Güncelleme Tarihi:
"Babamın akciğer filminde COVID zatürresi görüldü. Bu gece hastaneye yatırıyorlar. Yanına mutlaka aileden bir refakatçi istiyorlar.” Kardeşim Handan’ın bu sözleri hâlâ kulaklarımda. 17 Kasım akşamüzeri Ankara’dan gelen telefon sonrasında İstanbul’da evde kendimi bavul hazırlarken buluyorum. Devlet bizi bir taraftan korona olmayalım, olası korona hastalarından uzak duralım diye can hıraş uyarırken, bir taraftan beni korona olan babamın yanına koymaya hazırlanıyor. Söz konusu aileyse akan sular duruyor. Hiç düşünmeden bir an önce babamın yanına gitmeye çalışıyorum.
TIPIŞ TIPIŞ COVID-19’A
Sabah ilk uçakta yerimi alıyorum. Evden çıkarken, uçarken, taksideyken kafam karma karışık. COVID-19 teşhisi koyulan babam için endişelenirken, bizzat ben ayaklarımla tıpış tıpış COVID-19 olmaya gidiyorum.
Yenimahalle Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi’ne 18 Kasım sabahı saat 10.00’da varıyorum. Yönlendirmeler ile birinci kattaki dahiliye bölümünü bulmam sadece birkaç dakika alıyor. Kalbim hızlı çarpıyor. Hemşire beni karşılıyor. Hasta adını söylediğim anda buz gibi bir gerçeği bir çırpıda yüzüme çarpıyor:
“Buraya kendi isteğinizle geldiniz. Çıkışınız yok. Odaya gireceksiniz ve çıkabileceğiniz söyleninceye kadar kapının önündeki bu kırmızı çizgiyi geçmeyeceksiniz. Şimdi lütfen şu formu imzalayın.”
BELLİ Kİ COVID OLACAĞIM
Formda ne yazıyor o an umurumda bile değil. İmzayı atıp odanın kapısını açıncaya kadar endişelerim jet hızıyla geçiyor zihnimden. Belli ki sağlam biri olarak biraz sonra girdiğim kapıdan bir COVID hastası olarak çıkacağım. Şanslıysam yüz binlerce kişinin yaşadığı gibi hafif bir şekilde atlatacağım. Şanssızsam hastalığım ağır geçecek. Belki bu odada ben de tedavi göreceğim. Kronik bir rahatsızlığım yok ama inşallah entübe falan olmam. İçerideyim. Yaklaşık 20 metrekarelik odada iki yatak var. Babam cam kenarında yatıyor. Burnunda nefes almasını kolaylaştıracak oksijen hortumu var. Gözleri kısık. Rengi cansız. Yandaki yatak da hasta yatağı ama belli ki ben kullanacağım. Duvarda bir televizyon, iki adet hasta masası, bir adet telefon. Oturmak için sandalye, koltuk vs. yok. Bir hafta boyunca koltuk vazifesi görecek bavulumu duvara dayıyorum ve babamı teslim alıyorum.
BENİ KAALE ALAN YOK
Daha sonra her gün günde bir defa hastaları dolaşan doktorumuz geliyor. Babamın ciğerinde problem olduğunu, kanında iltihap bulunduğunu söylüyor. Meşhur korona hapımız Favicovir’e ilaveten o gece plazma tedavisinin uygulanacağını belirtiyor. Babamın durumunun şimdilik kontrol altında olduğunu anlıyor ve rahatlıyorum.
Doktor tam odadan çıkacağı sırada sessizce soruyorum: “Peki ya ben.”
“Anlamadım” diyor doktor. “Ben ne yapmalıyım. Kendimi nasıl korumalıyım. Bir tavsiyeniz var mı.”
Doktorumuz bir taraftan yürürken bir taraftan cevap veriyor:
“Maske takmayı ihmal etme, bir sıkıntı yaşarsan hemşirelere haber ver aşağıda test yapsınlar.”
Ve gidiyor...
Korona hastanesinin bir odasında bir korona hastasıyla beraberim. Babam için gönüllü, devlet için zorunlu refakatçiyim. Ne bir doktorun ne bir hemşirenin ne de bir görevlinin umurundayım. Oysa sorularım var benim!
En ufak bir bilgi veren, beni potansiyel korona hastası kabul edip dikkate alan bir tek görevli yok. Cevapsız sorularımla baş başayım!
MASKEYLE 180 SAAT
Hayatımın en zor haftalarından birini geçirdim. 180 saat boyunca gece uykusu dahil maskemi hiç çıkarmadım. Her 4 saatte bir maske değiştirdim. Nereye ellediysem gidip ardından önce elimi yıkadım sonra kolonya sürdüm. Öyle ki daha ikinci günün sonunda alkolden ellerimin üzeri soyulmaya başladı. Her yemek benim için ayrı bir işkenceydi. Önce perdenin arkasına geçiyor ardından odaya hava sağlayan tek kelebek camı açıp önünde babamın yemeğini bitirmesi bekliyordum. Babam yemeğini bitirince maskesini taktırıyor, kelebek camın önünde bırakın yemek yemeği adeta dakikalar içinde ne bulursam tıkıştırıyordum. Tek bir amacım vardı virüslerden kaçmak. Her gelenin ardından camı açıyor odayı havalandırıyordum. Ama yine de kendimi ortalıkta uçuşan koronavirüsler düşüncesinde alıkoyamıyordum.
BENİ YİNE UNUTTULAR
Bir haftanın sonunda babamın kan değerleri normale döndü. Nefes almasında hiçbir problemi kalmadı. Hasta babamın doğru şekilde tedavi eden, hiçbir ihtimali atlamayan doktorumuz taburcu olabileceğimizi müjdeledi. Kendisine çok teşekkür ettim. Babamın ilaçlarını ne yapması gerektiğini detaylıca anlattılar. Yalnız yine küçük bir ayrıntıyı atladılar. “Beni.” Psikolojim nasıl, ne durumdayım, hastalık belirtisi taşıyor muyum, taşıyorsam ne yapmak gerekiyor? Ne yazık ki yine hiçbir bilgi veren olmadı. Devlet önce beni babamla temaslı duruma getirmiş sonra da temaslı olduğum için 14 gün zorunlu izolasyon koymuştu. Çarşamba günü taburcu olduk. Kardeşimin Ankara’daki evinde izolasyon sürecim devam etti. Daha henüz bir gün geçmişti ki gece kan ter içinde ve dayanılmaz bir sırt ağrısıyla uyandım. Ve o anda anladım. Hoş geldin koronavirüs...
REFAKATÇİLERİ DE KORUYUN
Merak etmeyin, babam gibi bu belayı ben de atlattım, sağlığıma kavuştum. Ama, devletin bu zorunlu refakatçiliği gözden geçirmesini şiddetle tavsiye ederim. Sağlıkçıların hastaları iyileştirmek için gösterdiği çabaya bizzat şahit oldum. Ne kadar teşekkür etsek az. Ama sağlıklı insanları da göz göre göre hastalandırmamamız gerekmez mi? Eğer 65 yaş üstü hastaların yanında zorunlu refakatçilik uygulaması devam edecekse lütfen refakatçileri bundan sonra daha iyi koruyalım. Unutmayın, her refakatçi benim kadar şanslı olmayabilir...
BU VİDEO İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR