Meğerse çocukluğunda çok hızlıymış
SANAYİ Bakanı
Ali Coşkun, yarı çıplak bir fotomodelin yer aldığı reklamı eliyle gösterip,
‘‘Böyle reklam olur mu? Kutsal bildiğimiz kadını istismar ediyor. Örf ve ádetlerimize yakışmıyor’’ demesiyle birlikte Türk kamuoyunun gündemine oturdu.
Bu çıkışıyla Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın şimşeklerini de üzerine çekti
Coşkun. Başbakan, açıkça
‘‘Yanlış oldu’’ diyerek,
‘‘Ali Ağabey’’in tutumunu onaylamadığını belli etti.
Coşkun, müstehcen bulduğu reklamlar konusundaki bütün muhafazakár ve tepkili bakışına karşılık, dost meclislerinde şiir okuması, şarkı söylemesi, fıkralar anlatmasıyla tanınan çok renkli bir kişilik.
O kadar ki, kendisini erkek meclislerinde bulduğunda, eski çapkınlık hikáyelerini anlatmaktan da geri kalmaz.
İLKOKUL GÜNLERİ
Geçenlerde Ankara Mimar Kemal İlkokulu'nda düzenlenen ve okulun şöhretli mezunlarının bir araya geldiği toplantıya katılan
Coşkun, çocukluk anılarını anlatırken, kendisinin daha ilkokul günlerinde bir hayli
‘‘hızlı’’ olduğu da ortaya çıktı.
İşte
Coşkun'un anısı:
‘‘Ben köyden gelmiştim, biraz da iri yapılıydım. Bizim sınıfta İris ve Ayla adlarında iki kız arkadaşımız vardı. Ayşe Abla korosunda mandolin çalıyorlardı. Ama o zaman Ankara bu kadar kalabalık değildi, kızların koroya gidip gelmesi kolay olmuyordu. Müzik öğretmenimiz Muazzez Hanım, iri yapılı olmam nedeniyle beni onlara koruma gibi görevlendirdi. Hem birlikte gidiyor, hem de zaman zaman mandolinlerini taşımada onlara yardımcı oluyordum.’’
EMANET KIZLAR
Muazzez Hanım, kızları
Ali Coşkun'a emanet etmiştir, çünkü onun emanete sahip çıkacağını ve
‘‘emanete hıyanet olmaz’’ deyişine sadık davranacağını düşünmüştür.
Bakalım, gerçekte öyle mi olmuştur?
Ali Coşkun, anlatmaya devam ediyor:
‘‘Tabii çocuk aklı; koruma görevi bende olunca, diğer öğrenciler İris ve Ayla ile ilgili her konuda beni yetkili buluyor, ben de kendimi öyle görüyorum.’’
Öykünün renkli bölümü bu noktada başlıyor.
İlhan Oba adlı bir arkadaşı
Ali Coşkun'a geliyor ve
‘‘Ali, ben İris'i seviyorum. Biz seninle arkadaşız, gözünü seveyim, bana izin ver, yardımcı ol, bir şeyler yap’’ diyor.
Yani, çöpçatanlık yapmasını istiyor.
AYLA MESELESİ
Öykünün akışından anlaşıldığına göre, galiba
Ali, İris konusunda
İlhan'a bir güçlük çıkartmıyor.
Gelgelelim, bir başka arkadaşı aynı izni
Ayla için isteyince, işler karışıyor ve
Coşkun'un şu yanıtıyla bir aşk krizi patlak veriyor:
‘‘Arkadaş İris neyse de, ben Ayla'ya dokundurtmam...’’
Ali Coşkun, bu öyküyü anlattıktan sonra ekledi:
‘‘Bunu söyleyince, bizim niyet de ortaya çıktı tabii...’’
Ali Coşkun'un
‘‘Ayla bunu hiç bilmedi tabii...’’ demesine bakılırsa, iş platonik düzeyde kalmış.
NURAN HANIM KIZARSA
Neyse, aradan 35 yıl geçmiş ve
Ali Coşkun sonradan subay olan
İlhan Oba ile karşılaşmış.
İlhan Oba, o sırada Odalar Birliği Başkanı olan
Coşkun'a
‘‘Yahu sen bütün işadamlarını tanırsın. Bizim İris'in babası da işadamıydı. Belki onları bulursun’’ diyecek olmuş ve muhatabından şu yanıtı almış:
‘‘Ulan, bulsam senin kızı mı bulurum, kendi kızımı bulurum be...’’
Belli ki, aradan yıllar geçmiş ama
‘‘benim kız’’ dediğine göre şu
Ayla meselesi hálá
Coşkun'un kalbinde bir ince sızı olarak saplanıp kalmış.
Ali Coşkun, bundan 10 yıl kadar önce birlikte geçirdikleri bir
trafik kazasında ilk eşini kaybettikten 4 yıl kadar sonra kendisinden bir hayli genç yaşta olan
Nuran Hanım'la ikinci evliliğini yaptı ve bir de çocuk sahibi oldu.
Umarız,
Nuran Hanım bu yazıyı okuyunca,
‘‘Ayla dosyası’’nı evde bir mesele haline getirmez.
Mülakatı neden yayımlanmadı
HÜRRİYET Ankara Temsilcisi
Sedat Ergin, Radikal Ankara Temsilcisi
Murat Yetkin ve Akşam Gazetesi'nin dış politika yazarı
Semih İdiz, geçenlerde AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri
Günther Verheugen ile yaptıkları mülakatta neye uğradıklarını şaşırdılar.
Nasıl şaşırmasınlar?
Özellikle Annan Planı'nda yer alan istisnai düzenlemelerin AB mevzuatına nasıl uyarlanacağı gibi son derece güncel ve meşru soruları karşısında
Verheugen'den oldukça ters yanıtlar aldılar.
Üstelik, istisnai düzenlemeler konusu
Verheugen'ın Dışişleri Bakanlığı'nda yaptığı görüşmelerin de en önemli gündem maddesi olmuştu.
Bu konuda Türk muhatapları tarafından iyice köşeye sıkıştırılan
Verheugen, aynı konu gazeteciler tarafından da açılınca belli ki gün içinde biriktirdiği kızgınlığını gazetecilere patlayarak üstünden attı.
Bu arada, örneğin plandaki mülkiyet düzenlemelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde temyiz edilip edilemeyeceği gibi bir sorunun AB'yi değil, Avrupa Konseyi'ni ilgilendirdiğini söylerken neyin sorulup neyin sorulamayacağı gibi başlıklarda gazetecilik dersi de verdi AB Komiseri.
Sorun,
Verheugen'ın soruları geçiştirmesinde değil, kullandığı üsluptaydı. Daha çok öğrencisine çıkışan bir başöğretmen edasıyla, ses tonunu yükselterek, kızgınlığını dışa vurarak, eli kolunu sallayarak konuştu AB'nin Alman komiseri.
Gazeteciler, Başbakan
Erdoğan'ın ticari ilişkilerini hatırlatarak, AB'nin tam üye adayı ülkelerde siyasi etik yasalarının geçmesini teşvik edip etmediğini sorduklarında da,
Verheugen, ‘‘Beni Başbakan aleyhinde konuşturmak mı istiyorsunuz’’ diyerek çıkıştı.
Anlaşılan Türkiye'deki devlet kurumlarını eleştirmekte hiçbir fırsatı kaçırmayan
Verheugen, konu Başbakan
Erdoğan olunca, nedense yelkenleri hemen suya indiriveriyor.
Mülakat tatsız bir şekilde sonuçlandı. Gazeteciler, AB Temsilciliği'ni terk etmeye hazırlanırken koşarak yanlarına gelen bir sözcüsü,
Verheuegen'ın mülakatın metnini yayımlanmadan önce onaylamak için okumak istediğini bildirdi, bunun AB Komisyonu'nda olağan bir uygulama olduğunu belirtti.
Gazeteciler de böyle bir uygulamanın Avrupa normlarıyla bağdaşmadığını belirterek,
Verheugen'ın talebini reddettiler ve mülakatı da yayımlamadılar. Üstelik, her üç gazeteci de AB tam üyeliğine sıcak bakan isimlerdi ve mülakat için bizzat AB Komisyonu tarafından davet edilmişlerdi.