Güncelleme Tarihi:
İsmail Türkmen
Daha önce Amelie’nin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet ile birlikte Şarküteri (Delicatessen, 1991) ve Kayıp Çocuklar Şehri (La Cité des Enfants Perdus, 1995) gibi fantastik ve harika filmlere imza atan Caro, bu kez yönetmen koltuğunda sadece kendisinin olduğu, korku ögeleriyle öne çıkan ama yine aynı şekilde çılgın bir yapımla sinemalara döndü. Fransa ve Belçika dışında henüz gösterime girmeyen Dante 01’i Türk sinemaseverler 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali çerçevesinde izleme olanağı buldu.
12 Nisan Cumartesi günü Emek Sineması’nda gerçekleştirilen gösterim öncesinde seyircilere kısa bir konuşma yapan Caro’nun, “Dante 01, deliler hakkında deliler tarafından yapılmış bir film. Umarım fazla delice bulmazsınız” uyarı/temennisinde bulunduğunu belirtmek istiyorum. Sinema çıkışında ise 20 yaşlarındaki bir gencin arkadaşına şunu söylediğini duydum: “Artık bu film beni bir sene götürür.”
Filme geçmeden Dante’nin cehennemiyle ilgili kısa bir hafıza tazelemesi yapmak istiyorum. Daha çok ilk adıyla tanıdığımız Dante Alighieri’nin (1265-1321) İlahi Komedya adlı epik şiiri dünya edebiyatının en önemli başyapıtlarından biri kabul edilmektedir. Yazıldığı tarihten itibaren de özellikle Batı sanatına esin veren eserlerin başında gelmektedir. Yaklaşık 15 senelik bir sürede yazdığı ve 15 bine yakın dizenin bulunduğu eserinde Dante cehennemi, arafı ve cenneti detaylarıyla anlatır. Öteki dünyaya yaptığı bu uzun yolculuğun cehennem ve araf bölümünde Dante’ye Eski Romalı şair Virgil eşlik eder. Fakat cennete sıra gelince pagan olduğu için Virgil oraya giremez. Dolayısıyla yolculuğun bu kısmında Dante’ye ilk görüşte vurulduğu ama asla kavuşamadığı büyük aşkı Beatrice Portinari (1266-1290) mihmandarlık eder.
Dante o zamanlar Kudüs’ün altında bir yerlerde olduğuna inanılan cehennemi 9 katmana ayırır ve her katmanda rastladığı ünlüleri de bir bir anlatır. Örneğin en hafif cezaların olduğu ilk katmanda İbni Sina, Homeros, Sokrates ve Eflatun gibi İsa’ya inanmayan ama günahkar da olmayan insanlar vardır. Büyük İskender, Odysseus ve Sezar’a ihanet eden Brutus ise cehennemin farklı katmanlarında Dante’nin karşısına çıkan tarihsel kahramanlardan bazılarıdır.
ASIL CEHENNEM KAPATILMADIR
“Evvel zaman içinde uzayın derinliklerinde Dante 01 adlı bir cehennemin etrafında dönmekte olan yüksek güvenlikli uzay gemisi hapishanesi ve psikiyatrik araştırma merkezi”nde 7 mahkum, 3 idari görevli ve 2 de doktor vardır. Galiba özellikle mahkumları tanımamız gerekiyor: Buda, eski çağlarda Ortadoğu’da çocukların kurban edildiği ateş tanrısı Molek, Roma diktatörü Sezar, şehvet delisi Rus keşiş Rasputin, Tanrı’nın Kırbacı olarak da bilinen Hun İmparatoru Attila, İsa’nın dirilttiği adam Lazarus ve nihayet Hıristiyan aleminin en önemli azizlerinden Kapadokyalı Aziz George. Uzayda bir yerlerde gezinen bu hapishaneden kurtulmak pek mümkün olmadığı için mahkumlar bulundukları kasvetli ortamla, doktorlar ve yöneticilerle, birbirleriyle ve nihayet kendi kendileriyle mücadele ederler.
Dante 01, insan korkularını ve cehennem algısını, adını boşa çıkarmayan bir başarıyla betimliyor. Bir buçuk saatlik filmde boğulmaktan düşme korkusuna, klostrofobiden açık alan korkusuna kadar bir dolu korkuyla yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Özellikle de kapatılma korkusu olanların hele de sinemada bu filmi izlerken şekilden şekle gireceklerini sanıyorum. Çünkü bu, filmin en başat temalarından biri. Bu o kadar böyle ki filmin hemen başlarında benim aklıma ünlü Fransız düşünür Michel Foucault'nun “hapishane ve iktidar” üzerine söyledikleri geldi.
Yirminci yüzyılın en etkin entelektüellerinden biri olan Foucault'ya göre 1600'lerin ortalarına kadar Avrupa'da hapishane diye bir kurum yoktu. Sonra 1656 yılında Paris'te Hopital général (Genel Hastane) açılmış ve birkaç ay gibi kısa bir süre içinde altı bin kişi, yani Paris nüfusunun yüzde 2'si buraya kapatılmıştır. Adına bakarak buraya sadece hastaların alındığını düşünmeyin. Deliler, hastalar, suçlular, fakirler, eşcinseller, kısacası iktidarın ve düzenin gözüne batan herkes hiçbir ayrım gözetilmeden “tıkılmışlardır” buraya. Foucault, bugün artık işlevlerini yitirmesine, hatta “suçlu girenin suça eğilimli olmayı öğrendiği” yerler haline gelmesine rağmen iktidarların hapishanelerde ısrar etmesini şuna bağlar: Amaç, insanların “disiplin”i içselleştirmelerini ve kendilerini sınırlayarak istenilen çizgide davranmalarını sağlamaktır.
Eğer böyleyse iktidarların en azından bana karşı fazlasıyla başarılı olduklarını söyleyebilirim. Çok şükür “suça eğilimli” bir insan değilim ama birkaç sene önce hayatımda ilk defa gittiğim bir tutuklu ziyaretinden çıktığımda, beni hapishanelerin kapısına götürme ihtimali olan her türlü fantezime bile tövbe ettiğimi hatırlıyorum. Çünkü benim için yaşamak ya da en azından insan olarak yaşamak, serbest olmaktır. Ve kapatılmak cehennemin ta kendisidir.
HER ŞEYİN GÜNAH KEÇİSİ: SİNEMA
Dante 01 üzerine yazılan bir yazıda Aziz George için bir şeyler söylemenin şart olduğunu zannediyorum. Yanılmıyorsam filmin başında bir dış sesten şu mealde bir cümle duyarız: “Efsanelerin bize anlatmak istediği ejderhaların var olduğu değil, insanlar olarak bizim onları yenebildiğimizdir.” Nitekim Dante 01 de bugünün ve geleceğin ejderhalarına karşı verilen bir savaşın öyküsü (bu arada ejderha deyince nedense aklıma filmde bir doktorun ötekini eleştirirken söylediği şu söz geldi: “Bilimsel ilerlemeyi değil de lanet olası mahkumların haklarını gözetiyor.”) Aziz George ise söylencelerde ejderhayı öldürmesiyle ün salmış, birçok ülkenin ve birçok mesleğin koruyucu azizi. Ve onun için yazılmış ilahilerden birinde şöyle tanımlanıyor: “Esirlerin kurtarıcısı, yoksulların koruyucusu, hastaların doktoru ve kralların şahı...”
Son olarak benim gördüğüm haliyle filmin başına değinmek istiyorum. Emek'teki gösterim, biraz sinemanın ilk dönemlerindeki sessiz filmleri biraz da Turist Ömer Uzay Yolunda'yı anımsatan uzunca bir girizgahın ardından başladı. Yaklaşık yirmi dakikalık bu sessiz bölümün Marc Caro'nun ünlü kısa filmlerinden biri mi yoksa Dante 01'e dahil mi olduğu belirtilmedi (belirtilmiş ama ben kaçırmış da olabilirim). İşte bu bölümde şöyle bir espri vardı. Tuhaf işlerin döndüğü bir dünyada “sistem çöküp de iletişim koptuğu” zaman ekrana şu ibare geldi: “Sanat 7: Günah Keçisi.”