Güncelleme Tarihi:
Hakisinin tıpkısı
Dünya metropollerinde insan, baş döndürücü bir hız fırtınasının içinde yaşar. Hep bir şeye yetişmek, onu kaçırmamak zorundadır. Hareketli olmak ve koşuşturmak kaçınılmazdır, onun için. Böylesi bir ortamda, heykel gibi hareketsiz duran bir adamın görüntüsü, tüm büyüyü bozar. Tıpkı Paris'teki bu heykel adam gibi. Atlas Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek'in objektifine takılan beyaz adamın mimikleri, sokaktaki hareketliliği bir anda bozuveriyor...Ve beyaz heykel, unutulmuş bir özlem gibi dakikalarca izleniyor. Yolun kenarından gelip geçenler, adeta transa geçip heykelin önünde birikiyor. Ve o güne dair yapılması gereken işler birkaç dakikalığına bile olsa rafa kaldırılıyor...
Sokak sanatında sınırlar genişledi. Sokak müzisyenlerinin, resamlarının, pandomimcilerinin yanı sıra yeni bir sokak sanatı göze çarpıyor dünyada: Canlı heykeller. Büyük dünya kentlerinin turistik caddeleri canlı heykellerle dolup taşıyor. Bir köşe başında Romalı gladyatöre, bir başka köşede ise Elvis'e rastlayabiliyorsunuz. Heykellerin canlı olduğunu ise çaktırmadan size attığı bir bakıştan ya da göz kırpışından anlıyorsunuz.
BEYOĞLU'NUN PALA BABASI
Başında fötür şapkası, elinde tespihi, tiril tiril takım elbisesiyle İstanbul'un en gözde yeri İstiklal Caddesi'nde, bir köşeyi mekan tutmuş hiç kımıldamadan bekliyor. Bu onun için bir nevi protesto: ‘‘Türk kadını uyanıncaya kadar böyle durmaya devam edeceğim’’diyor.
KOD ADI: SABİT DURAN
Avrupa'da sokak sanatı icra edenlere hiç benzemiyor. Ne heykel makyajı var ne de sanat amacı. Gündüzleri bir süpermarkette, akşamları ise Beyoğlu'nda çalışıyor. O ikinci işini daha çok seviyor. Çalıştığı butiğe müşteri çekmek için saatlerce bir iskemleninin üzerinde donakalıyor. Asıl adı Ercan Yeşil ama onu herkes ‘‘Sabit Duran’’ diye tanıyor. (Fotoğraf Çetin Korkmaz)
BİZE SANATÇI DENİLSİN
Bir memur gibi işlerini ciddiye alıp sabahın 9.00'unda meydanın en güzel yerini mekan tutuyorlar. Mesai ise akşam 18.00'e kadar sürüyor. Amsterdam'daki canlı heykeller çok prensipli. Sadece öğle arası yemek molası veriyor. Sonra da kımıldamadan saatlerce duruyor. Onlar kendilerine sanatçı denmesini istiyor. (Fotoğraf: Enç İltan)
ARKADAŞINI HAZIRLIYOR
Bu mesleği iki kişi olarak icra ediyorlar. Birisi arkadaşını giydiriyor ve ‘‘meydan sahnesine’’ hazırlıyor. Ne yağmur, ne de kızgın güneş umurlarında. Onlar hergün girdikleri farklı kılıklarla sokakları güzelleştiren heykeller. Üstelik dokunduğunuz anda sıcaklıklarını hissedebiliyorsunuz.
Beyoğlu'nun Pala babası
Kimileri için bir deli o. Kimisi içinse vatansever bir Türk şairi. 1988 yılına kadar şiirleri aşk üzerineymiş. Derken tarz değiştirip politikaya yönelmiş. Beyoğlu, onu Pala Şair olarak tanıyor. Sokak çocuklarının diline Pala Baba olarak düşmüş. Belki beş parasız ama birçoğumuzdan daha sosyal. Pera Palas'ta düzenlenen şiir günlerine katılıyor, halkın şikayetlerini dinliyor, kadınların dertlerine kulak kabartıp onlar için rumuzlu dizeler döktürüyor.
Adı Mustafa Yağcı. İstiklal Caddesi'ni mekan tutmuş, sabahtan akşama kadar gözlerini bir noktaya dikip bekliyor. Nereye kadar? Diye soruyoruz.
‘‘Türk kadını uyanıncaya kadar...’’diyor. Bu beklemeyi, siyasi teknik üzerine uyarlanmış kültürel bir oyun, diye tarif ediyor.
‘‘Pala bıyığım, Türkiye rozetim, kravat iğnem, fötr şapkam bu oyunun bir parçası. Sadece bayramlarda değil, ben hergün böyle giyinirim.’’
Kendisini vatansever, Cumhuriyet aşığı, ne sağcı ne solcu, akıllı bir siyasetçi olarak tanıtıyor: ‘‘Atatürk'ten sonra en büyük siyasetçi benim. İnsanlara cevap verişimden, her yanlışı söyleyebilmemden, medyanın karşısında durabilmemden bunu anlayabilirsiniz.’’
Peki Türkiye'deki en büyük eksiklik nedir? Diye soruyoruz. ‘‘Kültür eksikliği tabii ki. Öğretmenlerin eğitilmemesinden kaynaklanıyor. Benim gibi bir lider gerek, bu ülkeye.’’
AŞIK OLURSAM KESERİM
Pala Şair'in hedefi TBMM'nin kapısından içeri girebilmek. ‘‘İstanbul Beyoğlu'ndan milletvekili seçilmek istiyorum. Bu yüzden 40 yaşından önce ilkokul diploması aldım, sonra hırs bastı, ortaokulu dışardan bitirdim.’’ İkinci hedefi ise bir şairler toplantı salonu açıp, işletmek. ‘‘Bu salonda ressamlar da sergi açabilecek, şairler de özgürce şiirlerini okuyabilecek. Dertleri, sorunları olanlar buraya gelip şikayetlerini anlatabilecek.’’
Neden böyle giyiniyor?‘‘Fötr şapkam, pala bıyığım, tespihim olmadan kimse beni dinlemiyordu. Kendimi medyaya anlatmak için böyle giyinmeye başladım. Bıyığım ne kadar uzunsa o kadar dinliyorlar beni. Öyle ki bundan sekiz yıl önce, Beyoğlu'da sular akmıyor, diye su protestosuna girmiştim, etrafıma bin beş yüz emniyet gücünü topladım. Onun üzerine gazeteler beni manşetten verdi ve sular geri geldi. Bugün beni kabul etseler her gazetede yazı yazabilir, halkı ve özellikle Türk kadınını aydınlatabilirim.’’
Bıyıklarını ancak hayatının kadını isterse kestirebileceğini söylüyor Pala şair. Hayatının kadınını bulana kadarsa bıyıklarını uzatmaya niyetli. Belki bir gün ona İstiklal Caddesi'nde rastlayabilirsiniz. Çaktırmadan bakıp işte bir deli diye geçirebilirsiniz içinizden. Oysa Pala Şair çoğumuzdan çok daha duyarlı, çok daha iyi niyetli, çok daha akıllı bir deli. Onunla birkaç saniye konuşun anlayacaksınız...