Güncelleme Tarihi:
Yazarlık kariyerine İngiltere’de başlayan Hitchens, 1981 yılında ABD’ye göç etmişti. Dikkat çekici görüşleri ve kabadayı tavırlarıyla hem yazar hem de hatip olarak büyük bir başarı kazanan Hitchens, 25 kitabıyla, 40 yıldır tartışılan bir isim.
Hitchens’ın 19 yıldır kariyerini sürdürdüğü Vanity Fair dergisinden bugün yapılan açıklamada, yazarın, mücadele etmekte olduğu yemek borusu kanserinin yarattığı zatürree dolayısıyla hayatını kaybettiği ifade edildi.
Derginin internet sitesinde yayımlanan, “Christopher Hitchens Anısına, 1949-2011” başlıklı makalede, ünlü yazar, “eşi bulunmaz bir eleştirmen, yetenekli bir hatip, vahşi bir zeka ve korkusuz bir hedonist” olarak tanımlandı.
Makalede, “62 yıldır yaşadığı bu hayat, kendisini derinden özleyecek bizlere teselli versin” denildi.
BİR YILDAN FAZLADIR TEDAVİ GÖRÜYORDU
1982 yılından beri Washington’da yaşayan Hitchens’a, Haziran 2010’da kanser teşhisi konmuş ve yazar kemoterapiye başlamıştı.
“Hitch-22” isimli anı kitabını yayımladıktan kısa bir süre sonra hastalığını öğrenen yazar, ağır alkol ve sigara tiryakiliği ve eleştirmenlerle yaşadığı çatışmalarla biliniyordu.
Hastalığı dolayısıyla sesini ve saçlarını kaybetse de yazılarından hiçbir şey kaybetmeyen Hitchens, hastalığının gidişatıyla ilgili detayları Vanity Fair’deki köşesinde okurlarıyla da paylaşıyordu.
Derginin önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak Ocak 2012 sayısındaki köşesinde de Hitchens, hastalığının, Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen şey güçlendirir” sözlerini sorgulamasına neden olduğunu anlattı.
Haziran 2011 tarihli dergide ise şöyle yazmıştı: “Ölür halde yaşadığım bu yıl içinde en büyük tesellim dostlarımın yanımda olmasıdır.”
Hitchens’ın en tanınmış dostlarından biri Salman Rüşdi’ydi. İkilinin dostluğu, İran’ın dini lideri Ayetullah Humeyni’nin Rüşdi'yi “Şeytan Ayetleri” isimli romanında İslam’ı aşağıladığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırıldığı dönemde Hitchens’ın İranlı yazara destek vermesiyle başladı.
Rüşdi, bugün Twitter’ından yazdığı mesajda, “Güle güle, sevgili dostum. Çok büyük bir ses sustu. Çok büyük bir kalp durdu. Christopher Hitchens, 13 Nisan 1949 – 15 Aralık 2011” yazdı.
1992 yılında Vanity Fair’in editörü olduktan sonra Hitchens’ı da dergiye getiren Graydon Carter ise Hitchens’ın “sigara, İskoç viskisi, harika yazılar ve her şeyden öte sohbet için doymaz bir iştahı” olduğunu yazdı.
Carter, internette yayımlanan anma yazısında, “Son 40 yılda onun kadar çok muhteşem köşe yazısı, deneme, makale ve kitap yazmış bir yazar daha bulmanız çok zordur” dedi.
Yılmaz bir ateist olan Hitchens, “Dünyadaki nefretin en güçlü kaynağı dindir, organize dindir” sözleriyle akıllarda kaldı.
Hitchens’ın bu görüşleri övgü aldığı kadar kalp de kırdı. Hindistan Hayırsever Misyonerler derneği, derneği kurucusu Nobel ödüllü Rahibe Teresa hakkındaki agresif tavrına rağmen Hitchens’ın ruhu için dua edeceklerini açıkladı.
Dernek sözcüsü Rahibe Christie, Hitchens’ın ölümünün haberini aldıktan sonra AFP’ye yaptığı açıklamada, “O ve ailesi için dua edeceğiz” dedi.
Hitchens, 1995’te yayımlanan kitabı “Misyoner Pozisyonu” ve 1994 tarihli belgeseli “Cehennem Meleği”nde, Rahibe Teresa’yı siyasi fırsatçılıkla suçlamış ve derneğine bağış yaptıkları için diktatörler ve yolsuzluğa bulaşmış finansçılarla dost olduğunu öne sürmüştü.
Hatta, bir keresinde "fanatik Arnavut cüce" olarak nitelendirdiği Rahibe Teresa’yı ayrıca kürtaja ve doğum kontrolüne karşı çıkıp yoksulların çilesine katkı yapmakla suçlamıştı.
Son bir yıl içinde Hitchens ağırlıklı olarak Usame bin Ladin’in ölümü dolayısıyla gerilen ABD-Pakistan ilişkileri ve Arap Baharı ayaklanmaları sonrası Mısır’da demokrasinin geleceği üzerine yazılar yazdı.
Kültürel meselelerde de çalışmaları bulunan Hitchens, ABD’li yazar ve romancı Joan Didion’un profili ile Londra’da bulunan Victoria ve Albert Müzesi’ndeki Private Eye retrospektif sergisi üzerine yazılar kaleme aldı.
Oxford Üniversitesi’nde eğitim gören Hitchens ayrıca Henry Kissinger’ı bir “savaş suçlusu” ilan etmesiyle hatırlanıyordu. Hitchens, Bill Clinton hakkındaki “Yalan Söyleyecek Kimse Kalmadı” isimli kitabında da eski Başkan’ı “tecavüzcü” ve “sahtekar” olarak nitelendirmişti.
Hayatını siyasi yelpazenin sağ kanadında tamamlayan Hitchens aslında başlarda tam bir solcuydu. International Socialist ve New Statesman dergilerinde yazılar yazan Hitchens, Vietnam Savaşı’na da şiddetle karşı çıktı.
Ancak 11 Eylül saldırılarından sonra çok daha müdahaleci bir dış politika anlayışını savunmaya başlayan Hitchens, ABD’nin Irak işgalini savundu ve “İslam kisvesi altındaki faşizm”i kınadı.
Bununla birlikte Hitchens, 2010’da Reuters’a verdiği röportajda soldan sağa kaydığı ve ABD Başanı George W. Bush’un Irak Savaşı’nı halka kabul ettirmesine yardım ettiği iddialarını reddetti.
Hitchens, “Saddam medeni dünyanın bir düşmanıydı ve çok daha uzun bir süre önce devrilmeliydi. O konuda hiç pişmanlık duymuyorum” dedi.
KENDİ KENDİNE İŞKENCE ETTİRDİ
Bununla birlikte Vanity Fair için ABD'nin kullandığı ağırlaştırılmış sorgulama teknikleriyle ilgili makalesini yazacağı zaman "waterboarding"in (suda boğma) bir işkence olup olmadığını denemek için bu tekniği kendi üzerinde denedi.
Deneyin ardından "Waterboarding boğulmaya benzemiyor çünkü boğulmanın ta kendisi" yorumunu yapan Hitchens, "İnanın Bana Bu Bir İşkence" başlıklı makaleyi kaleme aldı.
Hitchens, ABD’li yazar Carol Blue’yla evliydi ve ikisi daha önceki evliliğinden üç çocuk sahibiydi.