Güncelleme Tarihi:
İşte Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:
İnşallah emeklerinin boşa gitmeyeceğine, tam tersine bu çalışmaların geleceğin şehirlerinin inşasında adeta bir pusula vazifesi göreceğine inanıyorum. Hayatın hızla aktığı, mesafelerin sınırların anlamının değiştiği, ilişkilerin karmaşık hale geldiği böyle bir dönemde yaşıyoruz. Bu yeni dönem yol açtığı sıkıntılar yanında ulaşımdan, iletişime, alt yapıdan, inşaat teknolojisine kadar pek çok farklı alanda bize büyük imkanlar sunuyor.
“AYLAR SÜRECEK YOLCULUKLARI BİRKAÇ SAAT İÇERİSİNDE ARTIK GERÇEKLEŞTİREBİLİYORUZ”
Mesela daha önce aylar sürecek yolculukları birkaç saat içerisinde artık gerçekleştirebiliyoruz. Dünyanın en ücra köşesindeki bir hadiseden, saniyeler içerisinde haberdar olabiliyoruz. Yapı teknolojilerindeki yeniliklerle yüzlerce katlık binaları birkaç saat içerisinde inşa edebiliyoruz.
“ADETA BİR GÜÇ ZEHİRLENMESİNE DÖNÜŞTÜ”
Modern dönemle birlikte gelişmeye başlayan, makine, çelik ve beton teknolojisi insanın eline dünyayı inşa etme, biçimlendirme noktasında tahayyül edilemeyecek bir güç veriyor. İnsanoğlu şımarıklıkla belki de tarihte ilk defa, kendisini yaşadığı çevrenin yegane hakimi olarak görmeye başladı. Diğer canlılara saygı anlayışı, paylaşma kültürü yerini tahakküme bıraktı. Adeta bir güç zehirlenmesine dönüştü. Maalesef yabancılaşmayı getirdi. Böyle olunca da insan sadece kendine değil, ailesinden çevresine, toplumdan dünyadaki diğer varlıklara kadar herkese ve her şeye yabancılaştı.
Bugün modern insanın gözünde, kendi dışındaki tüm varlıklar, yaradılışta ortakları değil, kontrol altına alınması gereken rakipleridir. Tarihte insanının heva ve heveslerinin bu derece kutsandığı başka bir dönem vaki değildir. Dostlar şu an dünyanın kronik sorunları haline gelen hiçbir meseleyi bu anlayışın dışında değerlendiremeyiz. Çarpık kentleşme, sosyal buhranlar, yıkıcı rekabet, hatta terör olayları ve savaşlar modern insanın tasavvurunda meydana gelen bu değişikliğin birer tezahüründen başka bir şey değildir.
“NE YAZIK Kİ, GEREK GECEKONDULAŞMA GEREK KAÇAK YAPILAŞMA DEVAM EDİYOR”
Belediye başkanlığı yapmış bir dostunuz olarak da şurada önümde bir tespit var. O da İstanbul’un şehirleşme tarihiyle alakalı. İtalyan Mimar’ın 4’ncü yüzyıl ve 6’ncı yüzyılda İstanbul’a bakışını görüyorum. O zaman bakıyorsunuz ki kaçak yapılaşma veya gecekondu gibi noktasal bazı durumları burada görüyorsunuz. Fakat süre geçtikçe 94’te belediye başkanı olduğumda çok ilginçtir, göreve geldiğimde ne yazık ki İstanbul’daki gecekondu sayısı 640 bindi. İstanbul’un nüfusu da o zaman 8 milyondu. Görevi bıraktığımda İstanbul’da gecekondu sayısı 110 bine düşmüş, tabi bunların içerisinde kaçak yapılaşma da ayrıca var. Ve bütün bunlarla beraber o günden bugüne ne yazık ki, gerek gecekondulaşma gerek kaçak yapılaşma devam ediyor.
“ŞEHİRLERİ İNŞA EDERKEN, ONLARA KENDİ RUHUMUZDAN DA ÜFLERİZ”
Bu tabi bir şehrin, az önce Sinan’ı dinledik. Şehrin mimaride ruhunu okumanın gönülle ilişkili olduğunu okuduk. Bu işin bir zihinsel yanının olduğu, gönülle ilişkisinin nasıl kurulduğunu okuduk. Çünkü şehirleri inşa ederken, onlara kendi ruhumuzdan da üfleriz, üflememiz gerekir.
Şehirler bu açıdan kurucularının, sakinlerinin, üzerinde daha önce yaşayanların adeta aynası gibidir. Hayata nasıl bakıyorsak dünyayı nasıl idrak ediyorsak, yaşadığımız şehirlere de öyle şekil veririz. Bu sebeple ecdadımız çok güzel bir ifadeyle, “Bir şehri aziz kılan, o şehrin sakinleridir, yaşayanlarıdır” derlerdi. Tasavvurumuz nasılsa, şehirlerin mimarisi de öyledir. Yahya Kemal’in tespitleriyle ifade edecek olursak, “Ecdad bir yere yerleşeceği zaman önce mescidini yapar, yanına hamamını kondurur yakında da mezarlığı seçerdi. Selvilerini diker, sonra bunların etrafına evlerini inşa ederdi. Böylece toprak imana gelirdi” diyor.
“SELVİ, ENDAMLI SELVİ NEREDE? MEZARLIKLARDA”
Dikkat edin yeşillik ararsanız nerede bulursunuz? Mezarlıkların olduğu yerde bulursunuz. Bunun dışında maalesef. Selvi, endamlı selvi nerede? Mezarlıklarda. İstanbul’da selviyi bulacaksak Karacaahmet Mezarlığı’nda bulursun, onun dışında bulamazsınız. Bu hale geldik. Bizim kültürümüzde şehirler işte böyle kurulurdu. Şehirlerin sultanı olan, bir semtini sevmenin dahi ömre bedel olduğu İstanbul da böyle bir şehirdir. Şehirlerin anası Kahire de böyleydi.
Şimdi önümde cami, mescit, onun önünde de dikkat edin kuşların evi var. acaba şu anda artık bu kuşlara ev yapmayı düşünen var mı? Böyle bir anlayış kaldı mı? Bu hassasiyet çok önemli. Ve o kuşlar nereye barınacağını, nerede yiyeceğini, içeceğini gayet iyi biliyordu. Bugünkü şehirlerimiz maalesef insan fıtratını değil, bireysel hırsları merkeze alan bir bakış açısıyla inşa ediliyor.
Bu sebeple günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Az önce güzel kızımız ifade etti. Beton, beton, beton. Orada ruh yok, huzur yok. Bu huzuru yeniden bulmak için biz yöneticiler başta olmak üzere tüm belediyelere çok ciddi işler düşüyor. Salonumuzda mimarlarımız, mühendislerimiz var, onların hocaları olan mimarlar da var. inşallah atılacak adımlarda, projelerde bunlar ihmal edilmezse inanıyorum ki şehirlerimiz çok daha farklı, güzel olacaktır.
"MANHATTAN’IN NESİ VAR?"
İnsan bizzat kendi elinin ürünü olan şehirlerde, oradan oraya savrulup duruyor. Önce ihtişama, onca şatafata rağmen, dünyadaki metropollerin insanı ürkütmesinin, adeta bir değirmen gibi öğütmesinin sebebi budur. Bazen böyle sohbet edersiniz. “Amerika’nın Manhattan’ı var” Tamam da Manhattan’ın nesi var? Ruh yok ruh. Girdiğiniz zaman yazın aydınlık günlerinde girdiğinizde bir karanlık dünyaya girersiniz. Halbuki güneşten nasibini almak önemli değil mi? ama orada onu bulamazsınız. Tamamen karanlık bir dünyayı orada görürsünüz. Onun için de paralı olanı zaten Manhattan’da yaşamaz, onlar çok daha New York’un kenarlarında yaşamayı tercih ederler.
“KADİM ŞEHİRLERİMİZ, AŞIRI GÖÇE İŞGALE RAĞMEN AYAKTA KALMAYI SÜRDÜRÜYOR”
Her şeye rağmen Allah’a hamdolsun. Bizim bir çok açıdan iyi bir konumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Üzerinde oturduğumuz tarihi birikim, tüm hoyratlığımıza rağmen hala canlıdır. Şairlere imhal olmuş, masallara mekan olmuş şehirlerimiz var. Her biri adeta açık hava müzesini andıran kadim şehirlerimiz, aşırı göçe işgale rağmen ayakta kalmayı sürdürüyor.
Son 15 yılda, ülkemizdeki 81 vilayetin birikmiş sorunlarının çözümü noktasında tarihi nitelikli adımlar attık. 1950’lerden bu yana başlayan düzensiz göç, çarpık kentleşme, hazine arazilerin işgali gibi sorunları önemli oranda ortadan kaldırdık. Artan araç sayısına rağmen, trafik sorununu büyük ölçüde azalttık. Ancak böylesine köklü sorunları kısa sürede çözümü kolay olmuyor.
Hatırlayınız, İstanbul Belediyesi’ni devraldığımızda şehrin gündeminde patlayan çöplükler, akmayan sular, kokudan yaklaşılamayan Haliç ve getirilemeyen daha nice hizmetler vardı. İstanbul ve Ankara’da şairin ifadesiyle üzerine usul usul karbon monoksit yağan, kışın nefes dahi alınamayan bir şehir durumundaydı.
Geçtiğimiz 15 yılda tüm bu sıkıntıları büyük ölçüde hal yoluna koyduk. Şehirlerimizin dönüşümünde, bunu sağlarken TOKİ’nin öncülüğünde ortaya çıkan konutu, okulu, çevre düzeni ve tüm altyapısıyla kendi kendine yeterli birimlerin çok önemli katkısı olmuştur.
“TOKİ VASITASIYLA 805 BİN KONUTU TAMAMLAYARAK TESLİM ETTİK”
Milyarlarca fidan ve ağaç dikimini gerçekleştirdik. Daha da iyi olacak. Bunları kontrollü bir şekilde sürdürüyoruz. TOKİ vasıtasıyla 805 bin konutu tamamlayarak teslim ettik. Bu rakamın 355 binini dar ve orta gelir grubuna ürettiğimiz konutlar oluşturuyor. Buna rağmen zaman zaman TOKİ’yi eleştirenlere de rastlıyoruz.
TOKİ projeleriyle, mahalle kültürü yok oluyormuş, binalar çok yüksekmiş… Bunları söyleyenlerin milletten de haberi yok. Derdimiz nedir TOKİ’yle? Gecekondulaşmayı ortadan kaldırarak, onların olduğu bölgelerdeki kentsel dönüşümü gerçekleştiriyor.
Türkiye’de dünün ihtiyacı, konut üretip milletin talebine cevap vermekti. İşte TOKİ bunu yaptı. Özellikle mahalle projesi teklifi yapanlara, hak veriyorum. TOKİ’nin de bu istikamette çalışmalar geliştirdiğini biliyorum. Bugünkü ihtiyacımız da neyse TOKİ ona yönelecektir. Türkiye’nin 80 milyon kendi vatandaşı, 4 milyon misafirleri, 6 milyonu aşkın yurtdışı insan gücüyle nasıl büyük bir ülke olduğunu göremeyenlerin, ufuksuzluğundan da bıktık, usandık.
“NE YAPTINIZ YA BUGÜNE KADAR ONU SÖYLEYİN”
Yol yaparsınız, baraj yaparsınız, metro yaparsınız karşınızda hep bu çeteyi bulursunuz. İstanbul’da AKM’nin projesini takdim edersiniz, ertesi gün mimarlar odası müracaatta bulunuyor. Ne yaptınız ya bugüne kadar onu söyleyin. Biliniz ki inşallah 2019 Atatürk Kültür Merkezi’nin bittiği yıl olacaktır. İstediğiniz kadar çırpının, yatın. Ne yaparsanız yapın. Böyle yapa yapa 10 yılımızı yediniz. Artık daha size tahammül yok. Bedeli neyse biz bunu yapacağız.
“ŞU GÖRDÜĞÜNÜZ BİNADAN BAŞKA, TÜRKİYE’NİN BİR BAŞKA OPERA BİNASI YOKTUR”
Sırça köşklerinden bize ahkam kesenlerin asıl derdi, büyükşehirlerin kurtarılmış bölge olarak gördükleri belli muhitlerin sadece kendilerine ait olmaktan çıkmasıdır. Halkçılığı kimseye bırakmayanlar, milletle aynı meydanları paylaşmayı içlerine sindiremiyorlar. Şu gördüğünüz binadan başka, Türkiye’nin bir başka opera binası yoktur. Bu da yarı opera binasıdır. Acaba niye yapılmadı? Niye yapmadınız? İşte biz burayı yaptık. Külliyeyi yaptık, ona saldırdılar. Yok kaçak dediler, şu dediler. Danıştay’a varıncaya kadar kararlarını verdi. Oraya gitmeyeceğiz dediler, sonra da geldiler. E niye geldiniz? Hoşgeldiniz. Buralar benim şahsım için yapılan yerler değil ki ya. Buralar milletin evi, biz bugün varız, yarın yokuz.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR