Oluşturulma Tarihi: Ağustos 10, 2003 00:00
Cemil İpekçi'nin, Ayşe Arman'a apaçık konuşup arkadaşı Bekir ile ilişkisini gayet cesur bir şekilde anlatması, bana bundan iki asır önce yaşamış bir şairi hatırlattı: Enderunlu Fazıl Bey'i... Fazıl Bey bir değil, tam dört delikanlıya gönül vermiş; sonra maceralarını, hislerini ve delikanlılarla yaşadıklarını ‘‘Aşk Defteri’’ isimli kitabında hiçbirşeyi gizlemeden, apaçık yazmıştı.BERABER olduğu arkadaşı Bekir ile Hollanda'da evlendiği iddia edilen Cemil İpekçi içini Ayşe Arman'a döktü, evlilik haberlerini yalanlarken apaçık konuştu. Ayşe Arman, bugün de devam eden mülákatının dün yayınlanan ilk kısmının başında 'Bunca yıldır röportaj yapıyorum, bu denli açık, içinden geldiği gibi konuşan, cesur ve dürüst insana az rastladım' diyordu.Ben, bu konularda Cemil İpekçi kadar açık konuşan sadece tek bir kişiye rastladım: Şair Enderunlu Fazıl Bey'e... Ama Fazıl Bey'in söylediklerini bizzat kendisinden dinleme imkánım olmadı, sadece yazdıklarını okuyabildim, zira 1759 ile 1810 seneleri arasında, yani bundan iki asır önce yaşamıştıABDULLAH VE SÜLEYMANFazıl'ın hayatı, o zamanın saray okulu olan 'Enderun'da geçti ve bu yüzden 'Enderunlu Fazıl' diye tanındı. Döneminin gayet meşhur bir şairiydi, kendi cinsinden olanlara áşık düşmesiyle her vesileyle övünüyor, maceralarını hiçbirşeyin ardına gizlenmeden anlatıyordu. Türk şiirinde birçok ilke imza atmış, meselá bir erkeğin baldırları hakkındaki tek gazeli o kaleme almış, Türk Edebiyatı'nın en meşhur beyitlerinden birini, 'Şairiz, şeyn verir şánımıza / Giremez fáhişe divánımıza'yı yani 'Fahişeler bizim gibi şairlerin kitaplarında yeralamaz, böyle bir iş bize utanç verir' sözlerini o söylemişti.Bu açık sözlü şair, beş kitap yazdı: 'Defter-i Aşk'ta sevgililerini, 'Hubannáme'de çeşitli memleketlerin erkeklerini, 'Zenannáme'de o memleketlerin kadınlarını, 'Çengináme'de zamanının erkek dansçılarını anlatıyor, bütün öteki şiirlerini de 'Diván'ına topluyordu. Kitapları ilk zamanlarda yazma olarak elden ele dolaştı, sonra bazıları basıldı ama 'ahláka mugayir' bulunup toplatıldıkları da oldu.İşte, şairin 'Defter-i Aşk'a, yani 'Aşk Defteri'ne kaydettiği dört ayrı sevgilisiyle ilgili bazı mısralarının düzyazı olarak günümüz Türkçesine aktarılmış şekilleri:Fazıl, ilk sevgilisinin adını her nedense vermiyor, bu delikanlının günün birinde ölüverdiğini söylüyordu:'Gönül seçkin, ateşle oynayan bir sevgiliye düştü. Tavrı nazikti, sanki Allah onu benim huyuma göre yaratmıştı. O rahmetliyi şimdi hayırla yádedelim. Arzularına bir türlü kavuşamamış olan gönlümü şád, lütuflu bakışıyla da yádederdi. Gönlümde sevgi ateşi tutuşur ama arzumu kimselere açamazdım. O temiz soylu sevgili bana bazen rıza ama bazen de gazap gösterirken, birdenbire ortadan kayboldu. Ayrılığı beni öyle bir hále getirdi ki, gönül uzun zaman deli gibi gezdi. Şerefli adını gizli tutalım ve o, gamların defterinde resmedilmiş bir halde kalsın'.İkinci sevgili, Süleyman Bey'di ama Fazıl'a hiç yüz vermemiş, tek bir harf bile söylememişti. Fazıl'ın áhını aldığından mı nedendir bilinmez, bu delikanlı da durup dururken ölüvermişti:'Yine bir aşkla dehşete düştüm, kaçtığım tuzağa tekrar tutuldum. Hoş edálı, taze vücutlu, nazlı bir gence bende oldum. Adı Süleyman Bey idi, yüreği áşıklara taştan da sertti. Zamanın rüzgárı beni Süleyman'a attı ve feryatlar içindeki Fazıl'ı, Süleyman'ın hüdhüd kuşu haline getirdi. Göğsümün ülkesinde hákan, gönlümün tahtında Süleyman oldu ama bana tek bir harf bile olsun söylemedi, lütuflar verici bakışıyla sevindirmedi. Yazık ki o isteklerin gül bahçesinin goncası da ecelin elinde yağmaya uğrayıp öldü. Gönül gamlara düşecek ve türbesinde Hacı Yasin olacaktı. Süleyman meleği, 1778 yılında uçtu, gitti'.Fazıl'ın hayatındaki en büyük dert, tasa ve sıkıntılar, üçüncü defa áşık olmasıyla başladı. Yeni sevgili, adı alaturka musiki kaynaklarında da geçen Hanende Şehlevendim Abdullah Ağa isimli bestekárdı. Abdullah genç yaşında saraya alınmış ve 'Şehlevendim' diye tanınmıştı. Fazıl, çok yaşlı bir musiki hocasının Abdullah'a musallat olduğunu ve bu hoca ile mücadele edecek gücü kendisinde bulamadığı için saraydan ayrılmak zorunda kaldığını yazıyordu:'Yine belá ararken, başıma bir kaza geldi. Hem de öyle bir kaza ki... Gülümsemesi kavuşma görüntüsü veriyor ama gamzesi alay ediyordu. O kibir sahibinin, halk içinde 'Şehlevendim' diye şöhret bulmuştu. Güzel ve alımlı değildi ama ben sesine áşık olup názından dehşete düşmüştüm. O peri, yüzüne bir zilli def tutsa, áşıkları da def gibi döğünmeye başlarlardı. Gönül böyle teláşlı bir vaziyette rakipleriyle mücadele içerisindeyken, ortaya neredeyse yüz yaşında, akbaba suratlı, kanbur bir adam çıkıverdi. Çocuğun hocası oldu, o elması parmağına taktı ve gönül verdiği o ay yüzlüyü gönül yaralarına sardı. Hasta kalbim bir bahane ile kaçıp gittiğinde, yıllardan 1784'tü'.BU, BİZİM TARİHİMİZDefter-i Aşk'ta kayıtlı olan son sevgili, İsmail adında bir gençti. Saraydan ayrılmasından sonra İstanbul sokaklarında bir müddet işsiz-güçsüz dolaştığını anlatan şair günün birinde Galata'ya gittiğini, İsmail'e oradaki bir meyhanede rastladığını ve yedi ay beraber yaşadıklarını söylüyordu:'Yolum Galata semtine düştü, sitemler eden bir güzel gördüm. Adı İsmail'di ve bu sakat vücudum onun kurbanı oldu. Meğer o cihanın şuhu, çengiler arasında güzelliğiyle şöhret bulmuş, ayıbı sadece o milletten olmasıymış. Gerçi o fidan boylu onlardan idi ama aşk onu gönül padişahı yaptı. Gayretli aşkın kaidesi, böyledir ve gönülde Timur haline getirir. O áfet, meyhane köşelerini sevgililere kavuşma yeri yaptı. Raksa başlar, bir yandan da içki sunardı. Parlayan yeni bir ay gibi olan o sevgili, gönlümün hálesinde tam yedi ay kaldı'.Bazı kişilerin Fazıl'ın yahut Deli Birader'in yandaki kutuda yeralan hikáyesini okuduktan sonra 'Bu adam geçmişimize yine hakaret ediyor' dediklerini duyar gibiyim... Ama yazdıklarımın hepsi gerçektir, belgelidir ve çok daha önemlisi 'bizim' hikáyemizdir, yani günahıyla da sevabıyla da bize aittir.Bekir, Abdullah ve Süleyman şarkılara kadar girmiştiKENDİ cinsinden olanlara gönül vermenin örneklerine sadece eski edebiyatımızda değil, klasik müziğimizde de çok sık rastlanır. Birçok eserin konusu böyle aşklardır ama güfteler, yani bestelerin sözleri ağdalı bir dille yazılmış oldukları için bestekárın ne dediğini pek anlamayız. İşte, Klasik Türk Müziği'nin bazı çok önemli eserlerinden birkaç örnek:'Ay yüzlü sevgilimizin sakalları çıkmaya başlayınca, halimizi anlatan kitaba sevda bahsi yazıldı' (Küçük Mehmed Ağa'nın Evcárá makamındaki bestesi: 'Gelince hatt-ı mu-anber o meh-cemálimize').'O güzel Hristiyan genci, beline takması gereken 'zünnar' denilen kemerini gerdanına takıp bir yortu günü geldi, gönlümün kilisesini yıktı' (Tanburi Ali Efendi'nin Hüzzam şarkısı: 'Tersá güzeli gerdana zünnárını taktı').'Sevgilinin saçlarından yanağına ter damlaması, gülümseyen bir gül yaprağına şebnemin düşüşü gibidir. Saçının altındaki sakallarını görenler, bahar bulutunun gül bahçesi üzerine saldığı gölge zannediyorlar' (Cerrahpaşa Müezzini Halil Efendi'nin Hicaz makamındaki bestesi: 'Düşse zülfünden arak ruhsár-ı cánán üstüne').Türkçe’nin en serbest cinsellik kitabını bir din bilgini yazdıTÜRK Edebiyatı'nda cinselliği ve eşcinsel ilişkiyi en serbest ama en komik şekilde anlatan ilk eser, bundan beş asır önce yazıldı: 'Dáfiu'l-Gumum ve Ráfiu'l-Humum', yani 'Gamları Defeden ve Kaygıları Kaldıran Kitap'. Eser, 'Gazáli' yahut 'Deli Birader' diye bilinen Durmuş oğlu Mehmed'e aitti.Bursa'da 1466'da doğan Gazáli medresede okudu, zamanının büyük din bilginlerinden dersler aldı ve Bursa'daki Bayezidpaşa Medresesi'nde hocalık yaptı. Sonra sıkıldı, Sultan Bayezid'in oğlu Korkud'un maiyetine girdi.Yavuz Sultan Selim'in tahta geçip kardeşi Korkud'u idam ettirmesinden sonra Bursa yakınlarındaki Geyiklibaba Türbesi'nde şeyhlik etmeye başladı. Ama yine sıkıldı, Sivrihisar'a oradan da Akşehir'e ve Amasya'ya geçip yeniden medrese hocası oldu. Sivrihisar'dan niçin ayrıldığını soranlara 'Yer sivri olduğu için bir türlü huzur bulamadım' diyordu.Derken İstanbul'a gelip
Beşiktaş'ta bir hamam açtı ama hamamda delikanlılarla yaptığı álemler İstanbul'un diline düştü. Dedikodular zamanla öylesine arttı ki halk gidip hamamı Gazáli'nin başına yıktı.İstanbul'da barınamayacağını anlayan şair, bu defa çok daha uzak bir yere, Mekke'ye yerleşti. Bir gün bir sohbet sırasında dostlarına 'Ben artık bu dünyadan gidiyorum' dedi ve birkaç dakika sonra ölüverdi. Yıl, 1535 idi. Çıkardığı bütün rezaletlere rağmen aslında bir din bilgini olduğu için cenaze namazı Kábe'de kılındı ve Kábe'nin yakınındaki bir mezarlığa defnedildi.Gazáli'nin, Şehzade Korkud'a ithaf ettiği 'Gamları Defeden ve Kaygıları Kaldıran Kitap' yedi fasıldı ve nikáhlı kadınların faziletinden cinsel ilişkinin faydalarına, kadın ve erkek düşkünlerinin mukayesesinden servi boylu delikanlıların hoşluğuna, gümüş tenli genç kızlardan alınan zevklere, ruyada yaşanan bazı hallere ve hatta sabuna kadar, cinsellik konusunda aklına ne geldiyse yazmıştı.Deli Birader'in buraya tek bir satırını bile nakletmeme bugünün anlayışından tutun, kanunlara kadar birçok engel var. Başka bir ifade ile söyleyeyim: Tam beş asır önce kaleme alınıp serbestçe okunmuş olan bir kitabı bugün yayınlayamıyoruz!'Gamları Defeden ve Kaygıları Kaldıran Kitap'ın içindekileri merak ediyorsanız ve Osmanlıcanız iyi ise, İstanbul Üniversitesi'nin Bayezid'deki Kütüphanesi'ne kadar uzanın, Türkçe Yazmalar kısmındaki 9659 numaralı eseri isteyin; Deli Birader elinizdedir.Ama önünüzde küçük bir engel var: İstanbul Üniversitesi'nin Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu ile kütüphaneden sorumlu olan hanım profesör üniversitenin elyazmalarını senelerden beri sandıklarda tuttukları için sadece Deli Birader'in eserini değil, hiçbir elyazmasını okumanız mümkün değil... Hatta, en önemli nüshası maalesef yine bu kitaplıkta, TY.5502 numarada bulunan Enderunlu Fazıl'ı bile...İnanmıyorsanız kütüphane işte orada, gidin ve şansınızı deneyin...
button