Murat BARDAKÇI
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 05, 2001 01:30
Bu yazı, senelerden beri köklerini aramakla uğraşan Maltalı bir tarihçinin vardığı ilginç sonucun öyküsüdür.
George Alexander Said-Zammit adındaki tarihçi Fatih Sultan Mehmed'in hayatı ronmanlara ve filimlere konu olan bahtsız şehzadesi Cem Sultan'ın soyundan geldiğini iddia ediyor, iddiasını asırlar öncesinden kalma noter ve arşiv belgeleriyle ispata çalışıyor ve Osmanoğlu ailesinin kendisini ‘‘tanımasını’’ istiyor.
Bu yazı ailesinin köklerini bulmaya çalışan bir kişinin, George Alexander Said-Zammit adındaki Maltalı bir arkeolog tarihçinin vardığı son derece ilginç bir sonucun öyküsüdür.
George Alexander Said-Zammit, Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Cem Sultan'ın yani 13 senelik ıztırab dolu gurbeti romanlara ve filimlere kadar konu olan bahtsız şehzadenin soyundan geldiğini söylüyor. İddiasını doğrulayabilmek için arşivlerde özellikle de 16. yüzyılın noter arşivlerinde o dönemden kalma belgeler arıyor, buldukları arasında bağlantılar kurmaya çalışıyor ve sonra bütün bu çalışmalarını kitap haline getirip kendisinin ve ailesinin Cem Sultan'ın soyundan geldiğini ve 17. göbekten torunu olduğunu ispata uğraşıyor.
Maltalı tarihçi George Alexander Said-Zammit’i bu sonuca götüren olaylar şöyle cereyan etmiş:
Fatih'in álim ve şair oğlu Şehzade Cem, İstanbul tahtına geçen ağabeyi Sultan Bayezid'le giriştiği savaşları kaybetmesinden sonra 13 sene sürecek olan bir gurbete çıktı ve hayatını 1495 Şubat'ında Napoli'de noktaladı.
Cem'in üç oğluyla iki kızı vardı.
Oğullarından Şehzade Abdullah ve kızlarından Ayşe Sultan, küçük yaşta öldüler. Büyük oğlu Oğuz Han babası sürgündeyken İstanbul'daydı ve 1483 Şubat'ında daha dokuz yaşındayken ‘‘nizám-ı álem için’’, yani devletin başına bir iş açmaması maksadıyla amcası Bayezid tarafından boğduruldu. Mısır'da yaşayan kızı Gevher Melike ise 1505'te İstanbul’da öldü.
Cem'in hayatta tek bir oğlu kalmıştı: Şehzade Murad... Babasının sürgünü sırasında Rodos'a gidip yerleşti ve Maria Concetta Doria adında bir İtalyan kadınla evlendi. Daha sonra çok garip bir iş etti, Müslümanlığı bırakıp Hristiyan oldu, vaftiz edildi, ‘‘Pierre’’ adını aldı ve Papa 6. Alexander tarafından ‘‘Prens’’ yapıldı. Dininden ve adından vazgeçmesi Avrupa'yı çok memnun etmiş olacak ki, Napoli Kralı'ndan bir başka asalet unvanı, Roma Senatosu'ndan da ‘‘vatandaşlık’’ aldı. Rodos'ta çoluk-çocuğa karıştı ve Kanuni Süleyman'ın adayı fethetmesine kadar burada ‘‘Prens’’ olarak yaşadı. Ama Rodos'un 1522 kışında Türkler'in eline geçmesinden hemen sonra, 27 Aralık günü boğduruldu. İdamında 48 yaşındaydı.
CEM, NİCOLA OLUVERDİ
İşte, Türk ve Vatikan tarihleri buraya kadar hep aynı bilgileri veriyorlar ama aralarında bundan sonra önemli bir ihtiláf çıkıyor: Türk tarihleri Cem Sultan'ın oğlu Murad'ın ‘‘Cem’’ adındaki çocuğuyla beraber idam edildiğini yazarken Malta, Rodos ve Vatikan arşivleri küçük Cem'in öldürülmediğini, Nicola ismini aldığını, Malta'ya yerleştiğini ve 1536'daki ölümüne kadar burada yaşadığını söylüyorlar.
George Said-Zammit, ailesinin işte bu Prens Pierre'in ve oğlu Nicola'nın soyundan geldiğini, Cem'in çocuklarının aile ismi olarak ‘‘Saytus’’u seçtiklerini, ‘‘Saytus’’un zamanla ‘‘Sait’’, ‘‘Sayd’’ ve nihayet ‘‘Said’’ olduğunu anlatıyor. İşin çok daha ilginç olan tarafı ise şu: Malta arşivlerinde Cem Sultan'ın oralarda ‘‘Nicola Saytus’’ diye bilinen torunu küçük Cem'le ilgili belgeler bulunuyor ve bu belgelerden Nicola Saytus'un 1530'larda hayatta olduğu anlaşılıyor.
Ben, George Alexander Said-Zammit'in çabalarından Osmanoğlu ailesinin New York'ta yaşayan reisi Şehzade Osman Ertuğrul Efendi vasıtasıyla haberdar oldum. Said-Zammit'in ortaya koyduğu belgeler bana son derece ilginç geldi ve Türk tarihinin bu en bahtsız şehzadesinin hüzünlü öyküsünü sizlere de aktarayım dedim.
Böylesine acı bir hayatı Cem’den başkası yaşamadı
Cem Sultan 1459'da doğdu, zamanının en meşhur alimlerinin elinde yetişti, devlet idaresine daha çocuk yaşındayken alıştırıldı, sancak beyliği ve valilik yaptı, meşhur bir şair olarak tanındı ama Türk tarihinin en bahtsız isimlerinden biri oldu.
Babası Fatih Sultan Mehmed 1481 Mayıs'ında öldüğü zaman Cem henüz 22 yaşındaydı ve İstanbul tahtına ağabeyi Bayezid oturdu. Cem başkaldırdı ama ağabeyinin gönderdiği orduların karşısında yenildi. Mısır ve Hicaz taraflarına gitti, sonra yeniden Anadolu'ya geçip ağabeyiyle bir daha savaşa tutuştu, tekrar yenilince memleketini ebediyyen terketti ve tarihin en büyük gurbet hikáyelerinden sayılacak olan bir maceraya atıldı.
İlk durağı, Rodos'tu. Adanın o zamanki hákimi olan şovalyeler Cem'i hem Avrupa'ya, hem ağabeyi Bayezid'e pazarlamaya çalıştılar, iki taraftan da binlerce altın kopardılar ama bir Türk baskını endişesiyle şehzadeyi Fransa'ya geçirdiler. Şovalyelerin reisi d'Aubusson, yüklü bir para ve ‘‘kardinal’’ unvanı karşılığında Cem'i Roma'ya götürdü ve Papa İnnocent'e sattı.
KAÇTI AMA İHANET ETMEDİ
Papa'nın hayali Cem'i yeni bir Haçlı seferinde kullanmaktı ama şehzade memleketine karşı olan bütün teklifleri reddetti. Bayezid, tahtının rakibi Cem'i kendisine iade etmesi yahut öldürmesi için Vatikan'a hazineler teklif ediyor, Papa ise altın akıtan bu musluğu açık tutabilmek için Cem'i bir kaleden ötekine naklediyordu.
Derken İnnocent öldü, yerini o zamanların İtalya'sının en kanlı ailelerinden birinden, Borjiyalardan gelen Roderica aldı ve 6. Alexandre ismiyle papalık tahtına oturdu. Cem, Alexandre zamanında da pazarlandı ve Bayezid'den her sene gene keseler dolusu altın alındı. Fransa Kralı 8. Charles, Cem'i kullanarak Kudüs'e bir Haçlı Seferi planladı, Roma'ya girdi ve Papa krala Cem'i teslime mecbur oldu. Şehzadeyi verdi ama bahtsız Cem birkaç gün sonra, 1495'in 25 Şubat'ında acılar içinde can verdi. Vatikan haraç kaynağı yaptığı şehzadeyi başkalarına yár etmemiş, Kral'a teslim etmeden hemen önce zehirlemişti...
Cem'i tam 13 yıl boyunca İstanbul'a karşı koz olarak kullanan Avrupa şehzadenin ölüsünden bile keselerle altın kazandı. Fransa'da şehir şehir gezen cenaze Bursa'ya getirilip defnedildiğinde Cem'in ölümünün üzerinden iki sene geçmiş ve Bayezid'e bir servete malolmuştu.
Hanedanın cevabı: Siz Osmanlı değil, Papalık prensisiniz
Cem Sultan'ın soyundan geldiğini söyleyen George Said-Zammit, bundan iki ay önce Osmanoğlu ailesinin yani Osmanlı Hanedanı'nın New York'ta yaşayan reisi Şehzade Osman Ertuğrul Efendi'ye bir mektup yazdı ve aile tarafından ‘‘tanınma’’ istedi. Said-Zammit, mektubuna arşivlerden topladığı Cem Sultan'ın nesliyle ilgili belgeleri de iláve etmişti.
Hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi, Said-Zammit'in mektubuna şık bir cevap verdi. İddianın doğru olabileceğini ancak tarihçilerin yapacağı geniş bir araştırmaya ihtiyaç bulunduğunu söyledi. Said-Zammit ailesinin Osmanoğlu ailesi tarafından ‘‘tanınması’’ konusunda ise titiz davrandı ve ‘‘Sizi bir 'Osmanlı Şehzadesi' olarak kabul edemem. Zira, büyük dedeleriniz Papa Altıncı Alexander'in verdiği 'Prens' unvanını kabul ettiklerine ve bu unvanı birkaç nesil boyunca kullandıklarına göre artık 'Osmanlı' değil, 'Papalık Prensi' sayılırsınız’’ dedi.
Hafta içinde çekilen yukarıdaki fotoğrafta, Osmanlı ailesinin yaz tatili için şimdi Türkiye'de bulunan reisi Şehzade Osman Ertuğrul Efendi'yi eşi Prenses Zeynep Osman ve Topkapı Sarayı'nın müdiresi Dr. Filiz Çağman ile beraber sarayın baştan aşağı yenilenen Hazine Dairesi'nde görüyorsunuz. Arkadaki büyük camekánın içinde ise, Osmanlı hükümdarlarına ait altın taht bulunuyor. Türkiye'de cumhuriyet kurulmayıp da Osmanlı idaresi devam etseydi, Şehzade Osman Ertuğrul Efendi şimdi ‘‘Dördüncü Osman’’ unvanıyla işte bu tahta oturacaktı.
Yerel tarihçiliğin en büyük üstadı öldü
Türk tarihçiliği, geçen ay çok önemli bir hocasını kaybetti: Prof. Dr. Nejat Göyünç'ü... İstanbulluydu, 76 yaşındaydı, çok düzgün bir insandı, Türkiye'de ideolojilerin çarpıştığı senelerde hiçbir akımın esiri olmayıp sadece ilimle uğraşmıştı. Bu yüzden láyık olmadığı muamelelere uğramış ve hayli çekmiş ama ilimleri kendilerinden menkul olup tantanalı unvanları sadece káğıt üzerinde várolan ve ona karşı en akıl almaz işleri edenler bile, neticede hocalığı ve ilmi karşısında başeğmek zorunda kalmışlardı.
Tarih alanındaki birçok ilki, Nejat Bey başlatmıştı. Bir ‘‘Osmanlı Araştırmaları Dergisi’’ni ilk defa o çıkartmış ve yayına her türlü zorluğa rağmen seneler boyu inadla devam etmişti. Bugün çoğu isim sahibi birer profesör olan çok sayıda öğrencisine tarihin belgesiz yazılamayacağını ve işin yolunun arşivden geçtiğini öğreten Nejat Bey'di. Ama öncülüğünü yaptığı en önemli iş, Türkiye'ye ‘‘bölge tarihçiliği’’ni öğretmesiydi. Son derece saygın bir profesör olarak noktaladığı hocalık kariyerine liselerde tarih öğretmenliğiyle başlamış, 1951'de Mardin Lisesi'ndeki hocalığı sırasında Mardin'in tarihine duyduğu merakla ‘‘16. Yüzyılda Mardin Sancağı’’ isimli eserini kaleme almış ve Türkiye öteki bölge tarihlerine işte bu eserin tarihçilere verdiği ilham sayesinde sahip olmuştu.
Eskiler, ‘‘álimin ölümü álemin ölümüdür’’ derler. Prof. Nejat Göyünç'le beraber, tarih ilminin yaratılması artık imkánsız olan bir álemi göçüp gitti.