Güncelleme Tarihi:
Şark ekolü ile caz yapan ilk udi olarak tanınan Lübnanlı Abou-Khalil, ülkesindeki savaştan kaçarak Batı'ya sığınmasına karşın Arap müziğinden kopmamış. Özgün Arap müziğinin Batı müziğine ne denli uyarlanabileceğini kanıtlayan sanatçı, Türkiye'den Tarkan, Sezen Aksu ve Kayahan'la işbirliği yapmak istediğini anlatıyor.
Son olarak Venedik Film Festivali'ne katılan, Antalya'da ‘‘En İyi Film’’ seçilen gurbetçi yönetmen Yılmaz Arslan'ın ‘‘Yara’’ filminin müziğini besteleyen Lübnan asıllı Rabih Abou-Khalil şark ekolü ile caz yapan ilk udi olarak tanınıyor.
Lübnan'daki kozmopolit akım içerisinde savaşı yaşayarak büyüyen Abou-Khalil daha sonra ülkesinden kaçarak Batı'ya sığınmasına karşın, Arap müziğinden kopmamış.
Bestelerindeki şark tarzını Amerikan siyahi caz uzantılarına taşıyabilen Lübnanlı müzisyen, katıldığı caz festivallerinde özgün Arap müziğinin ne denli Batı müziğine uygulanabileceğini kanıtlayabilmekte.
Ülkemize 1996 yılında İstanbul Caz Festivali'ne katılmak için gelen ünlü Lübnanlı udi, büyük ilgi görmüş ve arajman kokulu müziği ile dikkat çekmişti.
Almanya'da ‘‘Yara’’nın yönetmeni Yılmaz Arslan ile tanışan Abou-Khalil kendisine yapılan film müziği önerisini kabul ettikten sonra, sıkı bir Türk müziği araştırmasına girmiş ve kendi besteleriyle de film müziğini tamamlamış.
Türkiye'deki araştırmaları sırasında Tarkan, Sezen Aksu dışında Klasik Türk Müziği bestecilerinin eserlerinden ilham alan Lübnanlı Abou-Khalil önümüzdeki yıl yine caz ağırlıklı bir turneye çıkacak.
Türk müziğinin hayranı olduğunu ve zaman zaman alıntılar yaptığını itiraf eden Abou-Khalil klasik caza şark ritmi vermenin gizemlerini anlatmak değil, hissetmek gerektiğini savunarak belli başlı Arap çalgılarının caza beklenenden daha iyi ayak uydurduğunu öne sürmekte.
Gelecekte Sezen Aksu, Tarkan, Kayahan gibi Türk pop müziğinin gözdeleri ile ikili çalışmalar yapmak istediğine değinen Abou Khalil kendisini her türlü yeni değişikliğe hazır bir müzisyen olarak görmekte.
Yönetmen Yılmaz Arslan'ın yeni filminin müziğini yapmayı üstlenen Lübnanlı ünlü udi, ülkesinde can güvenliği sağlandığı zaman Beyrut'a dönmek istediğini de belirtiyor.
200 CD ile 250 saatlik piyano maratonu
Herşey piyanoda başlar. Ve orada biter. İnsana en uzak gibi görünen bu çalgı, aslında insana en yakın duranıdır. Tüm kabalığına, hantallığına, mekanik yapısına rağmen.
Yüzyılımız -ve binyılımız- biterken, bir büyük tören de piyano için. 2000'e 14 ay kala, Philips büyük bir projenin ilk ürünlerini yayınlamaya başladı bile. Tam 200 CD'den oluşacak "rekor" derlemede kişiliğiyle, tarzıyla, dokunuşuyla, felsefesiyle, ayrıksılığı, ideolojisi, yenilikçiliği ve tutuculuğuyla bu yüzyıla damgasını vurmuş belli-başlı tüm piyanistlerin en önemli yorumları yer alacak.
Philips'in yöneticilerinden Tom Deacon, projenin fikir babası. Ama, fikrin esin kaynağı, Alman klasik müzik yapımcıları. Onlar her yıl sonu 20-25 CD'lik derlemeler yayınlar ve bu geleneği sürdürürler.
Deacon bu fikirden yola çıkıp, Mozart'ın 200. ölüm yıldönümüne rastlayan 1991 yılında, bestecinin külliyatını tam 180 CD'lik bir paket halinde 12 ayda yayımlamıştı. Bu o zaman için bir rekor, altından kalkılması son derece güç bir projeydi.
Rekor şimdi kırılıyor. Üstelik projedeki güçlüğü ortadan kaldıran, benzersiz bir işbirliği ile. Mozart, tümüyle Philips'e ait bir külliyattı. Bu kez, Philips önderliğinde, ticari kaygılar geriye atılarak, sanatçının isminin ve yaratısının yüceltilmesini öngören işbirliği, tüm büyük klasik markaları biraraya getiriyor: EMI, Deutsche Grammofon, Decca, Sony, BMG, Teldec, Vanguard ve diğerleri.
YÜZYILIN 74 ÖNEMLİ PİYANİSTİ
Amaç, sadece klasik müziğin fanatiklerini tatmin etmeye çalışmak değil: Klasik müziği seven, piyanoya ilgi duyan herkesi mutlu kılabilmek, Deacon'a göre. Elbette, stüdyoda veya sahnede kaydedilmiş ne varsa, seçilmiş ustaların en güçlü, en derin, en kalıcı, en "kişisel" yorumları seçilmeye çalışılmış.
Kolay mı yüzyılın en "önemli" 74 piyanistini seçebilmek? Şirketlerin temsilcilerinden oluşan komitenin 1995'te belirlediği "ön listeden" en güzel yorumların ayıklanması, dinlenmesi ve seçilmesi için Deacon 1997'nin ilk altı ayında tümüyle inzivaya çekilmiş.
Seçimde türlü kıstaslar rol oynamış: Belirli yorumcuların belirli bestecilerle ilişkileri bilinen birşey: Rubinstein ve Chopin; Schnabel ve Beethoven; Horowitz ve Scarlatti; Gould ve Bach; Gieseking ve Debussy... Kimi yorumcular "canlı" yorumlarıyla isim yapmışlardı: Bolet, Hofmann... Ve kimileri, belirli yapıtların efsanevi yorumlarıyla iz bıraktılar: Benedetti Michelangeli, Rachmaninov'un Dördüncü Konçertosuyla; Richter, Prokofiev'in Savaş Sonatlarıyla; Pollini, Stravinski'nin Petruşka'sıyla, Kovaçeviç, Beethoven sonatlarıyla; Haskill, Mozart konçertolarıyla; Lipatti, Schumann'ın piyano konçertosuyla, Arrau, Lizst yorumlarıyla...
Dizi, tümüne her yönüyle adil davranmaya çalışıyor. Önemli bir özelliği, klasik fanatikleri için: 250 saatten fazla piyano müziğinin neredeyse üçte biri, şimdiye kadar yayımlanmamış kayıtlardan oluşmakta. Dolayısıyla, kolleksiyon değeri de yüksek.
Yüzyılın parmakları saymakla bitmez, tabii ki. 74 kişinin dışında da onlar kadar önemli yorumcular olabilir, ama biz bu dizidekilerden bazılarını analım: Arjantin'in yetiştirdiği büyük virtüöz Martha Argerich (Bach, Lizst, Ravel); eski ekolün mükemmeliyetçi temsilcisi, Alman Wilhelm Backhaus (Brahms, Schubert, Haydn); cıvıl cıvıl zekasıyla tuşlara pırıl pırıl telaffuzu taşıyan Avusturyalı Alfred Brendel (Mozart, Beethoven, Schubert); ayrıntıların Ukraynalı hükümdarı Emil Gilels (Bach, Debussy, Mozart); tutkuyu anlara aşılayan Amerikalı Julius Katchen (Chopin, Lizst); yüzyılın rehberlerinden Alman Wilhelm Kempff (Brahms, Schumann); çağın Zeus'u, Rus Sergei Rachmaninov (Bach, Chopin ve kendisi); büyük teknisyen, Ukraynalı Svatoslav Richter (Schubert, Prokofiev). Ayrıca, eskiler ve yeniler: Pletnev, Gulda, Yudina, Lupu, Paderewski, Wild, Ginsburg, Kapell, Schiff, Barenboim, Uchida, Kissin, Larrocha, Moravec, Pires, Tureck...
Yüzyılımız biraz da tuşlarda saklı. Onlar bize tükenmeyen ses bileşkeleriyle öykümüzü anlatıp durdular. Ben, kendi adıma, vazgeçilmez üç "idolümün" muhteşem dehalarıyla bu dizi sayesinde yeniden buluştuğum için çok mutluyum: Gencecik yaşta Mozart ve Schubert gibi ölen Dinu Lipatti, dünyaya kapandıkça mucizeleşen Arturo Benedetti Michelangeli ve -bu dizide hakettiği ölçüde yer almadığını düşündüğüm- bu yüzyılda eşine benzerine rastlanmayan, tanrısal Glenn Gould.
Bu dizi herhalde gelip sizi bulacak. Yüzyıla birlikte veda etmek için.