Güncelleme Tarihi:
Başsavcı İlhan Cihaner adına Özel Yetkili Başsavcıvekilliğine verilen dilekçede Avukat Turgut Kazan, tahliye kararının reddedilmesi kosunda, şimdiye kadar birinci sınıfa ayrılmış olan yargıç ve savcıların Yargıtay’da yargılanabileceğini vurguladıklarını bildirdi. Cumhurbaşkanı, başbakan için, özel yetkili savcılıkça soruşturma başlatılıp özel yetkili mahkemece arama, gözaltı, tutuklama kararı verilmiş olsa, onların hukuksal değeri neyse, müvekkilinin de aynı değeri taşıdığına işaret eden Kazan, bu hukuksal gerçeklerin hiç tartışılmadan, savcılığın karşı görüşüne rağmen ‘kuvvetli suç şüphesi, mevcut delil durumu ve karartma şüphesi’ denilerek aynı fiili durumun sürdürüldüğünü belirtti.
Cihaner’e örgüt üyeliği, birden fazla kişi ile tehdit, iftira, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçları yüklendiğini anımsatan Kazan, kısıtlama kararı nedeniyle ilgili dosyaya erişemediklerini söyledi. Bu nedenle yöneltilen suçlar ile delil durumunu tam bilemediklerini anlatan Kazan, kapalı tutulan dosyanın bazı yayın organlarına açıldığı için bu suçlamaları gazete haberlerine göre cevaplamak istediklerini açıkladı. Turgut Kazan şöyle devam etti:
İSMAİLAĞA SORUŞTURMASININ BAŞLANGICI 2007, ISLAK İMZANIN TARİHİ 2009
“Öyle anlaşılıyor ki, müvekkilime yöneltilen suçlamalar, onun savcı olarak yürüttüğü bir soruşturmaya dayanıyor. Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/6526 esasına kayıtlı bu soruşturma ile Dursun Çiçek’e ait olduğu söylenen belge arasında bağ kuruluyor. Ve devreye gizli tanıklar sokularak, üyelikti/ tehditti/ iftiraydı/ sahtecilikti hepsi kurgulanan bir bütünün parçaları oluyor. Ama, öne sürülenler hiç yerli yerine oturmuyor. Bir kere, dosya numarası gösteriyor ki, bilinen Erzurum soruşturması 2007 yılına aittir. Oysa, ıslak imza denilen belgenin tarihi, 2009 Nisan veya Mayıs ayıdır. Yani, bırakınız inandırıcılık yanını, bu iddia tam bir komedidir.
İkincisi, Erzincan soruşturması ciddiye alınmış olacak ki, bakanlığın ve Özel Yetkili Savcı Osman Şanal’ın ısrarı ile Erzurum’a gönderilince, Osman Şanal tarafından ‘Anayasayı ihlal suçuyla’ dava açılmış ve iddianame kabul edilmiştir. Bu durumda, Erzincan’da başlatılan soruşturmayı herhangi bir projenin parçası saymak olacak şey değildir.
Üçüncüsü, Dursun Çiçek Erzincan’a geldi/ görüştünüz deniyorsa (gelse de / gelmese de kimseyi ilgilendirmez ama) geldiğini gösterir bir emarenin, örneğin THY yolcu listesinin ortaya konulması ve görüşme iddiasının inandırıcı verilere dayanması gerekir.
Dördüncüsü ve en önemlisi (dosyanın yetkisizlik ile İstanbul’a gönderildiği, bilinmediği için) 18.02.2010 günü savcılığınıza sunduğumuz dilekçede, müvekkilimizin Ergenekon Örgütü suçlamasıyla dinlendiğini açıklamıştık. Aylarca süren dinlemeye rağmen, Ergenekon suçlamasıyla ilgili bir kanıt ele geçirilemediği için, ses kayıtlarıyla çözüm tutanaklarının imha edildiğini bildirmiştik. Ve dinleme kararı örneği ile imha yazısı örneğini takdim etmiştik. Bu gerçek müvekkilime yöneltilen suçlamanın, delilsiz/ dayanaksız olduğunu gösterir. Çünkü, dinleme Ergenekon için yapılmıştır. Böyle bir ilişki olsa, (Dursun Çiçek’le görüşme iddiası dahil) bazı emarelerin saptanabilmiş olması gerekir. Dolayısıyla, suçlama haksızdır. Uydurmadır, kurgulamadır.
ŞANAL VALİLİĞE YAZI YAZDI: BAŞSAVCININ YETKİSİNİ KALDIRILDI
Tabii, bu kurgulama, biri soruşturmayı yürüten özel yetkili savcı Osman Şanal’la yaşanan sorunlar, diğeri İliç Savcısı Bayram Bozkurt’la ilgili suçlamalar için, müvekkilimin soruşturma yürütmüş olması gibi iki ayrı temele dayanıyor. Bilindiği gibi, İsmailağa soruşturması, önce bakanlığın, sonra özel yetkili savcı olarak Osman Şanal’ın devreye girmesine yol açtı. Osman Şanal ilk önce 10.03.2009 günlü yazıyı yazarak, ‘yüklenen suçun anayasal düzene karşı’ olduğunu belirtip dosyayı istedi. Sonra, kendini Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının amiri sayarak, güvenlik birimlerine yazılar yazdığı gibi, Valilik makamına da bir yazı yazarak, bu tür suçlarda Erzincan Savcılığının yetkisinin (taraflarınca) kaldırıldığını, yerel savcılığın kolluğa vereceği talimatın, hukuki dayanağı bulunmadığını belirterek, valiliğin desteğini beklediğini belirtti. Bu inanılmaz ve akılalmaz yazının bir örneği ilişiktedir. (Ek 1)
Biz, hemen (25.08.2009 günlü dilekçeyle) bakanlığa başvurup (Osman Şanal için) soruşturma izni istedik. Cevap gelmeyince, İdari yargıya başvurup menfi işlemin iptalini istedik. Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 2009/2113 esasına kayıtlı davamıza, bakanlığın verdiği cevabın bir örneğini ilişikte sunuyoruz. (Ek 2) böylece Osman Şanal’la müvekkilim arasında yaşananlara ilişkin en önemli bir başka bilgi daha, belgesiyle dosyaya girmiş olsun ve sağlıklı değerlendirme imkanı doğsun.
İLİÇ’TEKİ ALTIN MADENİ, SAVCI BOZKURT VE ÇALIK GRUBU İDDİALARI
Kurgulamanın ikinci ayağı ise, İliç Savcısı Bayram Bozkurt’tan kaynaklanıyor. İliç’teki altın madeninin sahibi, ABD/ Kanada ortaklı bir şirkettir. Bergama benzeri tepkileri önlemek için, Çalık Grubuyla ortaklık sağlıyor. Ve başta altın madeniyle ilgili olmak üzere, Bayram Bozkurt için çok kirli duyumlar ortalığı kaplıyor. Müvekkilime soruşturma görevi veriliyor. Sonuçta, İlhan Cihaner 11 ayrı suçlama için rapor düzenliyor. Ve Bayram Bozkurt, hemen Ergenekon gardını alıp Osman Şanal’la bağlantı kurarak, rüşvete tanıklık edenlerle, başta İlhan Cihaner olmak üzere, ‘kendisinden istenen herkesi’, ‘Ergenekoncudur’ diye suçlayarak kurtulabilmenin yollarını arıyor.
Teftiş Kurulu’nun 14.05.2009 günlü olurlarıyla yapılan soruşturma sonucu hazırlanan raporla ilgili olarak, bakanlığın 08.09.2009 günlü savunma isteğine, Bayram Bozkurt’un nasıl Ergenekon gardına sığınarak cevap verdiğini gösteren savunma örneği ilişiktedir. (Ek 3)
Orada, borçlu olduğu çaycıdan başlayarak herkesi Ergenekoncu diye suçladığı gibi, Osman Şanal’la ilişki kurup kimlerin ‘gizli tanık’ olarak ifade vermelerini sağlamaya çalıştığını açıklıyor. Bu nedenle Ergenekonun kendisini öldürebilmek için, arabasına kene attığını ve uydu sistemiyle bir kaç kez frenlerini boşalttığım söylüyor. Yani, savunmaya baktığımız zaman, akıl sağlığına aykırı ve deli saçması bir hikayeye soyunulduğunu apaçık görüyoruz.
GİZLİ TANIKLAR HUKUKSAL DEĞER TAŞIMAZ
Evet, akıl sağlığına aykırı ve deli saçması bu kurgulama üzerine, 2007/6526 sayılı soruşturma ile 2009/138 sayılı soruşturmaya konu cemaat ve gruptan gizli tanık aranıyor. Böylece bizden gizlenip basına servis edilen, Erzincan, Efe, Munzur, X ve Y’li gizli tanık serüveni başlatılıyor. AİHM kararlarına aykırı olarak, dosyaya erişemediğimiz için, bu gizli tanıklara neler söyletildiğini bilmiyoruz. Ama, kendilerine ne söyletilirse söyletilsin, asla somut verilerle desteklenemeyeceği için, hukuksal değer taşımadığını belirtiyoruz.
Örneğin, yine basına servis edilen sorulardan anlaşıldığına göre, gizli tanık Munzur, Dursun Çiçek’in Ocak/ Şubat 2009’da Erzincan’a helikopterle geldiğini, bir heyet tarafından karşılandığını, havalimanında kendisini bekleyen özel araca alındığını, bir süre özel bir mekanda karşılayıcılarla çay içildiğini, sonra 3'üncü Ordu Komutanlığına gidildiğini, orada Dursun Çiçek’in beklendiğini ve bekleyenlerle içeri götürüldüğünü söylemiş.
Osman Şanal soruyor: ‘Dursun Çiçek’le görüştüğünüz dikkate alındığında, kendisi Erzincan’a ne amaçla gelmiştir? İrticayla eylem planı konusunu görüştünüz mü? Bu konuda değerlendirme yaptı mı?’
Hemen belirtmeliyim ki, modern ceza yargılamasında böyle bir gizli tanık uygulaması kabul edilemez. Dursun Çiçek medyanın takip ettiği biridir. Sokağa çıkması bile haberdir. Nerede kaldı ki, helikopterle Erzincan’a gelecek, alanda karşılanacak, özel mekanda çay içilecek ve orada bekleyenlerle içeri girilecek, ama bu kadar ayrıntılı bir karşılamayı, gizli tanık Munzur dışında hiç kimse görmeyecek. Ve bir savcı, bir başsavcıya bu akıl almaz/ inanılmaz hikayeyi, gizli tanık Munzurun ifadesine dayanarak soracak. Elbet böyle bir ifade, bir hukuk devletinde kuvvetli suç şüphesi için, bırakalım kuvvetli delil sayılmasını, hiç bir değer taşımaz. Gizli tanıklarla ilgili bu gerçeğin böylece bilinmesini istiyoruz.”