeği olarak, zaman zaman yönetimlerin popülist baskılar altında kalabildiği bir vakıadır. Halkımızın uzun vadeli çıkar ve refahı için doğru stratejiler kararlılıkla uygulanabilmelidir.
Bu bağlamda, kamu dengelerindeki iyileşmeyi kalıcı kılmak amacıyla “mali kural” uygulamasına geçilmesi de elde edilecek kazanımların önümüzdeki dönemlerde sürdürülmesine katkıda bulunacaktır. Mali kural uygulamasını önemsiyor ve destekliyorum. Türkiye’nin öngörülebilir bir ülke olması, planlı-programlı hareket etmesi ve güven unsurunu pekiştirmesi bakımından mali kural uygulaması önemli bir kazanım olacaktır.
Orta ve uzun dönemde ekonomimizin daha verimli, rekabetçi, esnek ve güçlü olması için gerekli olan reformlar, toplumun tüm kesimlerinin desteğini ve sahiplenmesini gerekli kılmaktadır. Bu süreçte sosyal alanlardaki gelişmenin güçlendirilmesi de ihmal edilmemelidir. Millet iradesinin en üst düzeyde temsil edildiği Yüce Meclisin, ihtiyaç duyduğumuz bu reformların en geniş katılımla ve en kısa sürede gerçekleştirilmesinde üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getireceğine inancım tamdır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri
Yakın zamanda yüreğimizi yakan doğal afetler yaşadık. Uzun yılların birikimi olan tedbirsizlikler ve plansızlıklar, doğal afetlerle birleşince, gerçekten çok üzücü tablolar ortaya çıktı.
Devlet ve millet olarak çevre konularını en önemli ve öncelikli konularımızdan kabul etmeliyiz. Aziz vatanımızın çevre koşullarını sağlıklı kılmaya, şehirlerimizi daha planlı hale getirmeye, doğal afetlere karşı önceden hazırlıklı olmaya da sınırlarımızı korumak kadar önem vermeliyiz.
Ülkemizin deprem fay hatları üzerinde olduğu bilimsel verilerle ispatlanmış bir gerçektir. Ayrıca tarih de bunun şahididir. Acılar yaşandıktan sonra feryat etmemek ve zararları asgariye çekmek için şimdiden olağanüstü bir anlayışla koruyucu tedbirlerin alınmasını ve bu konudaki çalışmalara hız verilmesini bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Çevre duyarlılığını artırmalıyız. Kamu yönetiminin ve toplum hayatının her sahasında doğal afetlere karşı hazırlıklı olmalıyız. Uzun yılların birikimi yüzünden vatandaşlarımızın hayatını ve milli servetlerimizi tehdit eden plansızlıkları süratle ortadan kaldırmalıyız. Çağdaş bir toplum olmanın çevre duyarlılığı konusundaki tüm gereklerini yerine getirmeliyiz. Tüm kamu yöneticileri başta olmak üzere, ilgili herkesi ve tek tek her vatandaşımızı, yaşanabilir çevre koşulları oluşturulması ve korunması konusunda seferberliğe davet ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Yüce Meclisin milletimiz ve devletimiz için çok değerli çalışmalara imza atacağına olan inancımla sözlerime son veriyorum.
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Yüce Meclis’in milletimize hizmet etmiş tüm mensuplarını minnet ve saygıyla anıyorum.
Önümüzdeki dönemin milletimiz ve devletimiz için hayırlar getirmesini Cenabı Allah’tan diliyorum.
Sizleri ve şahsınızda aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.