Güncelleme Tarihi:
British Columbia Üniversitesi’nin son çalışmasında “Çocuklukta maruz kalınan fiziksel, psikolojik ya da cinsel şiddetin, hücrelerde fiziki olarak iz bıraktığı” iddia ediliyor. Anlamı ne? Biyolojik hapishanelerde mi yaşıyoruz?
Bu yeni bir çalışma... Ancak 1980’den bu yana genetik olarak başımızdan geçen travmaları çocuklarımıza, sonraki kuşaklara aktarabileceğimiz biliniyor. Bu ilk önce Vietnam gazileri üzerinde çalışılmaya başlandı. Daha sonra ‘biyolojik psikiyatri’ alanındaki çalışmalarıyla bilinen Rachel Yehuda, Yahudi Soykırımı mağdurlarının çocukları ve torunlarında posttravmatik stres bozukluğu (PTSB) bulgularının yarattığı epigenetik değişikliklerinin hiç soykırım yaşamamış çocuklar ve torunlarda da olabildiğini gösterdi. Stresle baş etme zorluğu, kaygı bozuklukları, depresyona eğilim ve uyku bozuklukları gözlendi.
Aslında bu travmayı yaşayan kendisi değil...
Evet, değil. Bu travmayı yaşayan bir insan var. Depresyondan kaygıya, yeme-içme bozukluğundan travma sonrası stres bozukluğuna birçok şey yaşıyor. Bu insanların beynindeki stres reseptörlerine bakıldığında oluşan değişiklikler, travmayı birebir yaşamayan çocuklarında, torunlarında da görülüyor.
Örneğin Vietnam gazisinin torununda bu travma kendini nasıl gösteriyor?
Genel olarak vücuttaki stres yanıtları bozuk oluyor, kronik stres yanıtı görülüyor. Buna bağlı olarak kalp-damar hastalıkları, diyabet, kortizol seviyesinin yüksekliği, stresle baş edememe, soğukkanlılığını koruyamama gibi esas travma yaşamış insanlarda gördüğümüzün benzerini yaşıyorlar.
Şeker hastası bir babanın çocuğu olmak gibi mi?
Buradaki mesele biraz ona da benziyor ama bu genlerde yer alan bir bilgi değil. O travma yaşanmamış olsaydı, epigenetik değişiklikler yaşanmamış olacaktı ve aktarılmamış olacaktı. Biz eskiden travmayı yaşayan insanlar çok depresif oldukları için çocukları da bundan etkileniyor ve öyle oluyor sanıyorduk.
İpek Özbey - Doktor Banu Taşcı Fresko
VÜCUT KİMYASI DEĞİŞİR
Oysa ki...
Meselenin aslında epigenetik değişiklikler nedeniyle olduğunu anladık. Bunu Rachel Yehuda şu şekilde ifade ediyor: ‘İnsanlar yaşadıkları olaydan sonra ben değiştim derler. Gerçekten değişmişlerdir. Vücut kimyaları ve bazı mekanizmalarda değişiklik olur. Bu değişiklik sizi mahvettiği gibi, yumurta ya da spermle çocuğa, toruna ve onların çocuklarına da geçebilir.’
Epigenetik değişiklik dediğiniz tam olarak nedir?
Epigenetik değişiklikler, DNA dizilimi etkilenmeden görülebilen ve kuşaktan kuşağa aktarılabilen gen ifadesi değişiklikleridir. 25 bin kadar genimiz var. Hepimizde aynılar ama ben sizden çok farklıyım. İnsanlar arasındaki farklılaşmayı sağlayan önemli faktörlerden biri epigenetiktir. DNA’yı bilgisayarın kendisi olarak kabul edersek, epigenetik değişiklikleri de uygulama veya yazılım olarak düşünebiliriz. Bir diğer örnek de MP3 çaların kendisi ve kişiden kişiye değişen çalma listeleridir. Epigenetik değişiklikler embriyodaki hücrelerin farklılaşması için olmazsa olmaz bir biyolojik süreç. Ayrıca atalarımızın yaşadığı çevreler ve stresle baş edebilmemiz için, mukavemet kazanmamız için doğanın ve anne-babamızın bir hediyesidirler. Doğada da bunun pek çok örneği var. En bilineni: Döllenmiş arı larvaları arı sütü ile beslenirse kraliçe arı, beslenmezse işçi arı olur. Ayrıca birçok kanser türü onkojen genlerdeki epigenetik değişiklikler nedeniyle oluşur. Ancak daha önceki jenerasyonların yaşadığı travmaların oluşturduğu stres yanıtı epigenetik değişikliklere neden olarak, hiç yaşamadığımız travmalar sonucu oluşmuş stres yanıtlarının bize geçmesine neden olur.
Toplumsal olaylardan örnekler verebilir miyiz?
En bilinen ve üzerinde çalışılan örnekler olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında aç bırakılan Hollandalılar, az önce söylediğim Yahudi Soykırımı’na uğrayanların çocukları ve torunlarıyla, 11 Eylül saldırısı sırasında hamile olan kadınların çocukları gösterilebilir.
Epigenetik değişikliği etkileyen unsurlar neler?
Birçok şey. Yedikleriniz, içtikleriniz, egzersiz, yaşadığınız çevre, anne karnında geçirdiğiniz zaman, anne-babanın sevgisi, ilgisi, uyku düzeni, sigara, hava kirliliği...
KRONİK HASTALIK ZEMİNİ
Sperm hücrelerindeki inceleme, çocukken duygusal, fiziksel ya da cinsel tacize maruz kalmış kişilerin DNA’sının 12 bölümünde travmanın izlerine rastladı. Aynı şekilde yakın zaman önce Harvard Üniversitesi de çocuklarda cinsel tacizin etkisinin sadece psikolojik travmayla sınırlı kalmadığı ve DNA’larında çocuklarına bile aktarılabilecek değişikliklere neden olduğuna işaret etmişti. Bizim gibi taciz, tecavüz ya da şiddet olaylarının yoğun yaşandığı ülkeler açısından bunun anlamı ne?
Biraz karamsarlık herhalde. Çünkü o travma yaşanıp bitmiyor. Sadece o kişiyi değil, onun çocuğunu, torunlarını da etkiliyor. Dolayısıyla travmanın çok olduğu yerlerde -özellikle savaşlardan sonra ve göçmenler üzerinde çok görülüyor- o insanlar depresyona daha duyarlı, daha kolay travmatize oluyor. Bu da birçok kronik hastalığa zemin hazırlıyor. Türkiye’de çok göçmen var. Mesela Osmanlı, zamanında insanların tek bir yerde yerleşmelerine müsaade etmemiş, sürekli yerlerini değiştirmiş. Savaşlarda da göç nedeniyle insanlar travmatize olmuş; açlık, yokluk, acı, şiddet yaşamışlar. Biz onların çocukları olduğumuz için sıfır noktasında hayata şanssız başlıyoruz bu anlamda. Diğer bir faktör ise travmatik insanların kendi travmalarına dolanmış olmaları nedeniyle sevgi verememesi ve kendi çocuklarını duygusal olarak ihmal etmesi. Bu da var olan travmatik süreci daha da derinleştiriyor.
KENDİSİ DE TACİZE UĞRAMIŞ BİR TACİZCİYİ ELE ALALIM: BU DA ASLINDA EPİGENETİK Mİ? NASIL YORUMLUYORSUNUZ?
Travma insanın gerçeklikle olan ilişkisini bozuyor ve anda kalmasını güçleştiriyor. Uygunsuz şekilde davranmasına neden olabiliyor. Mesela kendinizi kaybedercesine öfkeleniyorsunuz ama sonrasında bile farkına varmıyorsunuz... Dolayısıyla insanın travmatik karanlığa girdiğinde ne yapacağı belli olmaz. Döver, taciz eder, her türlü şeyi yapabilir.
Burada DNA ile ilgili bir problem var mı?
DNA ile ilgili bir problem yok ama DNA’nın vücudumuzda oluşturduğu etkileri gösteren epigenetik değişiklikle ilgisi var maalesef.
ANNENİN YAŞADIĞI KORKU ÇOCUĞA GEÇİYOR
11 Eylül saldırılarını yaşayan hamile kadınların çocukları da incelendi dediniz, onlarda ne gibi izler var?
11 Eylül’de yaşanan büyük stres ve ölüm korkusu, hamile annelerde ağır bir stres reaksiyonuna ve kortizol seviyesinde yükselmeye neden oluyor. Bu da beyindeki stres reseptörlerini değiştiriyor. Aynı bulgulara çocuklarında da rastlanıyor. O çocukların öğrenme bozukluğu yaşayan, depresyona, kilo almaya ve madde bağımlılığına daha eğilimli oldukları ortaya çıktı.
Peki bu kişilere hâkim olan duygu korku mu?
Stres ve kaygı. Annenin yaşadığı korku neticesinde ortaya çıkan stres reaksiyonunun yarattığı değişiklik...
Bu bir biyolojik karne oluşturuyor, öyle mi?
Evet, hepimiz için. Özellikle ailemizde travma varsa.
Mesela trafikte herkesle dalaşan, hatta güneşe silah doğrultan, karpuza tokat, ayvaya kafa atanlar da böyle bir karnenin ürünü mü?
Kalp hızı değişkenliği diye bir şey var. Sizinle oturuyoruz, konuşuyoruz, kalbimiz normal atıyor. Ama birden deprem oldu, o heyecanla kalbinizin atışı hızlandı. Sonra bitti ve zaman geçince azaldı. Sonra eve gittiniz, yemek yediniz, kitap okudunuz, arkadaşınızla konuşuyorsunuz, yatıyorsunuz, yine azalıyor. Stres travma hastalarında bu kalp hızı hiç azalmıyor, hep bir şey olmuş gibi. Çok yorucu... Yorucu olmasının yanında travma geçirmiş hastalarda azalmış kalp hızı değişkenliği tepkisellikte artışa, küçücük uyaranlara uygunsuz tepkiler verilmesine neden oluyor. İstanbul sokaklarında verilen uygunsuz tepkiler, travma hastalarında sık gördüğümüz bir şey. Soğukkanlılıklarını koruyamıyorlar...
NE YAPMALI?
Öncelikle savaşlar, yokluklar, darbelerle travmatik bir özgeçmişimiz var. Maalesef kodlarımızda bunlar yazılı... Farkına varmak ve bunların üstesinden gelebileceğimize inanmak lazım.
Hastalarıma öncelikle sağlıklı beslenmeyi öneriyorum. Çünkü eğer uygunsuz beslenirseniz vücudunuzdaki stres reaksiyonu daha da artıyor. Bu yanıtı aşağı çekmek için kaliteli protein almak, yeterli sebze-meyve ve sağlıklı yağları yemek, rafine karbonhidratı da mümkün olduğu kadar azaltmak gerekiyor.
Antioksidan içeriği zengin besin tüketmek, bozulmuş ya da hatalı olan epigenetik değişiklikleri düzeltebiliyor.
Metilasyon için B12 vitamini ve folik asit almamız gerekiyor. Kaliteli ve biyoyararlanımı yüksek B12 vitamini sadece hayvansal proteinlerde var. İlla kırmızı et yemek gerekmiyor, yumurta yemek bile yeterli. Folik asit ise yeşil yapraklı sebzeler başta, tüm sebzelerde ve kuruyemişlerde var.
Mutlaka hareket etmelerini öneriyorum. Kasları kullanmak da epigenetik değişiklik yapıyor.
Yoga yapmayı özellikle öneriyorum. Yoga hem vücuttaki bozulmuş stres yanıtını ve kalp hızındaki azalmış değişkenliği düzeltiyor, hem de oksidatif stres ile ilişkili ve hipokampüsteki stres reseptörleri genlerindeki epigenetik değişiklikleri geri çeviriyor, kısalmış telomerleri uzatıyor.
Travmaların duygu durumumuzda yarattığı değişikliklerin, kendi hayatımızda ve çocuklarımızın hayatında oluşturduğu olumsuz etkilerin giderilmesi ve stresle baş etme yollarını öğrenmek için psikolojik/psikiyatrik destek alınmasını öneriyorum.
BİR YANSIMASI DA NEDENSİZ AĞRILAR
Travma ve ağrı üzerine çalışıyorsunuz. Hastalarınız size hangi şikâyetlerle geliyor?
Ben daha çok fibromiyalji ve migren ağrıları üzerine çalışıyorum. Bu iki hastalığın alt yapısında çocukluk çağı travmaları çok sıklıkla mevcut. Migren hastalarında daha sıklıkla duygusal ihmal ve fiziksel şiddet, fibromiyalji hastalarında ise büyük bir sıklıkla cinsel taciz ve travma öyküleri var. Sürekli yaygın vücut ve başağrısı, bağırsak problemleri, depresyon ve kaygı bozukluğu gibi sorunlar yaşıyorlar. Testlerden hiçbir şey çıkmıyor ama ağrı var. İşte bu travmanın yansıması... Bunu görmek tedavinin başlangıcı. Sonrasında mutlaka psikiyatrik destek tavsiye ediyorum. O desteği aldığı zaman yüzleşmeye, barışmaya başlıyorlar... Ağrılar ve yakınmalar azalıyor, hafifliyor.
İLAÇLA TEDAVİ GİBİ BİR ÇÖZÜMÜ YOK
Diyelim ki ben bir suçluyum, çocuğumun bu geni taşımamasını istiyorum. Engelleyebilir miyim?
Siz eğer bir suçluysanız ve çocuğunuzun o geni taşımamasını istiyorsanız zaten bir miktar aydınlanma yaşamışsınızdır, bir şeyler yapıyorsunuzdur. Ama bu insanların çoğu bunun farkında değiller. Bir ilaç kullanayım, bir tetkik yapayım gibi bir çözüm de maalesef yok.
KİM NEYE YATKIN?
Ergenlik öncesinde sigara içen babaların oğullarının vücut kitle indeksi daha yüksek olur, daha kilolu olurlar.
Büyük ataları açlık yaşamış kişiler kilo almaya ve yağ dokusu yapmaya daha yatkın olur.
Travma yaşamış kimselerin hipokampüs, beyin yapısı ve beyindeki kortizol reseptörlerinde epigenetik değişiklikler oluşur. Bunlar 4-5 kuşak sonrasına aktarılabilir ve stresle baş etmede güçlüklere neden olur.
Travmalar, serotonin metabolizması genlerinde epigenetik değişiklikler oluşturarak gelecek kuşaklarda depresyon ve kronik ağrıların oluşumuna neden olabilir.
Egzersiz yapan ve gün içinde zihnini kullanan babaların çocukları daha kolay öğreniyor.
Çok fazla hayvansal yağ ve rafine karbonhidrat tüketen kilolu ve obez babaların kızlarında diyabet ve meme kanseri sıklığı artıyor.
Hamileliğinde stresli olan, travmatik çocukluk geçiren annelerin bebekleri daha stresli oluyor.
DNA’YA BÖYLE AKTARILIYOR
Travma olduğu zaman vücutta stres reaksiyonu meydana geliyor. Stres reaksiyonu dediğimiz şey, ‘Savaş (kavga et) ve kaç’ yanıtı... Siz bana bir şekilde bağırıyorsunuz ya da döveceksiniz. Benim sizinle bir şekilde baş edebilmem ya da kaçabilmem lazım ki bana zarar vermeyin. Savaş-kaç yanıtı bize bunu yapmamız için gerekli enerji ve fizyolojik değişiklikleri veriyor. Fakat özellikle çocukluk çağı travmalarında çocuk kaçamıyor, kavga da edemiyor. Dolayısıyla o stres yanıtı orada asılı kalıyor. Kronik stres yanıtına dönüşüyor. Böylece vücutta kortizol seviyeleri sürekli yüksek kalıyor. Sempatik sinir sistemi sürekli aktif oluyor. Uzun vadede, özellikle beyindeki stres merkezinde (hipokampüs ve amigdalalarda) değişikliğe neden oluyor. İyileştirici ve düzeltici faktörler salgılanamıyor. Hipokampüsler küçülüyor, amigdalalar devamlı aktif kalıyor. Stres reseptörleri artıyor. Bu beyin yapısı epigenetik değişikliklerle gelecek nesillere aktarılıyor. Travmalara açık hale geliyorlar. Travmalar DNA’nın işleyişini değiştiriyor...