Çevik Bir'i, Evren keşfetti

Güncelleme Tarihi:

Çevik Biri, Evren keşfetti
Oluşturulma Tarihi: Aralık 08, 1999 00:00

Haberin Devamı

Özel kalem müdürü olarak 12 Eylül askeri darbesi hazırlıklarının canlı tanığıydı

Evren, ‘‘Devlet Başkanı’’ ünvanını alıp, Genelkurmay'dan Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne taşınınca, onun da çalışma mekanı değişti. Çankaya Köşkü'nde bu kez Başyaver sıfatıyla Evren'in en yakınında oldu.

Babası, Çevik adını verirken, oğlunun ilerde asker olmasını hedeflememişti. Asker olmayı Çevik'in kendisi istemişti. Mahalledeki bir gencin askeri okula gitmesinden etkilenmişti. Hem ailesinin maddi koşulları da iyi değildi; okumak için en iyi çare, askeri okuldu onun için...

Makedonya'dan Anadolu'ya göçen bir ailenin çocuğuydu. Annesi Selanikli'ydi. Babası ise Mustafa Kemal'in eğitim gördüğü Askeri İdadi'nin bulunduğu Manastır'da doğmuş, orada büyümüştü. Askeri İdadi, bugün artık Makedonya sınırları içinde kalan Manastır'ın kimliğini belirleyen önemli bir unsurdu. Manastır ve çevresindeki Resne, Ohrid gibi Osmanlı kentlerinin tarihi özelliği, İttihat Terakki'nin doğduğu bölge olmasıydı.

Osmanlı'nın Balkan Savaşını kaybetmesi ‘‘Evlad-ı Fatihan’’ın Rumeli'den çekilme sürecini, göçleri başlattı. Çevik Bir'in ailesi de o yıllarda Balkanlardan göç edip Anadolu'ya yerleşen Türkler arasındaydı. Çevik Bir, ailesinin İzmir'in Buca ilçesine yerleşmesinden sonra dünyaya geldi. Ailesi zengin değildi. Askeri okulu seçmeseydi muhtemelen okutamayacaklardı onu.

Çevik Bir, Harp Okulu'nda parlak bir öğrenciydi. 1958 yılında mezun oldu. Derecesi, ikincilikti. 19 yaşında, bir istihkam subayı olarak göreve başladı.

Mesleğini seviyordu. Askerlik, onun için küçük yaştan beri bir tutkuydu. Yükselme arzusuyla doluydu. 1970'te, Kara Harp Akademisi'ni bitirip kurmay subay oldu. 1971-1972'de NATO Savunma Koleji'ni bitirdi.

HEM BAŞYAVER

HEM KOMUTAN

Bir, 12 Mart dönemini Ankara'da Güvercinlik'teki komutanlıkta geçirdi ve ardından 1973'te yurtdışında görevlendirildi. Belçika'da, SHAPE Karargahında Harekat Dairesi Proje Subayı olarak görev yaptı. Brüksel'deyken katıldığı tüm NATO kurslarını birincilikle tamamladı.

Yabancı dil bilgisini o yıllarda geliştirdi. İngilizcesi fena değildi, Fransızcasını da anlaşmasına yetecek düzeye getirdi. 1976'da döndüğünde artık Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesine daha yakındı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı'nda NATO Plan Subayı oldu.

Karargahta dikkat çeken bir kurmay subaydı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Evren, Bir'i, Özel Kalem Müdürlüğü'ne getirdi. Bu görevi sırasında Çevik Bir 12 Eylül askeri darbesi hazırlıklarının canlı tanığı oldu.

Evren, ‘‘Devlet Başkanı’’ ünvanını alıp, Genelkurmay'dan Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne taşınınca, onun da çalışma mekanı değişti. Çankaya Köşkü'nde bu kez Başyaver sıfatıyla Evren'in en yakınında oldu.

12 Eylül'ün liderinin hep en yakınındaydı. Bir yandan da spora geniş vakit ayırıyor; yüzüyor, ata biniyor, tenis oynuyor, koşuyordu. Ankara'daki futbol maçlarını, özellikle de bir Fenerbahçeli olarak takımının maçlarını hiç kaçırmıyordu.

Askeri konuların yanısıra dünyada olup bitenlere de meraklıydı. Dış politika konuşmaktan hoşlanıyordu. Sohbetlerinde 12 Eylül darbesini destekliyor, müdahaleyi haklı buluyordu. Dost sohbetlerinde şöyle diyecekti:

- Herkes işini yapsa, asker araya girip de demokrasiyi kesintiye uğratmaz.

1981'de rütbesi albaylığa yükseltildi. Onu çok seven Evren, yanından ayrılmaması için ilginç bir formül buldu! ‘‘Devlet Başkanı Başyaverliği’’nin yanısıra Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı'na atandı. 1983'e kadar yaverlik ve komutanlığı birlikte yürüttü.

Tuğgeneral olunca Köşk'ten ayrılmak zorunda kaldı. Ama Evren ile dostluğu hiç bitmedi. Fırsat buldukça Evren'i telefonla aramayı, ziyaret etmeyi ihmal etmedi.

BMW ve hız TUTKUnu

Köşk'te başlayan arkadaşlıklarına büyük değer verdi. Eski dostları olan Evren'in özel doktoru Prof. Ertan Demirtaş, Özel Kalem Müdürlerinden Baki İlkin, o dönemin basın müşaviri Ali Baransel, İnönü Üniversitesi Rektörü emekli Tuğgeneral Ömer Şarlak'ın da aralarında bulunduğu grup ile zaman zaman yemeğe çıktı. Bu yemeklerde dostlarına fıkra anlatmaktan hoşlanıyordu.

Hoşsohbet, yaşamaktan keyif alan bir insandı...

Tuğgeneral rütbesini takmasıyla birlikte yeniden NATO günleri başladı. Brüksel'de SHAPE Lojistik ve ENF Daire Başkanlığı yaptı. Ardından Türkiye'ye döndü. Erzurum Aşkale'de görev yaptı. Dördüncü Zırhlı Tugay Komutanı oldu. Farklı bir komutan olarak erlerle voleybol oynuyor, onları ödüllendirmekten hoşlanıyordu. Orduevi'nde rakı içmeyi, BMW marka iki kapılı küçük kırmızı arabasıyla hız yapmayı seviyordu. Otomobiliyle Aşkale caddelerinden hızla geçerken, açık camlardan yüksek sesle çalan pop müzik duyuluyordu.

1987'de tümgeneralliğe terfi etti. Ve Ankara'ya döndü. Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na atandı. Spora her gün zaman ayırdı. Akşam saatlerinde ya spor salonunun yanındaki kortta tenis oynuyordu ya da lojman civarında koşuyordu.

Askerler ve alt rütbedeki subaylarla sıcak ilişki kurdu. Alt rütbedekilerin sevdiği bir subaydı. Astları, onun gelecekte büyük bir komutan olacağına inanıyorlardı. O ise ‘Durun bakalım...’ diyerek, gülümsüyordu...

Bu yıllarda adı ‘Asker döveni cezalandıran komutan’a çıktı. Bir ere dayak atan binbaşıyı 15 gün hapisle cezalandırdı. Bu, Ordu'da sık rastlanan bir olay değildi.

Daha sonra Kara Kuvvetleri Harekat Başkanlığı'na atandı. 1991 yılında korgeneralliğe yükselene kadar bu görevde kaldı. Bu yıllarda da kendini sadece askeri lojmanlara, üniformaya hapsetmedi. Sivil yaşamın içinde olmaktan hep mutluluk duydu. Hafta sonları mont ya da spor bir ceket giyip, eşi Nilgün hanım ile dolaştı. Kimi zaman İstanbul'da deniz kenarında, kimi zaman Ankara'daki sinemaların civarında, bir resim sergisinde ya da bir alışveriş merkezinde kolkola yürüdüler.

İktisatçı olan Nilgün (Öztuğça) Hanım, ikinci eşiydi. İktisat eğitimi almasına ve organizasyon üzerine tez hazırlamasına karşın diğer yüksek rütbeli subayların eşleri gibi iş yaşamı yerine ev kadınlığını seçmişti. Ama Türk Kalp Vakfı'nın icra kurulu üyesi ve Uluslararası Kadın Derneği üyesi olarak aktif bir sosyal yaşam edindi, evine kapanmadı. Çevik-Nilgün çiftinin bir oğulları oldu, adını Uygar koydular...

En büyük sıkıntısı

Küçük rütbeli bir subayken, Çevik Bir'in en büyük sıkıntısı, adının yanlış anlaşılmasıydı. ‘Buyrun Çevik Bir...’ deyince, askeri telefon santrallerinde ‘‘KARTAL 2’’, ‘‘KAPLAN 3’’ gibi kod isimler kullanılmasına alışık olan subaylar, onu santral görevlisi er zanneder; ‘Oğlum, yüzbaşı falanı bağla...’ talimatını verirlerdi. Çevik Bir, bu karışıklığa çok sinirlenirdi... Yıllar geçtikçe, rütbesi yükselip Çevik Bir adı ünlenince sorun kendiliğinden çözüldü. Santral görevlisi erlerin benzetmeleri, kimi zaman gülerek anlattığı hoş bir anı haline geldi. Zaten adını hep sevmiş, onunla gurur duymuştu. Adının kişiliğine uygun olduğunu düşünüyordu. Bir subayı tanımlamak için bundan ideal bir isim olamazdı.

Favori fıkrası

Arnavutlar onurlarına çok düşkündür. Fakir düşen bir Arnavut eşyalarını satmaya karar verir. Eline üç dört parça eski eşya alıp yola düşer. Fakat bir türlü ‘Eskici, eskici’ diye bağırmayı başaramaz. Onurlu ya bizim Arnavut! Bir süre dolaşır, birşey satamaz. Sonunda bir eskici görür, onun peşinden yürümeye başlar. O, ‘Eskici, eski satarım’ diye bağırdıkça, Arnavut da kısık sesle ekler; ‘Ben de, ben de...’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!