Güncelleme Tarihi:
Bu tesadüfe neden olansa Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın Türkiye ziyaretiydi. Hem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Hollande onuruna verdiği yemeğe davetliydi, hem de eşbaşkanlığını yürüttüğü Boğaziçi Enstitüsü Hollande’ı Galatasaray Üniversitesi’nde dar katılımlı bir toplantıda ağırladı. Brookings Enstitüsü’ndeki başkan yardımcılığının yanı sıra Sabancı Üniversitesi Uluslararası Danışma Kurulu üyesi olan Derviş, Türk akademisyen dostlarıyla da güncel gelişmelere dair toplantılar yaptı. Bu yoğun tempoda yakaladım ve herkesin kafasındaki o soruyu sordum: Yeni bir ekonomik krizin içinde miyiz?
Son haftalarda Türkiye ekonomisindeki dalgalanmayı nasıl yorumluyorsunuz?
Milli gelire oranla yüzde 6-7’leri aşan bir cari açık olduğunda kırılgan ortam oluşuyor. Finanse edebilmek için para gerekiyor. Tabii Türkiye gibi yatırıma ihtiyacı olan ülkeler dışarıdan sermayeye ihtiyaç duyuyor. Türkiye’nin büyüme hızının yüzde 8-9 olduğu yıllarda cari açık yüzde 9-10’du. Fazla yüksekti ama bir sorun yaratmadı, çünkü herkes Türkiye’ye iyimserlikle bakıyordu. Ama büyüme düşüp cari açık yüksek kalırsa orada sıkıntı başlıyor. Arzum yüzde 6 civarında bir büyümenin Türkiye’de sürdürülebilir hale gelmesi. O zaman siyasal düzende olağanüstü bozulmalar olmadıkça kırılganlık azalır. Türkiye için doğru olan yüzde 6 büyüme ve yüzde 5 civarında bir cari açık. Halbuki şu anda yüzde 3.5’u aşmayı zorlayan bir büyüme var ve cari açık yüzde 7’ye yakın.
SİYASAL GÜVEN EKSİKSE MB’NİN YAPACAĞI SINIRLIDIR
Başbakanın faiz artırımına karşı net duruşuna rağmen Merkez Bankası müdahale etti. Ancak müdahaleye rağmen dolardaki artışı istenen ölçüde kontrol altına alamadılar. Neden?
Kısa vadeli hareketler konusunda fazla bir şey söyleyemem. Onları anlamak için her an piyasayı takip eden biri olmak gerekiyor. Her saat bir şeyler değişiyor. Hem de Merkez Bankası ile Başbakan arasında neler oluyor bilemiyorum. Ama şöyle bir yanıt verebilirim; şu anda olaylara yön verme noktasında ağır basan siyasal güven eksikliğidir. Bir ülkede aşırı bir siyasal kavga, sert üslup oluşursa ve o ülkede demokrasinin kalitesi, yargının bağımsızlığı konusunda ciddi şüpheler uyanırsa artık Merkez Bankası’nın yapacağı sınırlı kalır.
İktidar Gezi’den beri faiz kelimesi üzerinden bir düşman tanımladı ‘faiz lobisi’ diye. Sizin de faize bir araç olarak mesafeli bir duruşunuz var. Kim faiz lobisi?
Ben Başbakan’ın tam neyi kastettiğini bilemem. Ama yüksek faizden yüksek kâr sağlamış bir tür sermaye var. Yasalara uygun işlemler olmasına rağmen sıcak paranın ekonomiye yararı pek yok. Maalesef ekonomi kırılgan olunca faiz yükseliyor.
SICAK PARAYA DAYALI MODELE BEN DE KARŞIYIM
Peki faizden para kazanmaya çalışan sermaye bir ülkenin ekonomisini gerçekten bu ölçüde etkileyebilir mi?
O ülke çok kırılgan ise, ancak yüksek faizle borçlanabilir duruma düşerse o zaman bir takım insanlara çok kolay para kazandırır veya kaybettirebilir de. Ben sürekli sıcak paraya dayalı bir büyüme modelini benimsemedim. Her zaman karşı çıktım. 6-7 yıl önce, Türkiye’nin içeri girerken kısa vadeli sermayeye ufak bir vergi koymasını önermiştim. Gelip altyapı finanse eden, fabrika kuran sermayeye sıcak bakmak lazım çünkü istihdam yaratıyor. Ama sadece bonodan, tahvilden, hisse senedinden hızlı para kazanmak isteyen sıcak sermayeyi hiçbir zaman yararlı bulmadım. Bu bir lobi olduğu için değil, Türkiye’nin bu tür bir sermayeye bağlı olmaması gerekir diye düşündüğüm için.
Faiz lobisi alerjisi üzerinden kurulan bir siyasi söylem yurtdışında nasıl algılanıyor?
Ülkemizin hızlı büyüyebilmesi için kurun yarışabilir bir kur olması, TL’nin aşırı değerli olmaması önemli. Enflasyon yüzde 50’lerdeyken tabii ki enflasyonu dizginlemek için yüksek faiz gerekiyordu. Sıkı para politikası, sıkı mali politikası uyguladık 2001 krizini aşmak için. Ama ben Türkiye’deki bazı çevrelerin ‘Faiz yüksek olsun, TL değerli olsun, yüksek cari açığı böyle finanse etmeye hep devam edelim, sıcak parayla iş dönsün’ şeklindeki görüşüne katılmıyorum.
Şu anda iş dünyasında bu eleştirdiğiniz görüş hâkim mi?
İhracatçılar arasında değil ama ithalatçılar ve kısa vadeli finans işlemleriyle uğraşan kesimlerde yer yer var. Önemli olan yapısal reformlarla ve yarışmacı bir kurla büyümeyi hızlandırmak ve cari açığı o şekilde düşürmek. Faizin de makul bir seviyede, enflasyonun biraz üzerinde olması gerekir. Ama reel olarak çok yüksek olmaması normal şartlarda yatırım ve istihdam açısından yararlıdır. Tabii kriz anında işler değişiyor.
ESAS ÖNEMLİ OLAN GÜVENİ YENİDEN SAĞLAMAK
Şu anda krizde miyiz?
Şu anda kriz demeyeyim ama ciddi bir güvensizlik ortamı oluştu. Kriz anında araçları kullanmadaki özgürlüğünüz daralıyor. Kriz anında bile faizi arttırdığınızda parayı çekebiliyorsunuz belki. Ama kısa vadeli yatırımcı faizi bir panik aracı olarak gördüğü zaman ve durumun sürdürülemez olduğunu inandığı zaman faiz hiçbir işe de yaramayabilir. Bir ülke faizi bir panik aracı olarak arttırdığında bu ters de tepebilir. Nitekim Doğu Asya krizinde ters tepti. Esas önemli olan güveni yeniden sağlamak, ekonomik dengeleri sağlam tutmak. Türkiye’nin hızlı büyüyen, yatırım yapan, yolunu bilen bir ülke olduğunu yatırım yapmak isteyene gösterebilmek. ‘Faiz artsın mı? Bugün kur ne oldu?’ gibi bir sarmalın içine hapsolursak çare üretemeyiz.
GÜNLÜK PİYASA İŞLEYİŞİNE SİYASETİN GİRMESİ BİR ÜLKEYİ ÇÖKERTİR
Peki siyasal istikrar ve güven noktasındaki şüpheler aşılmaz ise 2001’de ortaya çıkan tabloya doğru gidebilir mi? Öyle bir trend görüyor musunuz?
Şu anda öyle bir durum yok, ancak maalesef son yıllarda yapısal reformlarda sadece yavaşlama değil, tersine dönüş oldu. Bunun beni en çok üzen tarafı ekonomiyi düzenleyen kurumların; Merkez Bankası, BDDK, Enerji Kurulu, Rekabet Kurulu, Kamu İhale Kurumu gibi ekonomiyi düzenleyen ve denetleyen kurumların teknik ve partizan siyasetten uzak konumlarından maalesef yeniden siyasete yaklaştırılmış olmaları. Kısmen torba yasalarla, kısmen fiili uygulamalarla. 2001 reformlarının en önemli yapısal ayağı Türkiye’de ekonomiyi denetleyen ve düzenleyen kurumların günlük politikadan ayrılmasıydı. İyi işleyen bir piyasa ekonomisi için bu şart. Her vatandaş aynı muameleyi göreceğini bilmeli. Günlük piyasa işleyişine ve özel girişimin yatırım kararlarına siyasetin girmesi bir ülkeyi çökertir. Nitekim 90’lı yıllarda Türkiye’nin o kadar zor duruma gelmesinin önemli nedeni buydu. Uzun vadede ülkenin büyüme hızını düşüren bir olgu. Bence esas sorun bu, bunu düzeltmek lazım.
Çıkış yolu seçim
Türkiye dışardan uzun vadeli yatırım yapmak isteyenler tarafından nasıl algılanıyor? Neye benzetiliyoruz?
Bu noktadaki en önemli soru şu; Avrupa ülkesi miyiz, Ortadoğu ülkesi miyiz? Avrupa’da sorun var ama o sorunlar demokrasi içinde aşılıyor. İspanya’da ciddi bunalım yaşandı ama büyüme yeniden başladı ve iç çatışma olmadı. Bir de Ortadoğu’ya bakıyoruz: Mısır’daki fecaat, Suriye’deki içsavaş, Irak’ta hiçbir şekilde tasvip etmediğim Amerikan işgalinden sonra durumun daha da kötüleşmesi, bir mezhep kavgası çıkmazına giren bir bölge. 2023’te Türkiye’yi nerede görmek istiyoruz? Bence buna net olarak Avrupa’da dememiz lazım. Ortadoğu’da barışa dönüşü desteklememiz doğal, ancak Türkiye’de dışarıdan yatırım yapmayı düşünenler ‘Biz aslında Avrupa ailesinin bir üyesine yatırım yapıyoruz’ diye düşünebilmeli. “Türkiye Ortadoğu keşmekeşine sürükleniyor” gibi bir intiba maalesef kısmen oluştu. O şüpheyi kaldırmamız lazım.
Bugün yüzde 50 ile tek başına iktidarda olan bir hükümet varken, bahsettiğiniz siyasal güvensizliğin nedeni tam olarak nedir sizce?
Toplumda inanılmaz gerginlik var. Herkes etkileniyor. Gerçi 2001 kriziyle şu an arasındaki önemli farklar var. Türkiye yüzde 80’li oranlarda olan kamu borcunu yüzde 35’e kadar düşürebildi. Burada 2001’den bu yana uygulanan maliye politikasının hakkını teslim etmemiz lazım. Ancak para ve maliye politikası bir ekonominin güvende olması için yetmez. Kurallı bir düzen, bağımsız bir yargı, şeffaf bir piyasa ve makul ölçüler içinde kalan bir siyasal yarışma. Bunlar olmadan makro ekonomik politika sürekli hızlı büyüme için şart olan güveni yaratamaz.
Buradan çıkış yolu nedir peki bugün?
İyi ki Türkiye’nin önünde şu anda seçim var. Çünkü ciddi bir rahatsızlık var, ciddi bir karışıklık var. Yargıda ciddi sorunlar var. Ekonomiye yansımış durumda bunlar. Tabii ki çok önemsediğim barış sürecinin devam etmesi de çok önemli, Kürt kimlikli Türkiye vatandaşlarımızla barış gerekiyor. Seçim olmasa önümüzde, herkes daha da gergin olur. Eğer bu seçim özgürlük ve barış içinde, demokratik kaidelere uygun gerçekleşirse ki bunu umut ediyorum, seçim bir çıkış yoludur. Ne olacaksa olacak, vatandaş kendi iradesiyle oyunu kullanacak. Seçimler bir mesaj verecektir. Seçimlerden sonra Türkiye’nin hızla daha iyi bir noktaya gelebileceğine inanıyorum. Benim gönlümde daha dengeli bir siyasal yapı var. Her demokrasinin dengeye ihtiyacı var. Türkiye’deki siyasal yapıda bir yenilemenin olacağını tahmin ediyorum. Bu ekonomi için de çok olumlu olabilir.
Şu anki siyasi konfigürasyondan farklı bir şey çıkar mı sizce?
Çıkabilir. Kişiler olarak farklı isimler ortaya çıkacaktır yerel seçimlerde, sonra milletvekilleri seçiminde de yeni isimler...
Genel seçim normal şartlarda 2015’te yapılacak ama siz de bir erken seçim olasılığı görüyorsunuz anladığım kadarıyla.
Olabilir mi, bilmiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de vatandaşlar oy kullanacak. Hem genel siyasal dengede, hem de kişiler açısından bir yenileme olacak. Bunun ötesinde Türkiye’de sosyal demokrasinin güçlenmesi için önemli bir zaman. Daha güçlü bir CHP’nin yükselmesini ve kendi programını herkesi kucaklayarak, herhangi bir rövanş politikasından uzak durarak, herkesi bir araya getirecek bir söylemle güçlendirmesini arzu ediyorum.
Cumhurbaşkanlığı konuşulmadı bile
Laf CHP’ye gelmişken sormadan olmaz. Cumhurbaşkanlığı için zaman zaman isminizi telaffuz edenler oldu geçmişte.
Öyle bir şey hiçbir şekilde konuşulmadı. Ben iktisatçıyım, akademisyenim, politikacı değilim. Ancak düşünce alanında sosyal demokrasiye elden gelen yardımı yapmak isterim her zaman.
Aktif siyasete dönmeye mesafeli olmaya devam ettiğiniz anlamına mı geliyor bunlar?
Evet, aynen aynı noktadayım. Zaten kendimi tam olarak hiç politikaya girmiş hissetmedim. Ama sosyal demokrasiye gerçekten inanıyorum. Bu küresel dünyada sermayeyi dengelemek için sosyal demokrat partiler arasındaki dayanışma bugün dünden daha önemli. CHP’nin Alman ve Fransız sosyal demokratlarla temasları önemli. Ben kendimi hem uluslararası ortamda hem Türkiye’de bu ailenin, bu düşünce tarzının, bu arayışın faal bir üyesi olarak hissediyorum.
EN ÖNEMLİSİ TÜRKİYE PANİKTE HAVASI VERMEMEK
Başbakanın ‘B, C planlarımız var. Alışılmışın dışında bir şey yapacağız’ şeklindeki sözleri üzerine farklı iktisatçılar farklı tahminlerde bulundu. Sermaye kontrolünden bahsettiğini düşünenler var. Sizin tahmininiz var mı?
Hayır, hiçbir tahminim ve bilgim yok.
Genel olarak bu yönteme bakışınız nedir?
Sermayenin çok hızla bir ülkeden ötekine geçmesi orta boy ve küçük ülkeleri ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakıyor. Uzun vadeli yatırımcıyı korkutmayan, sadece kısa vadeli spekülasyona ek maliyet getiren düzenlemeler, bir ülkenin ekonomi politika araçları arasına girebilir. Ancak, hiç ortada yokken, hükümet sözcüleri ‘Hiçbir zaman sermayeyi kısıtlamayı düşünmeyiz’ diye mesajlar verirken birdenbire ‘Sermaye kısıtlaması gelebilir’ fikri yayılırsa o güveni fena sarsar. En önemlisi, Türkiye’nin panikte olduğu havasını vermemek. Nasıl yapabiliriz bunu? Bunu ancak kendi kendimizle barışarak, içbarışı, saygılı üslubu yeniden tesis ederek yapabiliriz.
SİYASİ ÜSLUPTA SORUN VAR
Söylediklerinizi süzersek şöyle özetlemek mümkün mü: Başbakan faizle ya da diğer tedbirlerle ilgili günlük bazda bizzat mesaj vermek yerine siyaseti rahatlatmaya yönelik bir üslup kullanmalı.
Tabii. Hedefimiz, dengeli, demokratik, dinle devlet işlerini karıştırmayan, Avrupa değerlerine ve evrensel insan haklarına bağlı ve kendi içinde birbiriyle kavga etmeyen bir ülke olduğumuzu anlatabilmek olmalı. Bunları başarırsak, Türk ekonomisinin büyüme potansiyeli en az yüzde 6. Onun için Türkiye’yi iyi bilen insanlar üzülüyor. Türkiye yüzde 3 ile büyümeye mahkûm bir ülke değil. Siyasal yarışma ölçülü olmalı. Yarışma olacak, demokrasinin gereği. Burada sorumluluk sadece bir tarafta değil. Genel üslupta sorun var.
Yeni Avrupa’nın kurucu üyesi olabiliriz
Yeniden yapılanan bir Avrupa Birliği içinde Türkiye’nin farklı bir üyelik modeli geliştirmesini gerektiğini savunuyorsunuz. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ile yaptığınız toplantıda da bu konu konuşuldu mu?
Evet, o toplantıda bunu dile getirdim. Avrupa krizden sonra kendini yeniden yapılandırıyor, eski tür bir Avrupa olmayacak. Çok daha yapısı esnek, farklılaşmış kurumları olan bir Avrupa’ya doğru gidiyoruz. Bu Avrupa’nın içinde tam üye ama para birliği içinde olmayan ve o ölçüde egemenlik paylaşımına girmek istemeyen bir ülke olmamız gerekiyor. Bu noktada bize örnek olabilecek ülkeler, İngiltere, İsveç ve belki Polonya olabilir. Hem Hollande hem Fabius, ‘Haklısın, bunu tartışmamız lazım’ dediler.
Türkiye’de hükümetle ya da Dışişleri Bakanı ile de konuştunuz mu bu önerinizi?
Sayın Davutoğlu ile Brookings’e geldiğinde sohbet ettik. Sayın Cumhurbaşkanımız kendisi de buna uzak olmayan ifadeler kullandı. Sayın Kılıçdaroğlu ile sohbetimizde hedefin kesinlikle kendini yeniden yapılandırılan bir Avrupa olduğu konusunda hemfikir olduğumuzu gördüm. Bu tartışmanın “eşitler arasında” açılması lazım. O zaman Türkiye’deki AB tartışması değişir. Biz tasarımına büyük katkıda bulunacağımız yeni bir Avrupa’nın kurucu üyesi olmak için yola çıkarız.
Kim isterse omuz veririm
Önümüzdeki dönemde hükümet ‘Böyle bir formülasyon için bize yardımcı olun’ diye kapınızı çalarsa beraber çalışır mısınız?
Bu konuda iki yıldır çalışıyorum. Heyecanlıyım. Avrupa çok önemli bir barış projesidir. Bütün Akdeniz coğrafyasının bir barış bölgesi olarak güçlenmesini istiyorum. Türkiye’nin de buna büyük katkısı olabileceğini düşünüyorum. Büyük Avrupa, Türkiye ile birlikte daha güçlü bir Avrupa olacaktır.
‘Partiler üstü bakarım ve destek veririm’ diyorsunuz o halde.
Zaten destek veriyorum. Türkiye’de böyle bir vizyon için kim ilerlemek istiyorsa ona elimden geldiği kadar omuz veririm. Avrupa içinden de destek yaratmak lazım ve bu konuda Türkiye’ye samimi bir desteği verebilecek olanlar, Avrupa’da sosyal demokrat, yeşil ve liberal dostlarımızdır.