Güncelleme Tarihi:
Gül, Stratejik İletişim Merkezi (STRATİM) tarafından düzenlenen 4. İstanbul Forumu'nda yaptığı konuşmada, toplantıda Orta Doğu'daki gelişmelerin ele alınacağını belirterek, tartışmalarını genel çerçevesine katkıda bulunmak üzere ülkelerin içinden geçmekte olduğu kapsamlı değişim ve dönüşüm süreciyle ilgili bazı görüşlerini paylaşacağını söyledi.
"Etkisini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz küresel bir dönüşüm sürecinden geçiyoruz" diyen Cumhurbaşkanı Gül, bu süreçte uluslararası düzenin giderek daha da karmaşık bir hal aldığını, bir yandan uluslararası alanda güç telaffuz eden devletlerin sayısının arttığını, diğer yandan da devlet dışı aktörlerin ulusal bütünlüklere dayalı güç kazandığını kaydetti.
Gül, küresel sistemin niteliğiyle ilgili tek ve çok kutuplu tartışmalar olduğunu belirterek, artık iki kutuplu bir dünyada yaşanmadığını, gerçek anlamda çok kutuplu güç dengesi veya kutupsuz bir dünya düzeninden de söz etmenin mümkün olmadığını dile getirdi.
ABD'nin halen dünyanın en büyük askeri gücüne sahip ülke olduğunu, ancak küresel düzende yegane hakim öncü de olmadığını vurgulayan Gül, ancak ABD'nin dünya siyasetinde etkin bir ülke olma özelliğini de koruduğunu söyledi.
Demokrasi rejimi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dünyanın ekonomik güç merkezinin de Trans Atlantik bölgesinden Asya'ya doğru kaydığını belirterek, uluslararası sistemde üç boyutlu bir eksik denge halinin yaşandığını, bu eksik denge halinin siyasi, iktisadi ve beşeri boyuttan kaynaklandığını anlattı.
Küresel iletişimi, olumsuz anlamda etkileyen bu açıkların kapanmak bir yana maalesef daha da açıldığını vurgulayan Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Siyasi alanda dünyada çok sayıda ülkede de demokrasi, halkın taleplerini karşılayan en ideal yönetim şekli olarak moral üstünlüğünü kazanmış durumdadır. Önemli olan sadece rejimim demokrasi olması değil. Toplumlar bir yandan yöneticilerini özgür iradeleriyle belirlemeyi isterken, diğer taraftan demokrasinin olmazsa olmaz koşulları olan özgürlükler, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve ekonomik refahtan yararlanmak istemektedirler. Diğer ekonomik alandaki yenilikler refah getirmekte, bu refah da dünyanın en önemli kısmına adil bir şekilde yansımamaktadır. Toplumsal ve siyasal baskıları da beraberinde getirecek küresel ekonomik dalgalanmalar önlenememektedir. Küresel krizlerin etkileri artık daha uzun ve yoğun hissedilmektedir."
Tek çekim merkezi bulunmayan küresel, siyasal sistem ve ağırlık merkezleri çeşitlenen kültürel ve ekonomik düzenle karşı karşıya olunduğunu belirten Gül, bu geçiş süreci nedeniyle dünyada bir çok bölgede istikrarsızlıklar ortaya çıktığını anlattı.
Sancılı bölge Orta Doğu
Bu sürecin sancılarının en yoğun biçimde yaşadığı coğrafyanın başında Orta Doğu geldiğini vurgulayan Gül, Orta Doğu'da artık köklü bir paradigma değişikliği yaşandığını, yüzyıllık statükonun kendisine eşlik eden tüm köhneleşmiş yapılarla birlikte yıkılmakta olduğunu kaydetti.
Gül, Orta Doğu'da kökeninde toplumsal hareketlerin yer aldığı kapsamlı bir değişim süreci yaşandığını ifade ederek, şöyle konuştu:
"Birçok ülkede değişimin tetikleyicisi ülke içi toplumsal talep ve baskılardır. Bugün halkların talebi, kendilerini yönetenler ile aralarındaki ilişkinin meşruiyet temelinde sürmesi ve rejimlerin halkın iradesine dayanmasıdır. Dolayısıyla geri döndürülemez niteliktedir. Bu sürecin sonunda içinde yaşadığımız bu bölgede, beşeri coğrafyada devlet ve iktidar anlayışında köklü değişiklikler gerçekleşmekte, yeni bir düzenin kurulması kaçınılmaz
olacaktır. Bölgede nasıl yeni siyasi, ekonomik düzen ortaya çıkacağı hepimizin
cevap aradığı temel bir meseledir. Bölgedeki değişim ihtiyacına 2003'te Tarhan'da düzenlenen İslam Konferası toplantısında yaptığım konuşmada bizzat dikkat çekmiştim. Mevcut yapıların, halkların meşru özlemlerini karşılamaya yetmediğini vurgulamıştım. İyi yönetimin, şeffaflık taleplerine cevap verilebilmesi gerektiğini de belirtmiştim. Bu gerçekleşmediği takdirde halkların bir gün isyan etmelerinin ya da bir gün dış müdahalelerin kaçınılmaz olduğunu o gün bütün çıplaklığıyla salonda söylemiştim."
4 temel tespit
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bölgedeki gelişmeleri değerlendirmek açısından başlıca 4 temel tespitini paylaşmak istediğini belirterek, bunun birincisinin, belli ülkedeki toplumsal ve siyasal değişim sürecinin, sadece o ülkeyi değil, aynı coğrafyayı paylaşan ülkelerin ve halkların geleceğini de tesir eden dönüşüm süreçlerini de tetiklemek olduğunu kaydetti.
İkincisinin ise bölgedeki her değişimin Irak savaşından sonraki süreçte karşılaşıldığı gibi bölge içi güç dengelerini de temelden değiştirmek olduğuna dikkat çeken Gül, şöyle devam etti:
"Üçüncüsü geçmişte uzun süre baskı altında tutulan geleneksel aidiyetlerle ilgili artan bilinç. Orta Doğu'da maalesef etnik, dini ve mezhepsel temelli kimlik siyasetlerinin öne çıktığı bir dönem başlamıştır. Bu da ulus devletleri yeni sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Neticede ülkelerin ulusal kimliklerini, toprak bütünlüklerini ve iç barışlarını daha fazla sorgulanır hale geldiği bir süreç ortaya çıkmaktadır. Etnik ve mezhepsel aidiyetlerin körükleyeceği uzun vadeli istikrarsızlık ve çatışma ihtimali giderek bölgeyi daha fazla etkisi altına almaktadır. Dolayısıyla Orta Doğu'daki mesele sadece belirli ülkelerdeki siyasi dönüşüm meselesi olmanın çok daha ötesinde etnik ve mezhep grupların arasındaki potansiyel ihtilaf alanlarının girdiği güç mücadelesi ve çatışmaya dönüşmesinin önüne geçmektir.
Dördüncüsü, bölgedeki değişime ilişkin olarak özellikle bölge dışı ülkelerin yaklaşımlarındaki çelişkilerdir. Son 3 yılda birçok uluslararası aktörün bölgesel istiktarın gerçek teminatının, halklarının taleplerini karşılayan meşru yönetim yapılarından geçtiğini savunduğunu, bu nedenle değişim güçlerinin yanlı yer aldığını gördük. Bu bağlamda oraya çıkan çelişkili durumun başlıca nedenlerinden birinin, İslam dünyasının sosyo-kültürel dokusunun çağdaş dünyada demokratik düzenle uyumlu olmadığına dair oryantalist tartışmalarla bağlantılı olduğuna dair düşünceler olduğu anlaşılmaktadır."
Sadece mevcut sorunlara odaklanmanın büyük başka sorunlara yol açacağının da görülmesi gerektiğini ifade eden Gül, "Suriye örneğinde olduğu gibi, meşru hak ve özgürlük taleplerinin şiddet yoluyla bastırılması, bütün bölgesel istikrarı tehdit eden iç çatışma sürecini de başlatmıştır. Bu itibarla değişim ve istikrar arasındaki gerçek çelişkinin meşru değişim taleplerinin karşılanmadığı durumlarda ortaya çıktığını, değişme direncinin istikrarın teminatı değil, bizatihi bu istikrarsızlık kaynağı haline geldiğini görmek gerekmektedir" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Gül, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde dönüşüm sürecindeki en kritik ülkenin Mısır olduğunu dile getirerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Maalesef Mısır'daki tarihi demokrasi yolculuğu 2. yılını doldurmadan kesintiye uğramıştır. Yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen, Mısır halkının tarihi birikimiyle bu sorunu aşabileceğine inanıyorum. Mısır'ın gelişimini inşa etmekle asli sorumluluk elbette, tüm Mısır halkına aittir. Mısır'ın müreffeh ve güçlü bir ülke olmasını en fazla biz isteriz. Mısır'ın kendi enerjisini tüketmeden, bir an önce demokrasiye dönmesini ve ekonomik kalkınmasını hızlandırmasını, samimiyetle arzu ediyoruz. Zira Mısır'ın istikrarının zedelenmesinden tüm Arap alemi, Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile nihayi tahlille tüm uluslararası camia zarar görür. Türkiye olarak, Mısır'la kadim dostluk ve kardeşlik ilişkilerimizin ortaya çıkan görüş ayrılıklarını aşabilecek kadar güçlü olduğuna da inanıyorum."
Suriye
Suriye'deki krizin giderek derinleştiğini, on binlerce insanın hayatını kaybettiğini, milyonlarca insanın mülteci durumuna düştüğünü anlatan Gül, yıkılan kasaba ve şehirlerden adeta istatistiki verilerden bahsedilirmiş gibi söz edillmesinin insanlık adına esef verici olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Gül, Suriye'deki durumun bir iç savaş olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Bu savaştan henüz bir çıkış da gözükmemektedir. Son dönemdeki belki de tek olumlu gelişme, insanların vahşice katledildiği kimyasal silah saldırısından sonra yürütülen diplomatik süreç sonucunda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin Suriye konusunda nihayet bir karar kabul etmiş olmasıdır. BM Güvenliek Konseyi'de alınan son kararı, her halükarda memnuniyetle karşılıyor ve uygulanmasını destekliyoruz. Güvenlik Konseyi aldığı bu kararla Suriye'deki ihtilafın uluslararası barış ve güvenlik için tehdit oluşturduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu, önemli bir gelişmedir. Kararda, muhtemel bir ihlal durumunda alınacak tedbirlerin BM şartının 7. bölümü kapsamında değerlendirileceğinin belirtilmesi de şüphesiz önemli ve isabetlidir. Zaten bunlar olmasaydı, o kararın bir anlamı olmazdı. Bu bağlamda bunun Orta Doğu'daki tüm kitle imha silahlarının tasfiyesini sağlayacak bir güvenlik mimarisinin oluşturulması yönündeki ilk adımı tesis etmesini ümit ederim. Şüphesiz ki bu söylediğim ayrı bir bahis. Çok geniş ayrı bir konu."
"Tek yol..."
Orta Doğu'nun tamamen bu silahlardan arındırılmasının, Orta Doğu'da kalıcı ve barışı getirecek tek yol olduğuna dikkati çeken Cumhurbaşkanı Gül, şöyle konuştu:
"O açıdan kimyasal silahların, ki bu büyük problemler düşünüldüğünde çok küçük bir adımdır, yine de büyük düşünceleri çok daha geniş bir vizyonun ilk adımı da olabilir, cesaret verici de olabilir. Bunu bu bağlamda söylemek istiyorum, ayrı bir konu bu... Bu bağlamda ABD ve İran liderlerinin başlattıkları doğrudan yapıcı temasları da önemli buluyor ve destekliyoruz. Başta Suriye olmak üzere bölgedeki diğer problemlerin çözümüne de bu yakınlaşma iyi niyetli ve netice verici bir şekilde gelişirse çok katkısı olacağına samimi olarak inanıyorum. Öte yandan Suriye konusu, maalesef kimyasal silahların tasfiyesine indirgenemeyecek kadar büyük bir bölgesel ve uluslararası mesele niteliğindedir. Suriye'deki bu büyük insanlık dramının, bölgesel istikrar ve güvenliğe tehdit teşkil eden iç savaşın artık bir an önce sona erdirilmesi gerekmektedir."
"Kaçınılmaz netice radikalleşme olacaktır"
Cumhurbaşkanı Gül, Suriye'deki "iç çatışma ikliminin tabii bir sonucu olan", radikal ve aşırı unsurların varlığının özellikle ABD ve Batı kamouyunda bazı tereddütlerin doğmasına yol açtığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu noktada şu görüşümü de sizinle paylaşmak isterim; çok başından beri bu olaylar başladığında görüştüğüm, karşılaştığım, beni ziyaret eden bütün müttefiklerimize söylediğim şey şu olmuştur: Bu süreç uzun sürerse bu süreci ortaya çıkaracağı kaçınılmaz netice bir radikalleşme olacaktır. Karıncayı ezmeyen insanlar, o ortam ve iklim içinde akıllarından geçmeyecek işleri yapar hale geleceklerdir ve maalesef bugün 2,5 sene geçmiştir ve bu ortam içinde böyle bir yapı oluşmaktadır. Bu bakımdan bu ortamı sadece tenkit ederek bahaneler çıkartmanın da çok ahlaki olmadığı kanaatindeyim. Çünkü buna birazcık fırsat veren bu sürecin bu kadar uzamasına yol açan uluslararası camia olmuştur. İki sene önce gayet mütedeyyin, vatansever, kendi inançlarında olan düzgün insanlar, hayatın içinde olan insanlar böyle bir ortam ve mücadele içinde büyük bir çoğunluğu bu noktaya gelmiştir. Bu bakımdan bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Yapılması gerekenlerin çok daha kararlı şekilde yapılması gerekir. Süre uzarsa bu süre içinde hiç kimsenin rüyasında görmeyeceği gelişmeleri orada görmek mümkün olacaktır. Suriye meselesi, maalesef giderek 'aşırı unsurların mı' yoksa 'Baas tarzı bir rejimin mi' kontrolündeki Suriye ikilemi arasında sıkıştırılmaktadır. Bu yaklaşım, Suriye"deki çözümsüzlüğün daha da uzamasına neden olacak niteliktedir."
Suriye krizinden çıkışın yolu
Cumhurbaşkanı Gül, Suriye konusundaki görüşlerini aktarmayı, şu sözlerle sürdürdü:
"Suriye krizinden çıkışın yolu BM Genel Kurulu konuşmamda da belirttiğim gibi, başından beri eksik olan kapsamlı, diplomatik ve siyasi çözümdür. Başından beri kapsamlı bir stratejinin olmadığını görüyoruz. Noksanlık buydu doğrusu. Bir yaptırım mekanizması olmayan ve somut takvim ve modaliteye bağlanmış bir geçiş sürecini kapsamayan 1. Cenevre Mutabakatı taktik münazaralarla yapıldığı için başarısız olmuştur. Bununla birlikte son BM Güvenlik Konseyi'nin kararında da güçlü şekilde ifadesini bulan siyasi çözüm perspektifi, bu bağlamda, 2. Cenevre Konferansı'na ilişkin hazırlıklar şüphesiz ki olumlu gelişmelerdir. Bu süreci hepimizin desteklemesi gerekmektedir. Bu süreçte Cenevre 1'de yapılan hatalar tekrarlanmamalı, diplomatik muğlaklığa yer bırakılmamalıdır. Eğer yine burada diplomatik bir muğlaklık söz konusu olursa herkes istediği yere çekecek, süreç giderek uzayacak, ne olacağı belli olmayacaktır."
"Gerçek anlamda Suriye halkının tamamının iradesi nedir? Bunu ortaya çıkarabilecek ortamı sağlamak en kritik meseledir. Bununla ilgili muhakkak ki çok ciddi prensiplerin, ilkelerin, gerektiğinde gücün ortaya konması şarttır" - "Çünkü bu savaşın, artık bir 'proxy savaşı'na dönüştüğü ortadadır. 'Bunlar P5'in içinde değil' diye bunları sokmazsanız, yok görürseniz, bu savaş yine bir şekilde devam eder"
-
"Vaktiyle Irak ile ilgili olarak 'komşu ülkeler' sürecinin başlamasına öncülük eden biri olarak, bu tür bir yapılanmanın Suriye için geç kalınmış ancak en makul yol olduğu kanaatindeyim" - "Birinci Cenevre tamamen taktikti. Tamamen vakit kaybedildi. Şimdi İkinci Cenevre'nin kesinlikle öyle olmaması gerekir"
-
"Onun için hemen acele yapılması çok önemli değil. İyi hazırlıklı gidilmesi çok önemli. İyi hazırlığın yapılması, perde arkası çalışmaları, mutabakatların en iyi şekilde sağlanması gerekir"
(Fotoğraflı - Görüntülü)
İSTANBUL (AA) - Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uluslararası camianın Suriye halkının tamamının özgür iradesinin tecelli edeceği bir siyasi ortamı tesis etmesi gerektiğini kaydederek, "Gerçek anlamda Suriye halkının tamamının iradesi nedir? Bunu ortaya çıkarabilecek ortamı sağlamak en kritik meseledir. Bununla ilgili muhakkak ki çok ciddi prensiplerin, ilkelerin, gerektiğinde gücün ortaya konması şarttır " dedi.
Gül, STRATİM tarafından düzenlenen 4. İstanbul Forumu'nda yaptığı konuşmada, Suriye'de çözümün temel parametrelerinin belli olduğunu, Türkiye de dahil bir çok uluslararası aktörün, bu kadar kan aktıktan, milyonlarca insan mülteci durumuna düştükten ve şehirler yıkıldıktan sonra Suriye'de yeni bir yönetimin olması konusunda mutabık olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bunun yöntemi, Suriye rejimini, üzerinde mutabık kalınacak geçiş sürecine ilişkin hükümlere riayet etmeye zorlayacak yaptırım mekanizmalarına sahip bir çözümün ortaya konulmasıdır. Böylelikle iç savaş sona erdirilecek, Suriye halkının güvenliğini temin edecek ve ülkenin geleceğini Suriye halkının bütün kesimlerini dahil edecek bir çözüm perspektifi ortaya çıkaracaktır. Burada kritik olan uluslararası camianın, Suriye halkının tamamının özgür iradesinin tecelli edeceği bir siyasi ortamı tesis etmesidir. Yoksa göstermelik bir seçimin yapılması değildir. Gerçek anlamda Suriye halkının tamamının iradesi nedir? Bunu ortaya çıkarabilecek ortamı sağlamak en kritik meseledir. Bununla ilgili muhakkak ki çok ciddi prensiplerin, ilkelerin, gerektiğinde gücün ortaya konması şarttır. Ben böyle bir çıkış stratejisinin ancak Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve Suriye'nin komşularının samimi şekilde birlikte çalışmasıyla mümkün olacağına
inanıyorum. Çünkü bu savaşın, artık bir 'proxy savaşı"na dönüştüğü ortadadır.
'Bunlar P5'in içinde değil' diye bunları sokmazsanız, yok görürseniz, bu savaş yine bir şekilde devam eder. Vaktiyle Irak ile ilgili olarak 'komşu ülkeler' sürecinin başlamasına öncülük eden biri olarak, bu tür bir yapılanmanın Suriye için geç kalınmış ancak en makul yol olduğu kanaatindeyim."
"Bölgede 'fetret devri' mi başlayacak?"
Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da, herkesin geleceğini etkileyecek gelişmeler karşısında bazı soruların da muhtemel cevaplarının sürekli düşünülmesi gerektiğini aktaran Cumhurbaşkanı Gül, şöyle devam etti:
"Bu süreç sonucunda, 21. yüzyılda, bu bölgede, istikrar, barış ve refahın hüküm sürdüğü bir Rönesans devri mi yoksa bir kısım bölgesel rekabet hesapları uğruna, hangi mezhep veya etnik gruba mensup olursa olsun, milyonlarca insanın yeni ızdıraplara maruz kalacağı bir bölgesel 'fetret devri' mi başlayacaktır? Bölgede etnik, dini veya mezhebi aidiyeti ne olursa olsun herkesin kendini ve geleceğini güvende hissedeceği bir dönemi başlatmak için ne yapılması gerekir? Bu sorulara verilecek cevaplar ve izlenecek harekat tarzı Tunus'ta başlayan ve sonuçları itibarıyla bu bölgeyi ve küresel istikrarı etkileyecek olan büyük dönüşüm sürecinin akıbetinin de belirleyicisi olacaktır."
- İki senaryo
Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasında önlerinde iki farklı senaryo olduğuna inandığını ifade ederek, bunları şöyle açıkladı:
"Bu bağlamda önümüzde iki senaryonun olduğuna inanıyorum. Birincisi; her büyük dönüşüm sürecinde olduğu gibi çeşitli iç ve dış faktörlerin devreye girdiği jeopolitik çıkar algılarının ve güç dengesi siyasetin izlendiği senaryolardır. Dahası jeopolitik çıkara dayalı çatışmacı anlayışın bir diğerini öteki ve hasım gören etnik kimlik siyasetiyle birleştirilmesidir ki, bu daha önce de ifade ettiğim gibi İslam dünyasının Avrupa'dakine benzer bir Ortaçağ karanlığına taşınması demektir. Şu anda maalesef böyle bir dönem başlangıcındayız. Herhangi bir ülkenin, mezhebin ve toplumun böyle bir dönemden kazançlı çıkması ise imkan ve ihtimal dahilinde değildir. Neticede sadece kendi kendisini tüketir herkes. Bugün Suriye'de olan nedir? Bir ülke halkıyla bütün potansiyeliyle kendi kendini tüketmektedir, ne olursa olsun, mezhebi, dini, etnik yapısı... Diğer bir ifadeyle medeniyetler çatışmasından daha vahim bir medeniyet içi çatışmaya yol açacak bu senaryo, herkesin kaybedeceği bir felaket senaryosudur.
İkinci senaryo ise mevcut tehlikenin boyutlarını idrak ederek, dar jeopolitik çıkarlara dayanan etnik ve mezhebi kimlik siyasetini reddetmektir. Avrupa'nın bu tarz siyasetin ürünü olan savaş ve çatışmalardan çıkardığı derslerle hayata geçirdiği başarılı ekonomik entegrasyon ve güvenlik mimarileri, hepimizin malumudur."
Siyasi ve dini liderler ile kanaat önderlerine düşen temel sorumluluk
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Orta Doğu'da yaşayan halkların da ortak değerler ve çıkarlar etrafında buluşarak, kendi bölgelerini barış, istikrar ve refah havzasına çevirebileceklerini kaydetti.
Bölgedeki siyasi ve dini liderlere, kanaat önderlerine düşen temel sorumluluğun, akıl ve basiretle hareket ederek, herşeyden önce ülkelerindeki değişim sürecini yönetmek ve öncülük etmek olduğunu vurgulayan Gül, "Kendi iç barışını tahkim etmiş her ülke emin olun bölgesel barışın da en güçlü savunucusu olacaktır. Böyle liderler hak, adalet, sağduyu ve evrensel değerleri temel alan bir anlayışla hareket etmek suretiyle ikinci senaryoyu hakim kılmak için çaba gösterirler" diye konuştu.
Bugüne kadar Orta Doğu'da pek çok ülke ve bu bölgeyle alakalı olan pek çok büyük gücün, Orta Doğu'da savaşa, kriz yönetimine muazzam enerji ve kaynak harcadığını anlatan Gül, bütün bu pahalı ve insani maliyeti yüksek maceralardan alınan sonucun ortada olduğunu söyledi. Gül, artık bölgede barışı planlamının ve barışa yatırım yapmanın zamanın çoktan geldiğini ve geçtiğini dile getirdi.
En kalıcı barış projelerinin savaşların, çatışmaların ve krizlerin en zirve noktalarında ortaya çıktığını kaydeden Gül, "Emin olun samimi barışın planlanması ve finanse edilmesi, kriz yönetiminden de savaştan da çok daha az enerji ve kaynak gerektirecektir. Yeter ki anlayış bu noktada olsun. Barış, demokrasi ve kalkınmanın kol kola ilerlediğiyse hepimizin malumudur. Bölgede gerçek istikrar ve barışın teminatı ancak böyle bir anlayışın hakim olacağı bir düzenin kurulmasıyla mümkün olacaktır" ifadelerini kullandı.
- Sorular
Cumhurbaşkanı Gül, toplantıda katılımcıların sorularını da cevapladı.
Bir yabancı konuğun, "İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerde bir gelişme görüyor musunuz? İki ülke arasındaki yakınlaşmayı sağlamak için ne yapmalı?" sorusuna Gül, şu karşılığı verdi:
"Biliyorsunuz bu konuda, yavaş da olsa bir gelişme var. Bununla ilgili Türkiye'nin temel beklentileri vardı. Bu beklentilerden bazıları hemen karşılanacak gibi olandı yani özür dileme, biliyorsunuz İsrail yaptı. Diğerlerinde de heyetler arasındaki görüşmelerle mesafe alınıyor. Biraz sessiz gidiyor ama heyetler bir araya geliyorlar, konuşuyorlar ve umarım ki bir neticeye ulaşılacaktır."
Suriyeli katılımcıdan Türkiye'ye teşekkür
Cumhurbaşkanı Gül, Suriyeli bir katılımcının "Türkiye hükümetine, pozisyonu için teşekkür ediyorum. Suriye halkı bunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Benim sorum, Suriye'deki uzlaşma sürecinde, net olarak, bölge ülkeleri ve uluslarası toplum nasıl bir rol oynamalı?" sorusu üzerine şunları söyledi:
"Bu savaş, çok dar kapsamlı bir savaş değil şu anda biliyorsunuz. Bu savaşın taraflarını destekleyenlere baktığımızda bunun bir 'proxy savaşı'na dönüştüğü kaçınılmaz. Aynı zamanda Soğuk Savaş mentalitesinin de devrede olduğunu görüyoruz. Bu çerçeve içinde ilgili ülkelere baktığımızda BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olan ülkeler de var direkt bu işin içinde olan, yeni bu işi direkt takip eden. Bölgeye çok yakın, güçlü yapıları olan ülkeler var. Böyle olunca, önce BM Güvenlik Konseyi'nin kesinlikle bir neticeye varması gerekir. Bir mutabakata varması gerekir. Bu şimdiye kadar gerçekleşmedi. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Rusya'nın niçin burada direndiği... Bana sorarsanız, ben 1,5 sene önce, Rusya ve İran'ın bu işin içinde olmasını açıkça söyledim. Özellikle Libya'daki ilk müdahaleden sonra bazı BM Güvenlik Konseyi üyelerinin, Rusya'yı tamamen, Rusya 'evet' dedikten sonra tamamen saf dışı bırakmış olmalarını herhalde Rusya'nın unutmasını beklemek mümkün değil. Doğru, yanlış bunlar ayrı."
"Sürpriz olmadı"
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, reel bir bakış açısını ortaya koymak istediğini, adımların da ona göre atılması gerektiğini ifade ederek, dolayısıyla bu süreç içinde Rusya'nın takındığı tavrın kendisi için hiç sürpriz olmadığını aktardı.
Gelinen noktada kimyasal silahlarla ilgili bu son anlaşmada, Suriye'de olup bitenlerin uluslararası güvenlik için tehdit olarak sınıflandırılmasının önemine işaret eden Gül, şöyle devam etti:
"Çünkü 7. madde ancak böyle işler. Bundan sonra herhangi bir şekilde çok daha büyük bir insanlık dramı, bir devam eden savaşı daha da büyütecek bir olay olduğunda veyahut herhangi bir şekilde kimyasallarla ilgili dürüst adım atılmadığında yeni bir Güvenlik Konseyi'ne gerek olmadan hareket edilebileceğini tahmin ediyorum. Bu kapı açılmış oldu. Bu açıdan bu önemli bir şey. Birinci Cenevre tamamen taktikti. Tamamen vakit kaybedildi. Şimdi 2. Cenevre'nin kesinlikle öyle olmaması gerekir. Onun için hemen acele yapılması çok önemli değil. İyi hazırlıklı gidilmesi çok önemli. İyi hazırlığın yapılması, perde arkası çalışmaları, mutabakatların en iyi şekilde sağlanması gerekir. Yoksa hazırlıksız şekilde gidip, masanın etrafında, hadi orada münakaşa başlarsa, onların nasıl bittiğini hepimiz biliriz. Uluslararası P5, Güvenlik Konseyi'nin mutabakatı da yetmez. Çünkü bölge ülkelerinin hepsinin kendi algılamaları var, tehdit algılamaları var... Bunları da gözardı ederseniz yine olmaz bu iş. İstikrarsızlık yine sürer. O bakımdan böyle bir katılımla benim önerim buydu. Geçen hafta New York'ta da bunu bir çok platformda söyledim. Bir tarafta Güvenlik Konseyi'nin 5 ülkesi, diğer tarafta bu işin dolaylı olarak içinde olan ülkelerin de bir araya geleceği çok sıkı bir çalışmayla diplomatik sonuç ancak böyle bulunur. Siyasi ve diplomatik sonucun yolunun bu olduğunu söylüyorum."