Çetin Altan, şerefsiz dediği Názım yüzünden dayak yedi

Güncelleme Tarihi:

Çetin Altan, şerefsiz dediği Názım yüzünden dayak yedi
Oluşturulma Tarihi: Kasım 13, 2002 01:56

Ünlü şair Názım Hikmet'in yaşamı Memet Fuat tarafından hazırlanan A'dan Z'ye Názım Hikmet kitabıyla ansiklopedi haline getirildi. Bugüne kadar yazdığı Názım Hikmet kitaplarını tarayarak, Atatürk'ten İnönü'ye, Yahya Kemal'den Çetin Altan'a, onunla uzak ya da yakın ilişkisi bulunan kişileri ve olayları alfabetik sırayla maddeleyen Memet Fuat, eksiksiz bir Názım biyografisi hazırlamış.

Kitaptaki en ilgi çekici öykülerden biri de Çetin Altan’la ilgili. Bir yazısında Názım için ‘şerefsiz’ diyen Altan, daha sonra Meclis’te ‘o büyük bir şair’ diye Názım’ı savununca, linç edilme tehlikesi yaşamış.

5 Temmuz 1951 tarihli Yeni Adam'da yayımlanan Názım Hikmet'in Kaçışı başlıklı yazısında Çetin Altan, şairi acımasızca aşağılamış, 'karaktersiz', 'iradesiz', 'uşak', 'haysiyetsiz', 'şerefsiz', 'canı cehenneme' gibi sözler etmişti.

Ne olursa olsun vatanın bırakılmaması gerektiğini savunan yazar, şairin yurt dışına bir kapris uğruna gittiği görüşündeydi:

'Nazım eğer hakikaten mert bir insan olsaydı vatanını terketmeye tenezzül etmezdi. (...) Vatan, kötü idare edilse de gene bırakılmaz. Değil Názım gibi bir kapris uğruna, böyle büyük zorluklar karşısında dahi vatanı terk edenler küçük, iradesiz, güçsüz insanlardır.'

1968 yılında, TBMM’de T.İ.P. milletvekili olarak bulunan Çetin Altan, dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan'a konuşması sırasında sataşmış, bakandan, 'Sen hep böyle şeyler yaparsın, Nazım Hikmet için de büyük şair demiştin!' gibi bir yanıt alınca şöyle bağırmıştı: 'Şimdi de söylerim. Nazım Hikmet büyük vatan şairidir.'

Bu sözü duyan Şadi Pehlivanoğlu Adalet Partisi sıralarından kalkıp Türkiye İşçi Partisi sıralarına kadar koşmuş, Çetin Altan'a sert bir yumruk atmıştı. Öbür Adalet Partililer de yere düşen yazarın üstüne çullanmış, linç etmeye kalkmışlardı.

Altan: O yazıyı yazmış olmak istemezdim

Názım'ın yurt dışına çıkışıyla ilgili bilgimiz belli bir koşullanma içindeydi o zaman. Kendi başınıza bir araştırma yapmanızın olanağı yoktu. İşin özelini bilmiyordum ben. O zaman Názım'ın gerçekten kaçtığına inanıyordum. O yazıyı yazmış olmak istemezdim ama o koşullanmalar içindedir yazdıklarım. Ama sonradan ortaya çıktı ki, Názım kaçmak zorunda bırakılmış. Burada bence önemli olan varılan yer, alınan süreçlerdir. Benim bu yüzden gözüm sakatlandı mecliste. Hepimizin hangi koşullardan geçip nerelere geldiği ortada.

Yahya Kemal

Affı için imza vermedi

Názım Hikmet'in affı için imza toplayanlara ters davrananlar da oldu. Kimileri doğacak tepkilerden çekindiler, kimileri de bu kampanyanın arkasında komünistlerin parmağı olduğunu düşündüler. Pekçok profesörün, gazetecinin imzaladığı dilekçeyi, örnekse Profesör Hıfzı Timur, gazeteci Şevket Rado, imzalamadılar. Birlikte içki içtikleri bir gece başını Válá Nureddin'in göğsüne yaslayıp ‘‘Nazım'cığım hapiste,’’ diye gözyaşı döken Yahya Kemal Beyatlı ise, kendisine başvuranları sevgili oğlunun serbest bırakılması için imza vermediğini kimseye söylememeleri konusunda sıkı sıkıya uyardı.

CEMAL PAŞA

Seni astırır sonra ağlarım

Názım 1921'de Moskova'ya gittiği sırada, Cemal Paşa da orada, Sovyetler'in kendisine ayırdığı büyük bir evde oturuyordu. Názım ile Válá'yı bir akşam yemeğine çağırdı. (...) Sofra başında, kaçınılmaz olarak iyice gerginleşen bir tartışma sürüp giderken, Cemal Paşa dört beş yıl kadar önce pek beğenip Bahriye Mektebi'ne girmesine yardımcı olduğu delikanlıyı susturarak:

‘‘Nazım, elimde olsa, ben şimdi seni astırır, sonra da altına oturup ağlardım,’’ dedi.

Aldığı yanıt şöyle oldu:

‘‘Aramızdaki ayrım şu ki, Paşa, ben seni astırır, ama altına oturup ağlamazdım.’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!