Çizgi’yi fazla aşıyor!..

Güncelleme Tarihi:

Çizgi’yi fazla aşıyor..
Oluşturulma Tarihi: Nisan 12, 2014 01:23

‘Kaptan Amerika: Kış Askeri’, çizgi roman uyarlamalarının en iyilerinden… Zekice yazılmış senaryosu, göndermeleri ve görselliğiyle çok şey vaat ediyor. Lakin öyküye hâkim olmak için serinin ilk filmini çok iyi hatırlamanız gerekiyor.

Haberin Devamı

Amerikan çizgi roman geleneğini o bitmek tükenmek bilmeyen ailesinin üyeleri sinema perdesine gölgesini düşürmeyi sürdürüyor. Üstelik seriler halinde, üstelik çoğu kez tekrar en başa dönerek... ‘Batman’, ‘Spider Man’, ‘X-Men’ ve dahi ‘Superman’ içine bol felsefe sosu katılmış yeni dönem mamulleriyle huzurlarımıza gelirken sektörün en ünlü yayımcısı Marvel’in de kahramanları bir şekilde arz-ı endam etmeyi sürdürüyor (ki ‘Spider Man’ aynı zamanda Marvel üyesi). Asıl olarak ‘The Avengers’ topluluğunun bir üyesi olan ve 2011’deki ‘Solo’ çalışmasıyla kendini tanıtan ‘Captain America’ (‘Kaptan Amerika’), bu haftadan itibaren serinin ikinci adımı olan ‘Kaptan Amerika: Kış Askeri’yle (‘Captain America: The Winter Soldier’) bir kez daha karşımızda. Özellikle son dönem çizgi roman uyarlamaları sinemanın ulaştığı teknolojik çizginin de yansıması olarak aksiyon ve bilgisayar efektlerinin bolca harmanlaşmış ifadelerinden başka bir şeye hizmet etmiyor. Eni konu benzer senaryolar, benzer kötü adam prototipleri, sorunlu geçmişler, yer yer Freudyen okumalar vs. derken biri diğerinden pek de farklı olmayan filmler izleyip duruyoruz. Naçizane bu toplam içinde farklı özellikler taşıdığını düşündüğüm ‘Watchmen’in dışında (Nolan’ın Batman restorasyonu çabalarını biraz kenarda tutarsak) çok da kayda değer bir uyarlama olmadığı kanısındaydım, ta ki ‘Kış Askeri’ni izleyene kadar...
Önce çıkan kısmın özeti ve yeni filmin kısaca konusu diyelim: II. Dünya Savaşı esnasında sıska olduğu için bir türlü orduya alınmayan ama sonunda bir bilim insanı tarafından ‘Keşfedilip’ özel bir deneyle insanüstü bir varlık haline dönüştürülen Steve Rogers, namı diğer ‘Kaptan Amerika’, daha sonra Avrupa’ya giderek savaşın kazanılmasını ve başına buyruk Nazi örgütlenmesi Hydra ve lideri Johann Schmidt’in yok edilmesini sağlar. Lakin bu mücadele sonunda derin bir uykuya dalar. Kalktığında artık 2000’li yıllardadır. ‘Kış Askeri’, ‘The Avengers’la birlikte boy gösteren Rogers’ın bağlı bulunduğu istihbarat örgütü ‘SHIELD’ bünyesinde yaşadığı sorunlara odaklanıyor. Önce teşkilatın lideri Nick Fury’ye bir suikast düzenleniyor, ardından ‘Kaptan Amerika’ yasadışı ilan ediliyor, peşi sıra Rogers, Natasha Romanoff, namı diğer ‘Karadul’la birlikte kendilerini bu duruma düşürenlere karşı mücadele ediyorlar.
‘Kış Askeri’nin bence en önemli başarısı her bir şeyin dozunda olması... Aksiyon da içerik de görsellik de karakter analizleri de yaratılan atmosfer de bu tür yapımlarda sık sık karşımıza çıkan gelişmiş silah, uçak, helikopter vs. tasarımları da aralara serpiştirilen espriler de hepsi ama hepsi son derece dengeli, etkileyici, zekâmıza hakaret etmeyen, hatta yer yen şaşırtmayı bilen bir yapıda.

Komplo dolu Amerika

Haberin Devamı

İlginçtir ilk filmin senaryosunu da kaleme alan Christopher Marcus ve Stephen McFeely, bu kez adeta kendilerini aşmışlar. Muhteşem ve zekice göndermelerin yanı sıra faşizmin günümüzdeki olası uzantılarına dair öngörülerle bezeli senaryo, ‘asker-sanayici vesayeti!’ (örneğin kimi yabancı eleştirmenler metinde, ‘Edward Snowden vakası’nın izlerini bulmuş), aslında bu yakadan bakıldığında da ‘Paralel devlet’ esprisini yakalamamıza neden oluyor. ‘Kış Askeri’, herkesin herkesi dinlediği ve ‘Devlet içinde devlet’in hâkim olduğu bir Amerika portresi sunuyor bizlere. Sistemin başındaki yönetici Alexander Pierce’ı Robert Redford’un canlandırması ve bu büyük aktörün geçmişinde Amerikan sinema tarihinin en önemli ‘Komplo teorisi’ filmlerinden ‘Akbabanın Üç Günü’nde oynaması bile ‘Kış Askeri’nin sunduğu ironilerden sadece biri.
Sonuç? İlk adımı Joe Johnston çekmişti, bu kez kamera arkasına ‘Arrested Development’ dizisinin yanı sıra ‘You, Me and Dupree’ filmiyle tanınan iki kardeş, Anthony ve Joe Russo geçmiş. Doğrusu ‘Russo kardeşler’ böylesine girift ve meşakkatli bir projenin altından kalkmayı ve çizgi roman uyarlamaları açısından meseleye içerik anlamda yeni bir soluk katmayı bilmişler. Oyunculuklarda Rogers’ı canlandıran Chris Evans (‘Fantastik Dörtlü’de de vardı), ‘Karadul’da Scarlett Johansson, Nick Fury’de Samuel Jack-
son, Alexander Pierce’da Robert Redford, ‘Kış Askeri’nde Sebastian Stan, Falcon’da Anthony Mackie; hepsi gayet iyiler...
Toparlarsak ‘Kaptan Amerika: Kış Askeri’ bana kalırsa son dönemde izlediğimiz çizgi roman uyarlamalarının en iyilerinden. Üstelik adı itibariyle hoş çağrışımlar yapmasa ve kapitalizmin koruyucu gibi bir intiba bıraksa da (Küçük bir uyarı: Amerikan bayrağı motifli giysisini de film boyunca fazla giymiyor!). Yalnız şöyle bir zorunluluk var: ‘Kış Askeri’nden zevk almak için 2011 tarihli ‘Kaptan Amerika: İlk Yenilmez’e ilişkin ayrıntıları çok iyi hatırlamanız gerekiyor. Eğer söz konusu meselelere hâkim değilseniz hem öyküdeki göndermeleri hem de geçmişteki adımların bugünkü uzantılarını çözmeniz zor...

Yıldızın parladığı oteller

Haberin Devamı

Göz alıcı renkler, tuhaf karakterler, epizodik bir anlatım ve fantastik yolculuklar... Wes Anderson yine kendine özgü aşırı stilize bir yapımla karşımızda. ‘Tenenbaum Ailesi’, ‘Suda Yaşam’, ‘The Darjeeling Limited’ gibi filmleriyle tanıdığımız Amerikalı yönetmen, İstanbul Film Festivali programında da yer alan ‘The Grand Budapest Hotel’de, bir anlamda geçen yüzyılın Avrupası’nda bizi sürükleyici bir öykünün içine davet ediyor. Geri dönüşlerle 1932’ye uzanan filmde büyük bir otelin her şeyini çekip çeviren Gustave H. ilişkisi olan yaşlı bir kontesin ölümü üzerine ‘Cinayet zanlısı’ olarak suçlanır. Yaşlı kadının akrabalarıyla bir miras mücadelesine de giren Gustave’ın bu yoldaki en büyük yardımcısı genç otel görevlisi ‘Sıfır Mustafa’dır.
Yer yer Woody Allen tarzı bir siniklik, yer yer ‘Juenet-Caro işbirliği’ni andırır bir abartılı görsellik ama asıl olarak kendi yolunu bulmuş bir anlayış... Wes Anderson biliyoruz ki birçok sinemaseverin gözdesi. Lakin bence bir türlü derinleşemeyen ve tam da ‘Post-modernist’ döneme ait eklektik bir stilizasyonla bu yüzeyselliği örtbas eden bir ifadenin temsilcisi. Filmleri hoş mu hoş; eğlendiriyor mu, eğlendiriyor; entelektüel referansları var mı, var (mesela buradaki yazar tiplemesi Stefan Zweig’a bir göndermeymiş); bütün bunlar yeter mi, bence yetmez... Lakin yine de görülmeyi hak eden filmler çekiyor, yine çok sayıda önemli ismin irili ufaklı rollerde karşımıza geldiği ve konusu itibariyle Nazizm göndermesi üzerinden faşizme fıskeler vuran ‘The Grand Budapest Hotel’, mesela bir önceki çalışması ‘Moonrise Kingdom’ kadar olmasa da fazlasıyla eğlenceli...

Haberin Devamı

Hayat rantçılara da güzel değil

Oraya buraya rezidans diken, gökyüzünü sürekli parselleyen o büyük inşaat şirketlerinden birinin sahibi olan Azmi, eli sıkılığıyla tanınır. Bir de ölüm korkusuyla... Sürekli evhamlanır ve soluğu doktor arkadaşının yanında alır. Ve fakat bir gün kapı arkasında iki aylık ömrünün kaldığını öğrenir ve şirazesinden çıkar. Hem bir yandan öte dünyada makbul bir insan olmanın yollarını arayacak hem de çok sevdiği karısı ve oğlunun geleceğini nasıl garanti altına alacağının
hesaplarına soyunacaktır.
Her ne kadar Azmi, Güneydoğu Anadolu kökenli olsa da ‘Hayat Sana Güzel’, ana karakteri itibariyle hafiften ‘Ali Ağaoğlu’ göndermeleriyle bezenmiş, günümüzün rantçı zihniyetine yönelik popüler bir komedi olmuş. Lakin senaryonun zayıflığı eleştiri düzeyini vasata çekerken daha iyi bir yapıt olma şansı kaçmış. Üstelik eşcinsel esprileri de hem fazla abartılı hem de özellikle ‘Politically correct’ bakışla hem demode hem de cinsiyetçi bir noktada duruyor. Yönetmen Murat Şeker’den daha iyi işler beklemek hakkımız diye düşünüyorum. Oyunculuklarda ise Şevket Çoruh ve Timur Acar, performanslarıyla ön plana çıkıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!