Güncelleme Tarihi:
Her şey Fransız (ama Türk vatandaşı olan) gazeteci arkadaşım Nathalie’nin (Ritzmann) ‘Melike, bir sergi var görmeni istediğim. Farklı bir tarz…’ demesiyle başladı. Sergi olacak, hem de farklı bir tarz olacak da ben duracak mıyım olduğum yerde? Tabii ki hayır. Koşar hatta uçar adımlarla gidilir, sergi gezilir. Fotoğraflar çekilir. Bir de üstüne Jean-Marc Arakelian orda yakalanır. Ve hiç hesapta yokken bir röportaj yapılır.
Peki şimdi n’apılır? Bu röportaj okunur ve 25 Haziran 2011’e kadar bu sergiye gidilip fotoğraflar görülür.
(Sergiyi iyi ki haber verdin Nathalie, çok teşekkür ediyorum. Hem haber verdiğin hem de takıldığım noktalarda yardımcı olduğun için…)
Jean-Marc Arakelian, fotoğraf sanatına kattığı bu farklı bakış açısıyla; gerçeküstü -ekspresyonist bir boyutla karşımıza çıkarak hayatı karelerde dans ettiriyor.
İstanbul Lâle Festivali'nden, Bosfor'dan, şehrin mimarisinden, günlük hayatın her alanından ve Hindistan'da aynı teknikle çekilmiş fotoğraflarla izleyenlere bambaşka ve yepyeni bir vizyon sunuyor.
İstanbul'da yaşayan fotoğraf sanatçısı ve film yapımcısı olan, görüntüleri algılamada farklı yöntemler kullanmayı seven ve cep telefonunu bir fırça gibi kullanan, empresyonist ressam Jean -Marc Arakelian’la renkli bir sohbet…
SERGİDEN KARELER / Foto Galeri
Fotoğraflara canlılık ve farklı bir bakış açısı getirerek hayatı karelerde dans ettiren Jean-Marc Arakelian… Ne kadar zamandır İstanbul’dasınız?
İki seneden biraz fazla… Nisan 2009'dan beri… İstanbul'un sokaklarında geziyorum, yeni fotoğraf perspektifleri bulmak için.
BİR ŞEYLERİN ORTAYA ÇIKMASI İÇİN, OLMAM GEREKEN YER KESİNLİKLE İSTANBUL!
Peki neden İstanbul?
Anneannem İstanbulludur, dedelerim Kahramanmaraşlı, kökenlerim burasıdır.
O yüzden bence burada özel ve yoğun şeyleri hissediyorum. Ülkenin manzarasıyla birleştiriyorum ve burada kendimi evimde gibi hissediyorum. Bir şeylerin ortaya çıkması için, olmam gereken yer kesinlikle İstanbul’dur!
18 yaşındayken dünyayı gezmeye başlıyorsunuz. Birçok ülke, farklı kültürler, farklı fotoğraf kareleri… peki sizi en etkileyen yolculuk?
18 yaşındayken, yolculuk yapmaya başladım ama 1999 yılından beri yaptığım yolculuklarda çok özel bir düşünüş tarzı keşfettim.
Nedir o düşünüş tarzı?
Artistik özelliğini arama. Bunun için de Lübnan başlangıç noktası oldu. Orada bir sene yaşadım.
O kadar çok yer dolaşıyorsunuz ve olmam gereken ülke Türkiye diyorsunuz.
Evet… Ermenistan'dan Ürdün'e, Kudüs'ten Etiyopya'ya, Tacikistan'dan Japonya'ya… ‘Geçiş’ yolculuğunun teması olan bir yolcu olarak; bakıyorum, zenginleşiyorum yeni hayat tecrübeleriyle, yolumdaki karşılaşmalarla. Yakın Doğu ve Asya arasında onun araştırmaları biçimleniyor ve bugün Türkiye açıkçası olmam gereken ülke, bana göre.
Türkiye, doğu ile batı arasında geçiş noktası gibi mi?
Türkiye, gittiğim diğer ülkeler gibi sadece bir menzil değil. İstanbul bir resim; bir gelişe, devam etmeden önce, Doğu ile Batı arasında...
Peki, İstanbul’a baktığınızda kadrajınıza takılanlar…
Bana göre, İstanbul kaçınılmaz geçiş yeridir.
Kaçınılmaz geçiş yeridir derken…
Geçmişe bakmak için, kendini sorgulamak, sulanmak, yeni güç almak, ruhsal anlamı olan bir pasajdan, bir hayattan farklı başka hayatlara...
İstanbul’da sizi en etkileyen semt?
Fener ve Balat… Çünkü orda özel, özgün ve eski bir atmosfer var. Özelikle geceleri… Işıklar, merdiven ve yokuşlarıyla…
Resimde farklı bir tarzınızın olduğu hemen göze çarpıyor.
Resme aşığım, resimde teknik zorlamaları seviyorum. Yeni resim formları, köşeleri ve farklı bir şeyler yakalamak için çalışıyorum.
TARZIM TERAZİNİN DENGESİNİ BULMAK GİBİ!
Kendi tarzınızı, tekniğinizi tanımlamanız gerekirse neler…
Terazinin dengesini bulmak gibi… Statik ve akıcı… Aynı resimde görüntüyü ve hareketi karıştırarak, yeni bir denge bulmak… Farklı bir uyum yaratmak… Hem anıtlara hem de günlük yaşam sahnelerine, İstanbul'un görülmezliğini görülebilir şekilde vermek.
Fotoğrafın, resmin temeli ne peki?
Işık. Resmin temeli, ışıktır. Herkes onu farklı boyuyor, fırçayla, müzikle veya fotoğrafla... Aletim, kameradır. Zaman zaman onu kullanmadım ama öyle istedim. Sahneye bakmak istedim, insanlara, ışığa...
Fotoğraf karelerine almak istediğiniz hangi dünya ülkesi diye sorsam?
Hindistan.
Neden?
Esas bir ülke oldu benim için. Çünkü o ülkede, şehirler hep hareketli, renkli. Sahne dekoru sanatı ve ışığı çok şiddetli.
Hindistan’da argentique ile çok fotoğraf çekmişsiniz fakat İstanbul’da yaşadığınızdan beri cep telefonuyla… Neden cep telefonuyla?
İstanbul’a geldikten 6 ay sonra bir Ekim akşamı elinde elimde cep telefonu… O sırada oturduğum semt Fener’de, beklenmedik bir sahne ile karşılaşıyorum.
Nedir o kare?
Bir kadın merdivenden iniyor ve bir erkek ona yaklaşıyor, iki bağımsız olay ama gözlerim bu durumun estetiği dikkatini çekiyor.
CEP TELEFONUNU FIRÇA GİBİ KULLANIYORUM!
Sonra…
Telefonum ile fotoğraf deneyimine devam ediyorum ve açıları değiştirmeye imkan veren, düzeltme yazılımı kullanmadan yeni perspektifler sağlayan bir tarz keşfediyorum. Cep telefonumu bir fırça gibi kullanıyorum. Şaşırtıcı sonuçlar elde ediyorum. Yana kaymalar, biçimi bozulmalar ile Bosfor’u 180 derece tekrar çizmeme, taşları yerinden oynatmama, sokakta karşılaştığı insanların görüntüsünü değiştirmeme imkan veriyor.
FOTOĞRAFÇI FOTOĞRAF ÇEKERKEN SABİT VE MAKİNESİ HIZLI OLUR. BENDE TAM TERSİ…
Ona da değineceğim. Resimde görüntüler dans eder halde adeta.
Bu fotoğrafları çekmeme imkan veren teknik normalin tam tersi. Prensip olarak, bir fotoğrafçı sabit ve makinesi hızlı olur. Bir fotoğrafçının tam tersini yapıyorum. Tempoyu ben vereceğim, elim ve vücudum çok hızlı hareket edecek. Böylelikle cep telefonuna hız vereceğim. Aslında şimdi günlük olarak bir sinema tekniği kullanıyor, kameraların hareketi.
Şunu fark ettim fotoğraflarınıza bakarken; sanki fotoğrafı çekmeden önce o kareleri görüyorsunuz.
Aynen… Doğru gözlem… Resimleri çekmeden önce görmek gerektiğini fark ettim. Çünkü bir cep telefonu ile hareket etmek, bir refleks makine gibi. Hareket etmek gibi değil yani. Ayrıca ışık gerekiyor. Bu tür fotoğraflar çekmek Fransa gibi bir ülkede mümkün değil. Ancak çok ışık olan bir ülkede olabilir, İstanbul ve Hindistan’da olduğu gibi.
Photoshop yöntemini kullanarak mı elde ediyorsunuz, bu ilginç görüntüleri?
Hayır, fotoğrafları görenler aynı şeyi soruyor ama hayır, photoshop kullanmıyorum. (Çıkarıp Sony Ericsson cep telefonunu göstererek...) Bu telefonumla…
Fener’deki o ilk karenizden sonra…
Fener’de o ilk gece çekiminden bu yana bu cep telefonu ile 100 000 klik gerçekleştirdim.
Hindistan’da, İran’da, Fransa’da ama özellikle İstanbul’da. İstanbul’da çok etkili, gerçek bir keşif yaptım. Hem ışığın yoğunluk seviyesi ile hem her sokak başında çok zengin sahne dekoru ile… Bu 100. 000 fotoğrafımın üçte biri, resimler kitabı olarak arşivlendi.
Fotoğraf yarışmalarına da katılmışsınızdır.
Evet… Üç yıl önce Tacikistan'da düzenlenen uluslararası bir fotoğraf yarışmasına tamamıyla tesadüfen katılıp, bu yarışmada birincilik ödülünü aldım. Geçtiğimiz Şubat ayında ‘Picturing Istanbul from a new perspective’ adlı bir yazının Hürriyet Gazetesi'nin Daily News ekinde yayınlanmasının ardından, Beyoğlu Belediyesi'ne bir sergi açmaa talebiyle başvurdum. Belediyenin düzenlediği ve 4 kıta üzerinden 17 ülke ve 33 şehir katıldığı 2. Kültürlerarası Diyaloglar Festivali için sanatçıların seçimi işte bu dönemde yapıldı. Ardından Galata Meydanı'nda, dünyanın dört bir yanından ziyaretçileri olan o müstesna Cenova kulesi'nin hemen yanında, kozmopolit şehrin orta göbeğinde seçkin bir yer verildi.
Ve İstanbul’daki bu sergi, bu anlamda sizin ilk kişisel serginiz sanırım.
Evet… 25 Haziran 2011'e kadar Beyoğlu Sanat Galerisi’nde gezilebilecek olan sergi, bu anlamda ilk sergim. Fotoğrafların çoğunu İstanbul'da ve özellikle bu yılki Lâle Festivali'nde, bir kısmını da, Hindistan'da çektim.
İstanbul’da çektiğiniz fotoğrafların çoğunda camiler çoğunlukta. Camileri fotoğraflarınızda bu kadar çok yer verme nedeniniz?
Kiliselerden daha fazla cami var o yüzden. (Gülüyor) Şaka tabii… Çünkü Lale Festivali, Yeni Cami’nin önündeydi. Ayrıca cami mimarisi kullandığım teknik için çok uygun durumda olduğu için…
Sizin için cep telefonuyla fotoğraflar çekmek…
Benim için cep telefonuyla resimler çekmek, hem yeni bir tekniği kullanmayı ve kendi şiirsel yönüyle yeni bakış açıları keşfetmeyi, hem de sinema sanatını bu şekilde çalışmayı ve geliştirmeyi mümkün kılacağım bir yöntem demek.
Fotoğraflar çekmenizin yanı sıra bu yolculuklardan heybenize attıklarınız neler?
Yıllardan beri kat ettiği yolculuklardan bana kalanlar… Hintli cüzzamlılar, Sri Lankalı sakat çocuklar, Japonya'daki ağır engelli yetişkinlerle yaşadığı insanı deneyimleri yanında ayrıca estetik, ruhanî ve ses alanlarında edinmiş olduğu tüm deneyimler… Ve yıllardır bu gördüğüm, duyduğum, dinlediğim, dokunduğum ve yuttuğum her şey, burada, İstanbul ışığında ortaya çıktı ve yayıldı.
Ermeni kökenli ya da yabancı olmanızın dezavantajlarıyla karşılaştınız mı İstanbul’da?
Atalarımın topraklarına geldiğinden beri, Ermeni kökenli olusu hiçbir sorun yaratmadı bugüne kadar. Hatta aksine avantajları bile oldu.
Nasıl?
Adımın kökeni hususunda bir soru yöneltildiğinde, Beyoğlu Belediyesi’nde ‘Türkiye'ye Hoşgeldiniz’ cümlesiyle karşılandım. Belediye'nin bana sunduğu bu armağanı bir çeşit ‘Welcome’ yani gerçek ve içten bir karşılama simgesi olarak benimsedim.
NURİ BİLGE CEYLAN ÇOK İYİ BİR RESİM USTASI!
Sinema eğitimi de almışsınız.
Sinema eğitimi aldım. Hem Fransa'da hem de yurtdışında birkaç filmin yönetmenliğini yaptım.
Aldığınız sinemadan eğitiminden ve yönettiğiniz filmlerden yola çıkarak… Karelerini, görsellerini en beğendiğiniz Türk yönetmen kim?
Nuri Bilge Ceylan… Çünkü o çok iyi bir resim ustasıdır. Onun görselliğini kullandığı kareleri ve çalışmalarını çok seviyorum.
Bundan sonraki projeleriniz arasında neler var yakın zamanda?
Hali hazırda çekimi Hindistan'da yapılacak ve biri yazımsal olan ve temelini kutsal kitaplardan alan ‘Tobi'nin Öyküsü’ diğeri de resimsel olan ve 15. yüzyılda yapılmış bir minyatür olan ‘Tobi'nin Meleği’ adlı iki kaynak yardımıyla İpek Yolu'nun yeni güzergâhını konu edinen bir film hazırlığı içindeyim. İpek Yolu'nun yeni güzergâhını konu edinen film projesinin yanı sıra yüzler hakkında bir çalışma yapmak istiyorum. Ama stüdyo içinde değil, doğal dekorlarda, sokaklarda, gece ya da özel yerlerde… Mesela kervansaraylarda, sahnede ya da çalışanlarla karşılaştığım yerlerde...