Güncelleme Tarihi:
Geçtiğimiz günlerde otobüsle yolculuk yapan bir anne babanın mola verdikleri yerde çocuklarını unuttuğu haberini hemen hemen her haber kanalında duyduk. Mola yerinde 3 yaşındaki kızlarını unutup otobüse binen anne baba, yaklaşık 30 km sonra onun yokluğunu fark etti. İhbar üzerine bölgeye sevk edilen jandarma tarafından bulunan küçük kız ailesine ulaştırıldı ama anne babasından ayrı kaldığı süre boyunca nasıl bir korku yaşadı tahmin edebiliyoruz.
Bu ne yaşanan ilk olaydı ne de son olacak çünkü hepimiz insanız ve unutkanlık yaşamamız gayet normal ama en ufak bir dalgınlık bile çocuklarımızı tehlikeye sokuyor.
Yayınlandığı dönemde gişe rekorları kıran ‘Evde Tek Başına’ filminde de Kevin adlı afacan çocuğun ailesi Fransa’ya tatile giderken yanlışlıkla evde unutuluyordu. “Film işte” dediğimiz ya da haberlerde görüp “yok canım bu kadar da olmaz” diye söylendiğimiz şeyler maalesef hepimizin başına gelebilir.
Bazı hikayelerin sonu güzel bitse de bazı kayıplar bulunamıyor ve yıllardır aranan çocuklar var. Biz bugün dalgınlıkları; çocuklarını, yeğenlerini, torunlarını kaybetmiş yetişkinler ve kısa süreliğine de olsa bir yerlerde unutulmuş çocukların hikayelerini sizlere aktaracağız. Bu hikayelerin sonu olumlu bitse de yaşayanlarda önemli izler bıraktığı görülüyor.
Twitter’de '@evainthisplanet' isimli bir kullanıcının paylaştığı hikâyeyi bir çoğunuz görmüşsünüzdür ama biz yine de bu olayı hatırlatarak başlayalım çocukların unutulma hikayelerine…
“Asansörde çocuk unutmuşlar arkadaşlar, apartmanın asansörüne bir girdik arkadaşla bebek arabasında çocuk, öyle bakıyor elindeki suluğu ısırarak, kapı kapı dolaşıp evini bulduk, babası diyor ki "Allah belamı versin biliyordum bir şey unuttuğumu, iyi ki annesinden önce geldiniz"
Şu an 31 yaşında olan İ.S. de belediye otobüsünde unutulan bir çocuk… 8 yaşındayken başına gelen bu olay onu o kadar etkilemiş ki, hayatında hiç o günkü kadar korkmamış ve uzun süre dışarıya tek başına çıkamamış.
‘GÖZÜMÜ BİR AÇIYORUM, RESMEN OTOBÜSTE UNUTULMUŞUM’
İ.S./31
Sekiz yaşındayken okulların kapandığı yaz tatilinde, arkadaşlarımın bisikletlerine binerek bir haftada bisiklet sürmeyi öğrendim. O andan itibaren de tek bir hayalim vardı, kırmızı bir bisikletim olsun. Önce anneme söyledim, “Bana bir bisiklet alalım mı?” diye, klasik anne cevabıyla yanıt verdi: “Babana söyle...”
Bir pazar kahvaltısında cesaretimi topladım, “Baba bisiklet istiyorum, lütfen alalım” dedim. Eşref saatine mi denk geldim ne olduysa “Tamam hazırlan gidip alalım” dedi.
Sanırım evrenin yanımda olduğu tek gün o gün olabilir. Bisiklet istiyorum, babama söylemeye çekiniyorum çünkü “Hayır” diyeceğinden eminim ama bir cesaret söylüyorum ve “Olmaz” demiyor, üstelik hemen almaya gidiyoruz.
Üstümde Galatasaray forması, siyah kot şortum ve ışıklı spor ayakkabımla annem ve babamla birlikte meşhur bisikletçiler çarşısına gidiyoruz. Kıpkırmızı ateş gibi bir bisiklet beğeniyorum, pazarlık yapılıyor, bir-iki deneme sürüşü ve bingo! Artık bir bisikletim var. Fakat her ne oluyorsa bisikleti alıp otobüse binip eve dönerken oluyor.
Otobüse biniyoruz ama gözüm hep bisikletimde… Hem o anın verdiği mutluluk hem de 1998 Temmuz’un aşırı sıcağıyla gözlerim harika bir uykuya kapanıyor. Gözümü bir açıyorum, yanımda ne annem ne babam ne de canım bisikletim var. Resmen otobüste unutulmuşum.
Şu an 31 yaşındayım, o gün dışında o kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki… Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum, birine bir şey söylemek istiyorum hem çekiniyorum hem de korkuyorum.
Çünkü “Birilerinden bir şeyler alma, bir şey isteme” diye büyütülen 90 kuşağıyız biz… Ayşecik, Ömercik filmlerindeki gibi birileri kaybolduğumu anlayacak ve beni dilendirecekler diye korkudan titriyorum. Otobüs hızlandıkça sorularım daha da çoğalıyor ‘Annem, babam hangi durakta indi?’ ‘Onlar indikten sonra ben kaç durak gittim?’ Düşündükçe korkum daha da artıyor.
O zamanlar otobüste dur butonları kapının üzerinde, yetişmem de mümkün değil. Biri inmek için bastığında ben de iniyorum. Daha önce gelip gittiğimiz yerler değil. Çok uzaktan Bozdoğan Kemeri’ni görüyorum. Babamlar geri kaldılar diye düşünüp geriye doğru yürüyorum ama bunun sonu da yok. Her şey benim üç-dört katım büyüklüğünde, sürekli arabalar geçiyor, insan trafiği de fazla… Her adım attıkça daha da korkuyorum. Bir süre yürüdükten sonra kaldırıma oturup geçen arabalara bakıp hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. İnanılmaz bir çaresizlikti… Bir-iki saat o başımı dizimin üstüne koyup hiç kıpırdaman kaldırımda öylece oturdum.
Sonra uzaktan annem ve babamın sesini duydum, koşa koşa, ağlayarak yanıma geldiler. O anlık bir karar verip iki durak sonra inmişler, annem, "Seni nasıl unuturuz” diye bir milyon kez öpse de beni nafile… Sağ olsunlar, aynı gün içinde hem beni çok mutlu ettiler hem de inanılmaz bir korku yaşattılar.
İstanbul Küçükçekmece’de bir anne, 5 yaşındaki kızını minibüste unuttu. Tek başına yolculuk yamaya devam eden ve anne diye bağıran kızı fark eden bir yolcu, yan taraftaki kadına çocuğun onun olup olmadığını sordu. Emniyeti arayıp çocuğu polis merkezine teslim etti.
'ARTIK ÖLDÜ DEDİM AĞIT YAKMAYA BAŞLADIM'
N.Ç./ 65
Yazları kızım ailesi ile birlikte bana gelir birkaç hafta tatil yaparlar. Yine bu tatillerden birince 5 yaşındaki torunumu bana bırakıp gezmeye gittiler. Torun "Hadi markete gidelim" diye tutturdu apar topar dışarı çıkardı beni. Ocaktaki yemeğin altını kısıp gittim kısa mesafe diye. Marketten istediklerini aldık, parayı ödedik ve tam o sırada akrabalardan birini gördüm onunla lafa daldım. O arada bir baktım ki bizim ufaklık ortadan kaybolmuş. Hemen yola baktım arabaların önüne falan atlamasın diye. Aslında sakin uslu bir çocuktu ama yine de çocuktu işte. Yaşadığımız yer küçük bir ilçe, herkes birbirini tanır. Mutlaka bir gören olmuştur diye sağa sola sordum ama kimse görmemişti. Tekrar dükkanın içine girip aradım ama yoktu. İşte o zaman panik yapmaya başladım ve koşa koşa eve geldim. Evle marketin arası 100 metre kadardı, belki de eve dedesinin yanına gitmiştir diye umut ediyordum ama eve de gelmemişti. Eşim ile birlikte evi didik didik aradık belki bir yerlere girip oynuyordur diye. Sanki yer yarılmıştı da içine girmişti.
Ben feryat figan bağırırken eşim karakola haber verdi hemen. Zaten hemen çocuk kaybolmuş diye duyulmaya başladı ve evin önü kalabalıklaşmaya başladı. O arada kızım ve oğlum da haber almış koşa geldiler. Tesadüf o ki o gün ana yolda bir kaza olmuş bir de denizde bir çocuk boğulmuş haberini aldık. Tabii biz bunu duyunca o ihtimal daha da güçlendi. Koca bir kalabalık sahile doğru gidiyordu denizde boğulan kişi bizim çocuk mu diye. Benim de en korktuğum şeydi düşünmek bile istemiyordum. Zaten ben bunu duyunca bayılmışım, ara ara ayılıyordum sonra tekrar bayılıyordum. Sahil boyunca çocuk kıyafeti aradılar ama torunuma dair hiçbir şey bulunmadı. Ben artık öldü diye kabullenip ağıt yakmaya başladım. Yaşadığım vicdan azabını, acımı tarif edecek kelime yok. 5 yaşındaki torunum benim dikkatsizliğim yüzünden hayatta değildi. Artık buna çok emindim. Kızımın damadımın yüzüne bakamıyordum. Herkes evde cenaze var diye ağlıyordu.
Derken alt katta esnaf olan bir komşumuz eve geldi. 'Bu çocuk hiçbir yere gitmez evde olabilir iyi aradınız mı?' dedi. Evin her köşesini aramıştık. 'Olsun bir de ben bakayım' dedi ve odaları tek tek taramaya başladı. Biz aradığımız için o kadar emindik ki olmadığından. Derken 'Buldum' diye bir çığlık duyduk. Meğer ben markette muhabbet ederken eve gelmiş içeriye girmiş. Dedesi ile saklambaç oynamayı çok sevdiği için masanın altına girmiş ama bulunması zor olsun diye iki sandalyenin üzerine yatmış. Üstüne de masa örtüsü gelmiş. Yani biz masanın altını kontrol ettiğimizde o yüzden görememişiz. İsmini seslendiğimizde de saklambaç oynadığını düşünüp cevap vermemiş, sonra da ağlama, bağırma çağırmalardan korkup çıkamamış.
O hayatının en uzun saklambacını oynadı ama benim ömrümden ömür gitti o günden sonra sürekli kaybetme korkusu yaşamaya başladım. Üzerinden neredeyse 10 yıl geçti hala unutamıyorum o gün yaşadıklarımı. O ilk torunumdu ve ondan sonraki torunlarımın sorumluluğunu asla alamadım. "Birkaç saat bakar mısın?" deseler hemen panik yapıyordum ve o gün yaşadıklarım geliyordu aklıma. Sadece bir kere uyurken bıraktılar benim yanımda. O zaman da uyanana kadar başında bekledim. Böyle takıntılı olduğumu gördükleri için artık teklif etmiyorlar. Çünkü bir daha aynı üzüntüyü yaşasam kalbimin dayanmayacağına eminim.
ÇOCUKLARINDAN BİRİNİ SİNEMADA UNUTTU, YILLARCA FIKRA GİBİ ANLATILDI
M.B./ 72
Şimdi size bahsedeceğim olay neredeyse 50 yıllık. Bunca yıldır yaşadığım yerde fıkra gibi anlatılır nesilden nesle.
Huriye Teyze gezmeyi çok seven biriydi, hep evde tıkılı kalmaktan yakınırdı. Yaşadığımız yer çok küçüktü, yapılacak şeyler çok kısıtlıydı ama düğün nişan çok olurdu. Huriye Teyze'nin tam 5 çocuğu vardı ama hiçbir şeyden geri kalmak istemezdi, her düğüne bir yolunu bulur giderdi. Derken kasabamıza bir sinema açıldı ve akşamlarımız daha da keyifli hale geldi. Huriye Teyze durur mu o da mutlaka gelecekti sinemaya ama 5 çocukla gelemez diyor düşünüyorduk. Bir gece büyük kızına ondan 2 yaş küçük oğlunu bırakıp diğer üç çocuğu ile birlikte geldi. En küçükleri 2 yaşındaki Hüseyin, film başlar başlamaz mışıl mışıl uyumaya başlamıştı. “Top patlasa uyanmaz o, uykusu çok ağırdır Hüseyin’in” diyen Huriye Teyze arkadaki 2 boş sandalyeyi birleştirip üzerine battaniye serdi ve bebeğini yatırdı. Diğer çocuklar da uyuklamaya başlamıştı ki film bitti ve herkes evlerine dağıldı. Meğer asıl film bundan sonra başlamış.
Huriye Teyze o gecenin verdiği yorgunlukla tam gözlerini kapatacakken birden en küçük oğlu aklına gelmiş. O saatlerde genelde uyanır ve süt içmek istermiş ama o gece çocuk ağlamayınca Hüseyin’i sinemada unuttuğunu anlamış. Yataktan deli gibi fırlayıp geceliğinin üstüne şalını alıp sinemacı Atıf Amca'nın kapısına dayanmış: “Atıf kalk benim oğlanı sinemada unutmuşum.” Film biteli, sinema kapanalı saatler geçmişti ama küçük Hüseyin o iki kuru sandalyenin üzerinde olanlardan habersiz mışıl mışıl uyumaya devam ediyormuş.
Küçük yer olduğu için ertesi gün bu olayı duymayan kalmamıştı, herkes Huriye Teyze'yi konuşuyordu. Hatta komşularından biri "Bu da sana ders olur o kadar çocukla artık sinemaya gitmezsin evde oturursun" demiş ama Huriye Teyze durur mu kendince mükemmel bir çözüm bulmuştu. Bir hafta sonra yeni bir film gelmişti ve sinema girişinde Huriye Teyze'yi gördüm ve tabii ki yine çocuklarla. ‘Bu sefer ip getirdim Hüseyin’in uyduğu sandalyeye bağlayacağım” dedi kıs kıs gülerek.
Ben bu olaya şahit olduğumda henüz 20 yaşındaydım ve o çocuk için çok üzülmüştüm. Sinemada karanlıkta uyansa ve annesini göremese nasıl bir travma yaşayacağını düşündüm ve ileride çocuğum olursa ondan gözümü saniye ayırmayacağıma söz verdim. Ben çalışırken çocuklarıma annem bakıyordu ama gün içerisinde hep bu olay aklıma geliyordu ve “Acaba annem de çocuklarımı bir yerlerde unutur mu” diye düşünüyordum. Evimizle çalıştığım okul çok yakındı, bazı günler teneffüste koşa koşa gidip çocukları kontrol ediyordum. Anneme “Sakın Huriye Teyze gibi çocuklarımı bir yerlerde unutma” diye de sık sık tembih ediyordum.
Geçtiğimiz yıl Bursa’da yaşanan bu olayda bebekleri ile birlikte bir dondurmacıya gelen anne baba dondurmalarını alıp gittiler ama kuyrukta onlarla birlikte arabasında dondurmasını bekleyen bir yaşındaki bebeklerini arabasında unuttular. Olayın farkına varan esnaf, polis ve vatandaşlar seferber oldular. Yaklaşık yarım saat sonra bebeklerini unuttuklarını fark edip geri dönen anneye babaya bebekleri teslim edildi.
YAŞADIĞIM KORKU YÜZÜNDEN PANİK ATAK HASTASI OLDUM
S.G./62
Yıllar önce oğlum 6 yaşındayken yaşadığım olay tüm hayatımı etkiledi. Bir dakikalık dalgınlığım yıllardır panik atak hastası olmama neden oldu.
Yaşadığım şehirde yaşayan öğretmenler İstanbul’a bir gezi düzenliyordu. Ben de sadece bir kere İstanbul’a gitmiştim ve daha fazla yerini görmek istiyordum. Eşim ile birlikte biz de yazıldık geziye. Karne tatilinde 4 gün boyunca doyasıya gezecektik ama çocuklarla birlikte biraz zor olacağının farkındaydım. Oğullarımdan biri çok yaramazdı o biraz zorlar diye düşünüyordum ama neyse ki küçüğü çok usluydu. Çocuklarımı çalıştığım okula getiriyordum ara sıra. Bir keresinde Alptuğ kaşla göz arasında okul kapısından çıkmış anneannesine kaçmıştı. Okul ile ev arasında anayol var ve yürüyen bir çocuk için oldukça tehlikeli ama bir türlü söz dinlemiyordu. Annem bu geziye giderken uyarmıştı beni, "Bu afacana dikkat et gözünü üstünden ayırma" diye.
Tatile denk geldiği için sokaklar inanılmaz kalabalıktı, kalabalıktan resmen başım dönmüştü. İkisinin de elini sıkı sıkı tutuyordum ama küçük olan Aytaç ara sıra babasının yanına gidiyordu. Alptuğ’un elini ise saniye bırakmıyordum her an kaçabilir diye. Ama işte o yine boş bir anımı yakalamış olacak ki oğlum ortadan kaybolmuştu. Kim bilir neredeydi, ne zamandan beri yoktu, o kalabalıkta minicik bir çocuğu nasıl bulacaktım. Aklımda binlerce soru dönmeye başladı. İstanbul’da çocuk kaçırma olaylarını sık sık duyuyorduk, kafamda bin tane senaryo dönmeye başladı ve deli gibi ağlamaya başladım. Tüm grup çocuğu aramaya başladık, herkes sokakta oğlumun ismini bağırıyordu. Ben buradan gerisini hatırlamıyorum, bayılmışım ama eşim sonradan anlattı. Alptuğ’u bizim yürüdüğümüz istikametin tam tersine yürürken yakalamış kolundan.
O gün kendimi o kadar suçladım o kadar kötü senaryolar kurup üzüldüm ki feci bir evham problemi başladı bende. Her an her saniye çocuklara bir şey olacak, kaybolacak ya da kaçırılacak endişesi yaşadım yıllarca. Anlayacağınız o gün yaşadığım korku bana panik atak hastalığını hediye etti. Şimdi oğullarım 30 küsur yaşlarında ama her telefon çaldığında hâlâ heyecanlanıyorum kötü bir haber alacağım diye. Keşke hep ellerini sımsıkı tutabilsem ve hep yanımda olsalar ama bize kalan sadece yürek çarpıntısı…
5 DAKİKALIK KORKU ÖMRE BEDELDİ
E. O. /39
Tatil için ailecek Antalya’ya gitmiştik. Eşim havuzda yüzerken 7 yaşındaki kızım ve ben artık yorulmuş odaya çıkmak istemiştik. Odamız 5'inci katta bulunduğundan asansör kullandık. Kalabalık bir oteldi ve asansör her katta duruyor birileri iniyor birileri biniyordu. Derken sadece ikimiz kaldık. 5'inci kata geldiğimizde ben asansörden indim. O sırada telefonda bir şeyler bakıyordum, odaya kadar telefonumla oynayarak yürüdüm. Odaya geldiğimde arkama bir baktım ki kızım yok. O an otel sanki başıma yıkıldı. Ne yapacağımı bilmeden bağırmaya başladım. O sırada kızımın da ‘anne’ diye bağıran sesini duyuyordum. Resmen gerçek mi hayal mi emin olamıyordum. Neyse ki bir üst katta inip hemen merdivenlerden aşağıya koşmaya başlamış. İkimiz de çok korkmuştuk. Bu yaşadığım 5 dakikalık korku bir ömre bedeldi.
Peki nasıl oluyor da anne babalar çocuklarını bu şekilde bir yerlerde unutabiliyor? Sorumsuzluk mu, unutkanlık mı?
Uzman Klinik Psikolog M. Berk Karaoğlu; kayıp olma, kaybetme psikolojisini hepimizi derinden etkilediğini, özellikle ebeveynlerimizi dış dünyada güvenli olmadığını düşündüğümüz alanlarda kaybetme durumunun çocuk zihninde yer edinip ilerleyen hayatında terkedilme, tehlikelere karşı dayanıksızlık şemalarını tetikleyebileceğini düşünüyor. Tabii ki bu tarz durumlarda travmatik örüntünün oluşması için olayın oluş şekli, o gün yaşananlar, çocuğun yaşı, çocuk bulunduktan sonra çocuğa nasıl davranıldığı gibi noktaların belirleyici olacağının altını çiziyor.
Peki böyle bir kaybolma olayı yaşayan çocukla nasıl konuşmak, durumu nasıl anlatmak gerekir?
Karaoğlu, böyle bir durumda ebeveynlerin çocukla, göz ve ten teması kurarak konuşması ve yaşına uygun şekilde açıklama yapmasının çok önemli olduğunu, özellikle soyut döneme geçmemiş çocuklara somut örneklerle çocuğun yanında olduğunu ve onu ne kadar sevdikleri belirtmek gerektiğini vurguluyor. Çünkü çocuk o gün yaptığı bir yaramazlıktan dolayı anne-babasının onu cezalandırdığını dahi düşünerek suçluluk hissedebilir ve ilerleyen dönemde bu anı duygu durumuna ve kişiliğine yansıyabilir.
Tek bir anıdan ziyade pekişmiş travmatik örüntüler veya kayıp olguları var ise böyle durumlarda özellikle uzman desteği alınmasının önemli olduğunu belirten Karaoğlu, özellikle çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde bu konuların konuşularak kavramların netleştirilmesinin oldukça anlamlı olacağı konusunda aileleri uyarıyor.
KONUYU ÖRTBAS ETMEK YERİNE KONUŞUN
Karaoğlu, ebeveynlerin; çocukların 6 yaşına kadar yaşadıkları her olumsuz anının kafalarında dev bir olumsuz düşünce ve duygu oluşturabileceğini göz ardı etmemesi gerektiğini ve hemen hemen olumsuz her anıyı konuşabilmek veya oyun aracılığıyla çocuğun dışavurumunu sağlamanın önemine değiniyor ve ekliyor: “Tabii ki de yetişkinlerin kafası dalgın, dikkati eksik olabilir ancak çocuk konusu birinci öncelikleri olmalı çünkü telafi edemeyecekleri sorunlar yaşanabilir.”
Ebeveynlerin çocuklarına yönelik unutkanlıklarının da sorumluluk dahilinde olduğunu bilmeleri ve özellikle güvenli alan dışında daha çok göz kulak olmaları gerektiğinin altını çiziyor.