Güncelleme Tarihi:
Çanakkale Zaferi’nin 104. yılı olan bugün, söyleşiye Mustafa Kemal Paşa’nın rolüyle başlamak istiyorum.
Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebeleri’nde dört kez Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u, padişahı ve payitahtı kurtarmıştır. Birinci kurtarışı; 25 Nisan 1915’te Arıburnu’na çıkan düşmana 57 ve 27’inci Alaylarla yaptığı saldırıdır. Bu saldırıda, savaş tarihine geçen şu emri verir: “Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum.” İkinci kurtarışı; Anafartalar Grup komutanı olarak, saldırı yapan İngiliz Kolordusu ile İngiliz General General Birdwood’un komuta ettiği ANZAC Kolordusu’na, 9 Ağustos 1915’te yaptığı taarruzdur. Üçüncü kurtarışı; 10 Ağustos 1915 günüdür. Conkbayırı’na kadar ilerlemiş düşmana yaptığı süngü hücumudur. Ünlü Conkbayırı süngü hücumuyla İstanbul’u üçüncü kez kurtarır. Burada biraz duralım. 10 Ağustos 1915’te sabah saat 4.30’da başlattığı hücum, aynı zamanda Truva’nın intikamını alır. 34 yaşında, savaş tarihini kıskandıracak bir hücum…
İntikam mı? 3 bin yıl önceki savaşın 1915’le ne ilgisi olabilir?
Anlatayım. Truva Savaşı’nda Batı’dan gelip saldıran Akalılar vardı; Çanakkale’de yine batıdan ve denizden gelen İngiliz ve Fransızlar var. Truva’da Aka kuvvetlerinin komutanı Agamemnon vardı; Çanakkale’de Akdeniz Kuvvetleri Komutanı İngiliz General Hamilton var. Truva’da Aka ordusunun komutanı Agamemnon’du; Çanakkale’de İngiliz donanmasının savaş gemilerinden birinin adı yine Agamemnon. Atatürk İlyada Destanı’nı okumuştu. Truva’dan 3 bin yıl sonra, 1915’te Çanakkale’ye saldıran İtilaf kuvvetlerini Mustafa Kemal durdurdu. Büyük Taarruz’da Yunan ordusunu Dumlupınar’da mağlup eden Mustafa Kemal Paşa, “Truva’nın öcünü aldık” demişti. Fakat savaş tarihi açısından bakıldığında, Mustafa Kemal Truva’nın intikamını Çanakkale’de ve Conkbayırı muharebesiyle alır.
Dördüncü kurtarışı hangisi?
21 Ağustos 1915’te, İkinci Anafartalar Muharebesi’nde düşmana yaptığı taarruzdur. Böylece işgal kuvvetlerinin İstanbul hayali son bulur. Çanakkale Muharebeleri, ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın dört yıl sonra başlatacağı Milli Mücadele’nin ve İstiklal Savaşı’nın çekirdek kadrosunu oluşturmasını sağlar. Ve Çanakkale, Mustafa Kemal’in tarih sahnesine ve Türk ulusunun huzuruna çıkış meydanıdır. Mustafa Kemal’in doğum yeri Çanakkale’de Kemalyeri’dir. Kemalyeri, Mustafa Kemal’in muharebenin başındaki gözetleme yerine verilen isimdir. İtilaf Kuvvetleri Başkomutanı İngiliz Orgeneral Hamilton, 10 Ağustos 1915’te, anılarına şöyle yazar: “Conkbayırı’nda Türkler, çok iyi bir komutana sahipler. Çok iyi komuta edilen ve yiğitçe dövüşen Türk ordusuna karşı savaşıyoruz.” İngiliz Orgeneral Mustafa Kemal’e hakkını verir. Savaş tarihi yazarı İngiliz yazar Alan Moorehead, Gelibolu adlı kitabında, “O genç ve dahi Mustafa Kemal’in o sırada orada bulunması, müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerinden biri olmuştur.” Mustafa Kemal’e asıl hakkını düşman olarak karşısında savaşan ANZAC Kolordu Komutanı General Birdwood verir. Birdwood, Çanakkale savaşı sonrası İngiltere’de Mareşalliğe kadar yükseltilir. 21 Kasım 1938’de, Atatürk’ün Ankara’daki cenaze törenine ayağı şiş olduğu halde üniformasıyla katılır ve saygı duruşunda bulunur.
Balkan yenilgisinin ardından nasıl oldu da Türk ordusu bir destan yazabildi?
Mustafa Kemal, Çanakkale’de verdiği emirlerin hemen tümünde, “İçimizde, Balkan Savaşı utancının tekrarını görmektense, burada ölmeyi istemeyenlerin bulunacağını asla kabul etmem” şeklinde ifadeler kullanır. Hatta Balkan Felaketi’ne neden olabilecek askerlerin kurşuna dizilmeleri emrini de verir. O genç subay kadrosu, Balkan utancını bir daha yaşamamak için gerekli tüm önlemleri alır. Saldırıda askerinin başındadır, taarruzda en önde komutanlar vardır. İngiliz Resmî Tarihçilerinin tespitinde olduğu gibi, Türk askerinin Çanakkale Muharebeleri’nde başarılı olmasının temel nedeni, savundukları toprağın anavatanları olduğunu bilmeleridir. Türk askerinin başarılı olmasının ikinci nedeni de, muharebelerde Türk komutanların askerle beraber ön hatta bulunması ve karşı saldırılarda birliklerin başında hareket etmeleridir. Üçüncü nedeni askerdeki manevi güçtür. Diğer önemli bir neden de, Balkan Savaşı utancını yaşamak istemeyen genç subay kadrosunun Çanakkale Cephesi’nde yer almasıdır. En önemlisi şudur: Savaşı, vatandan, milletten başka sevgili tanımayan bir kuşak sevk ve idare etti…
Karşı tarafa bakalım; itilaf devletleri, özellikle İngiltere 18 Mart Deniz Harekâtı’nda neden başarılı olamadı?
İngiliz ve Fransızlar elbette böyle bir hezimeti beklemiyordu. İtilâf donanması, 18 Mart 1915 günü savaş gücünün neredeyse üçte birini kaybetti. Üç büyük savaş gemisi, iki muhrip ve yedi mayın tarama gemisi batırıldı. 800 kişilik zayiat verdiler. Türk tarafının kaybı ise, 26 şehit ve 53 yaralıdır. İngiltere için büyük bir travmaydı bu yenilgi. İngiltere Deniz Kuvvetleri Bakanı Churchill, bu harekât için şunları söyler: “1915 yılında bütün Avrupa’da milyonlarca insanın hayatı ortaya konulmuş, büyük taarruzlar yapılmıştı… Fakat bunların hiçbiri Nusret’in döktüğü mayınlar kadar harbin devamına ve düşmanın istikbaline etkili olacak bir başarı gösterememiştir.” Churchill’in adını andığı Nusret mayın gemisi gerçekten 18 Mart’ın kahramanıdır.
Onu kahraman yapan neydi?
Muharebe gemilerinin manevra yaptıkları Erenköy Koyu’nun tam burnu istikametinde, 7/8 Mart 1915 gecesi, sabah 3.20’de 26 mayının döşeme işlemini tamamladı. Bu mayınlara çarpan son 200 yılın yenilmez İngiliz donanması daha ilk günde donamasının üçte birini kaybetti. 18 Mart Zaferi, Türklerin uzun zamandır kazandığı ilk zaferdi. İstanbul’da yıllardır Fransızca olan sokak tabelaları sökülerek, yabancı dilde levha asma yasaklandı. Churchill’in ve İngiliz liderlerin Çanakkale Boğazı’nı sadece donanmayla geçme girişimleri, savaş tarihi açısından stratejik bir hatadır. İki tarafı aynı ülke tarafından korunan bir boğazı geçmek ancak müşterek harekâtla mümkündür. İtilaf kuvvetlerinin kara birlikleri kullanmamaları ve Türklerin gücünü küçümsemeleri onları stratejik bir yanılgıya götürmüştür. İngiliz tarihi bu yenilgiyi bir kara leke olarak kabul eder. Boğazı sadece donanmayla geçemeyeceklerini anlarlar ve kara harekâtı hazırlıklarına başlarlar.
TÜRK KOMUTANLARIN PLANI UYGULANSA BU KADAR TÜRK ASKERİNİN KANI AKMAYACAKTI
8,5 ay süren Kara Muharebeleri’nin daha kısa sürede zaferle sonuçlanabileceğini ve kaybın daha az olabileceğini iddia ediyorsunuz.Savaş neden uzadı öyleyse?
Ben değil, Almanların ve savaşa katılanların raporları, belgeler söylüyor. Çanakkale cephesinde 26 Mart 1915’e kadar emir-komuta Türk komutanlarının elindeydi. Türk komutanlar tarafından hazırlanan savunma planında, kıyıların kuvvetli tutulması esas alınmıştı. Böylece, düşmanın henüz denizde iken karşılanması ve karaya çıkması engellenecekti. Yani, Savunma Planı’nda ana esas, düşmanı karaya çıkarmamaktı. Çünkü düşmanın karaya çıkmasına fırsat verilmesi zayiatı artıracak, muharebenin uzamasına ve risklere neden olacaktı. Karaya çıkan düşmanın ve donanmasının uzun menzilli gemi toplarının yoğun ateşleri altında, Gelibolu Yarımadası’nın yolsuz ve engebeli arazisinde, geride bekleyen ihtiyat birliklerinin yorgun şekilde, zinde düşmana taarruz etme riski tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Ayrıca, Şubat 1915 başından beri, Birleşik Donanma’nın saldırılarına karşı, bölgeyi savunan ve 18 Mart 1915 Deniz Muharebesi zaferini elde eden Türk komutanlar, düşman ve arazi hakkında yeterli tecrübeye sahip olan askerlerdi. Ordu Komutanı Türk komutanların düşüncelerini sorma zahmetine bile katlanmaz. Türk komutanlar, Sanders’in planının felakete yol açacağını haykırırlar. 9’ncu Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey, Mustafa Kemal’le koordine ederek, 6 Nisan 1915’te planın yanlışlığını gerekçeleriyle üst komutanlığa yazar. Karşılık bulmaz. 19’uncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal, 3 Mayıs 1915’te tüm komutanları atlayarak doğrudan Enver Paşa’ya 3 Mayıs 1915’te Sanders’in planının felakete yol açacağını değiştirilmesi gerektiğini yazar. Enver Paşa cevap vermez. Sanders’in Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç), 4 Mayıs 1915’te Enver Paşa’ya planın hatalı olduğunu yazar. Karşılık bulmaz. Türk komutanların bu çığlıkları duyulmaz ve Alman Ordu Komutanı’nın hatalarla dolu planı uygulanır. Almanların savunma planının uygulanmasında, en büyük sorumluluğun Başkomutan Vekili Enver Paşa’da olduğunu teslim etmek gerek.
Çanakkale direnişinin zayıf halkası olarak hepAlman general Liman von Sanders gösterilir, katılır mısınız?
Almanya’da bir tümen komutanı ve en yaşlı tümgenerallerdendir. Alman Islah Heyeti başkanı olarak Türkiye’ye gönderilirken usulen Korgeneral rütbesi, Türkiye’ye geldikten sonra da Mareşallik payesi verilir. Yani, Almanya’da başarı grafiği yüksek olan bir general değildir. Sanders, 26 Mart 1915’te Gelibolu’da 5’inci Ordu Komutanlığı’na başladı. İlk işi, mevcut ve uygulanmakta olan Savunma Planı’nı değiştirmek oldu. Sanders, ordunun kuruluşu, konuşu ve savunma düzeniyle ilgili 26 Mart 1915’te, Başkomutanlığa görüş ve önerilerini sundu. Ayrıca, Sanders’in Başkomutanlığa 26 Mart 1915 günü, İstanbul’dan Gelibolu’ya geldiği gün çektiği telgraf metni, iki A4 sayfasından fazladır. Ancak, 26 Mart 1915 günü, Ordu Komutanı’nın Gelibolu’ya ulaştığı ve henüz savunma bölgesini görmediği tarihtir. Liman Paşa’nın karargâhı da henüz oluşturulmamıştır. Ordu Komutanı Alman General, savunma bölgesini görmeden, arazi incelemesini, düşman ve dost durumu mukayesesini yapmadan, harekâtı icra edecek komutanların tekliflerini bile almadan hem bölgedeki Türk komutanların hem de Başkomutanlığın değerlendirmesi dışında bir savunma planına karar veriyordu. Bu durum, Liman Paşa’nın askeri prensipler dışında bir tutum içinde olduğunun açık göstergesidir. Liman von Sanders, 26 Mart 1915’te Gelibolu’ya ulaşıp karargâhı kurduktan iki gün sonra, 28 Mart 1915’te Savunma Bölgesi’ni denetleyeceğini bildirir. Fakat ancak 31 Mart 1915’te Maydos’a gider ve savunma bölgesini görür. Oysa, beş gün önce savunma teklifini Başkomutanlığa göndermişti.
Ordu Komutanı Sanders, teklifinde Türk komutanları tarafından hazırlanan Savunma Planı’nın tam tersi bir savunma şekli öngörüyordu. Kıyı hattını zayıf tutmak, geride ihtiyatlar bulundurmak ve düşmanın kıyıya çıkışına göre saldırıya geçmek. Türk komutanların planı ile çelişen bu savunma sistemi, düşmanın kıyıya çıkmasına adeta müsaade ediyordu. Liman Paşa, Ordu Komutanlığı görevini 26 Mart 1915’te aldıktan sonra, Almanlar Çanakkale Cephesi’ndeki yönetimi ele geçirmiş olurlar. Mayıs 1915’ten itibaren, Alman komutanların sayıları artar. Seddülbahir bölgesinde iki tümen komutanı, iki grup komutanı, bir kolordu komutanı; Arıburnu ve Anafartalar bölgesinde beş tümen ve iki kolordu komutanı; Saros bölgesinde Ordu Komutanı Alman olur. Ayrıca; kolordu topçu komutanlıklarında Alman subaylara görevler verilir.
Öteki cephelere baktığımızda durum değişik mi?
Evet, öyle. 1915 yılında, Çanakkale Cephesi döneminde, Kafkas Cephesi’nde bir Ordu Kurmay Başkanı, bir Tümen Komutanı olmak üzere iki Alman; Filistin Cephesi’nde bir Ordu, bir Kolordu Kurmay Başkanı, bir Tümen Komutanı olmak üzere üç Alman bulunurken, Irak Cephesi’nde Alman subay yoktu. Görevlendirme yoğunluğu incelendiğinde, Almanların Çanakkale Cephesi’ne özel bir önem verdikleri görülmektedir. Ayrıca, bilgi açısından söylemekte yarar var. O dönemde, Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı, kritik şube olan Harekât Şube Müdürü, İstihbarat Şube Müdürü, Ulaştırma Şube Müdürü Alman’dı. Yani tam Alman etkisi vardı. Alman Genelkurmay Başkanı General von Moltke, Enver Paşa’ya gönderdiği, 10 Ağustos 1914 tarihli yazısında: “Osmanlı müttefikin vazifesi, mümkün olduğu kadar çok Rus ve İngiliz kuvvetlerini bağlamak… Bu belge, Alman Genelkurmayı’nın, Türk Ordusu’nu Alman çıkarları için kullanmak istediğinin ve Alman çıkarlarının Türk çıkarları önünde geldiğinin bir göstergesidir. Almanlar, Çanakkale Cephesi’nin 500 binden fazla düşman kuvvetini bağladığını ve bu kuvveti Batı Cephesi’nden uzakta tuttuğunu, Türkiye’nin bu suretle Almanya’ya Batı Cephesi’nde esaslı bir şekilde yardım ettiğini arşivlerinde böyle ifade etmekteler.
Düşmanın kritik yerlere çıkarma yapacağı ve kıyıda yerleşmesine engel olacak tedbirlerin alınması gerektiği bildirilmesine rağmen, Liman Paşa üst komutanlığın direktifini dikkate almamış...
25 Nisan 1915’te işgal kuvvetleri karaya çıkma imkânı yakaladı. Alman Generalin Savunma Planı, zaferi değil başarısızlığı vaat ediyordu. Bu başarısızlık sayesinde, 500 bin İngiliz ve Fransız askeri Çanakkale Cephesi’ne bağlandı. Karaya çıkan itilaf kuvvetleri, kara muharebelerinin 260 gün sürmesine neden olmuştur. 260 günlük bilanço ağırdır. Türk tarafının kaybı, 101 bin şehit olmak üzere 213.882 olur. Sadece savunma planının değişikliği değil, aynı zamanda Alman komutanların muharebelerde uyguladıkları hareket tarzları ve verdikleri kararlar da Türk askerinin çok fazla sayıda zayiatına neden olur. Bu sayede Almanlar, Batı cephesinden İngiliz ve Fransızları uzak tutma fırsatı sağlamış olurlar.
Burada şunu sormak gerekiyor. Eğer, Türk komutanların savunma planıyla hareket edilseydi, sonuç değişir miydi?
Çok rahat söyleyebilirim ki; Eğer Türk komutanların savunma planıyla harekât yapılsaydı, işgal kuvvetleri karaya çıkamayacak ve muharebelerde verdikleri bu kadar Türk askerinin kanı akmayacaktı.
Rakamlarla Çanakkale’deki zayiat
Harp cerideleri, günlük zayiat çizelgeleri ve zayiat raporları incelendiğinde, ayrıca, muharebe sırasında yaralanan, hastalanan, sevk edildikleri hastanelerde şehit olanlar hesaba katıldığında Çanakkale’deki şehit sayısı:
101.279: Türklerin şehit sayısı
102.603: Yaralı, kayıp, esir sayısı (10.000 esir);
213.882 toplam zayiat
İtilaf kuvvetlerinin toplam zayiatı 252.000’dir.
57. Alay Komutanı şehit düştüğünde üzerinde bu üniforma vardı. Kanlı üniforma, şimdi İstanbul Askeri Müze’de...
MUSTAFA KEMAL’İN GÖZYAŞLARI
57’nci alayın sırrını anlatır mısınız?
5 Şubat 1915 günü, Yarbay Mustafa Kemal, muharebe alanına 57’nci Alay ile birlikte Tekirdağ’dan Gelibolu Eceabat’a hareket eder. Mustafa Kemal, savunma mevzilerini güçlendirmek ve askerleri eğitmek için sürekli tatbikatlar yaptırdı. 57’nci Alay çok iyi eğitilmişti. Mustafa Kemal’in 19’uncu Tümeni 25 Nisan 1915 sabahı tatbikat için erken uyanmıştı. Ancak düşmanın Arıburnu ile Kabatepe arasına çıkarma yaptığı haberini alır. Düşman başarılı olursa Gelibolu yarımadası ele geçirilecek ve İstanbul yolu açılacaktı. Ordu ihtiyatı olan Mustafa Kemal’e bu kritik anda, tüm çabalara rağmen hiçbir emir gelmez. 57’nci Alay erken kalkmış çorbasını da içmişti. Dağ bataryası da hazırdı. Mustafa Kemal önde birlikler arkada, düşmanın çıkarma yaptığı bölgeye ilerler. 27’nci Alay’ın bir müfrezesinin geri kaçmakta olduğunu görür. Onlara süngü taktırarak yere yatırır. Ve yanındaki 57’nci Alay’a şu tarihi emri verir. ¨Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum.¨ Mustafa Kemal, kahraman 57’nci Alay’ın bu taarruzu ¨Herkes ölmek ve öldürmek için düşmana atılıyordu…¨ der. Bu saldırıyla 57’nci Alay düşmanın karada ilerlemesine engel olmuş ve Osmanlı başkenti İstanbul’u kurtarır. 57’inci Alay, savaş sonuna kadar kahramanlıklar gösterir. Komutanı, verilen görevleri başarıyla yapan Mustafa Kemal’in çok sevdiği Yarbay Hüseyin Avni Bey’di. Birinci Anafartalar Muharebesi ile düşman yenilmişti.
Hüseyin Avni Bey’in trajik de bir öyküsü var, değil mi?
Ramazan Bayramı’ydı. 57’nci Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey, İstanbul’daki eşini, oğlunu, kızını çok özlemişti. İstanbul’a birkaç günlüğüne izinli gitmek istiyordu. 13 Ağustos 1915 cuma günü, düşman topçusu her zamanki gibi ateşe devam ediyordu. Bir düşman obüs mermisi, Yarbay Hüseyin Avni Bey’in komuta yerine düştü. Etraf toz duman oldu. Kahraman 57’nci Alay’ın komutanı Hüseyin Avni Bey şehit düşmüştü. Bayram zehir oldu. Mustafa Kemal, Bayram nedeniyle annesine mektup yazıyordu. Komuta Yeri’nde, Çamlıtekke’deydi. Hüseyin Avni Bey’i çok seviyordu. Acı haberi vermekten çekindiler. Sonunda Cevat Abbas Bey, Mustafa Kemal’in çalışma yerine gitti. Kekeleyerek durumu açıkladı. Mustafa Kemal’in gözleri doldu, gözyaşları yanaklarına süzüldü. Hüseyin Avni Bey’in disiplini, vatanseverliği, alayının kahramanlığı, ölüme ve düşmana meydan okuyan tavrı zihninden geçirdi. Şanlı 57’nci Alay’ın cesur komutanı şehit düşmüştü. Hüseyin Avni Bey’in bir oğlu, bir kızı vardı. Oğlu 10 yaşındaydı. Adı Tekin. Atatürk, soyadı kanunu çıktıktan sonra Hüseyin Avni Beyin evlatlarına Arıburun soyadını verdi. ¨Bu soyadı Avni Bey’in, dolayısıyla çocuklarının hakkıdır¨ der. Tekin, geleceğin Türk Hava Kuvvetleri Komutanı olacaktı. General Tekin Arıburun. Kaderin tecellisi, oğlu da babası gibi yine bir 13 Ağustos günü, 1993 yılında vefa edecekti. 57’nci Alay, Çanakkale’den sonra, Galiçya ve Filistin cephelerinde de savaştı.
BOĞAZLARA SAHİP OLMA HAYALİNİ GERİLETTİ
* Çanakkale Harekâtı, başta Balkan Savaşı olmak üzere, uzun süren askeri yenilgiler döneminden sonra küçülen, yıkılış döneminde bulunan, önemli moral ve itibar kaybına uğrayan Osmanlı Devleti’nin kazandığı ilk büyük cephe savaşıdır. İtilâf Kuvvetleri, harekâta beş tümenle 75.000
kişilik kuvvetle başladılar, yoğun muharebeler süresinde, kuvvetlerini 16 tümene yaklaşık 489.000 kişiye çıkarmak zorunda kaldılar. Türk savunması ise, altı tümen olan 90.000 kişilik kuvveti şiddetli muharebeler neticesinde yaklaşık 22 tümene, 300.000 kişiye çıkardı.
* İtilâf Devletleri, büyük umutlarla başladıkları Gelibolu Harekâtı sonunda, 260 günde Seddülbahir bölgesinde sadece beş, Arıburnu bölgesinde ise ancak 1.5 kilometre ilerleyebildiler.
* Çanakkale Harekâtı, Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden oldu. Çünkü İngiltere ve Fransa, yaklaşık bir yıl süreyle, yarım milyon civarında bir kara ve deniz gücünü Çanakkale’de bulundurmak zorunda kalınca, Almanya’nın Batı Cephesi’ndeki yükü çok hafiflemiş ve direnme gücü arttı. Almanya, Osmanlı ordusuyla İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Çanakkale Cephesi’nde tutarak hedefine ulaştı.
* Çanakkale Boğazı geçilemediğinden destek alamayan Rusya’da Ekim 1917’de Bolşevik İhtilali patlak verdi ve Çarlık Rusyası yıkıldı. Ayrıca, Çanakkale Muharebeleri, Çarlık Rusyası’nın yüzyıllardır gerçekleştirmek istediği Boğazlara sahip olma hayalini geriletti.
* Çanakkale Zaferi, Milli ve Mücadelenin ve Cumhuriyet’in önsözüdür. Mustafa Kemal, Çanakkale’de Milli Mücadele’nin çekirdek kadrosunu oluşturur. Çanakkale, Mustafa Kemal’in tarih sahnesine ve Türk Milleti’nin huzuruna çıktığı devler savaşıdır.
Evlatlarını savaşta yitiren Anzak anneler nasıl oluyor da Atatürk’e hayranlık duyuyor, 'büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi' diye mektup gönderiyor?
Atatürk, 1934’te, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümünde yaptığı konuşmada, ANZAK askerlerinin annelerine hitap eder: "Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır." Atatürk’ün bu sözleri, Avustralya’nın başkenti Sidney'in merkezindeki Hyde Park'taki Atatürk Anıtı'nın üzerine yazıIıdır. Atatürk’ün bu mektubuna daha sonra, bir ANZAK annesi tarafından cevap yazıldı: “Biz de ATA diyelim” der… “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz. Çünkü, yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi... Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla...” Çanakkale cephesi gerisinde yaşanan bu örnekler dünya savaş tarihinde özel ve anlamlı bir yeri vardır. Mustafa Kemal’i Atatürk yapan da budur… Mareşal Birdwood’un Atatürk’ün cenazesine katılması ve Atatürk’ün na’şına gösterdiği saygıyı anlatmıştım… Atatürk, Büyük İskender, Sezar, Napolyon gibi komutanları kıskandıracak özellikte bir strateji ve savaş ustasıdır. Savaş tarihi öyle kaydeder… “Büyük İskender, Sezar, Napolyon ayağa kalkın büyüğünüz geliyor” sözü anlamlıdır ve Atatürk’e savaş tarihindeki gerçek makamını verir.
CEPHE ARKASINDAN BİR ANEKDOT
Avustralyalı savaş muhabiri Charles Bean, 8 Ağustos Pazar günü anı defterine İngilizlerin Türk esirlerini diri diri yaktığını yazar: ¨8 Ağustos Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu. Bugün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan birine tanık oldum. 'Sığınağın hemen karşısında, 100 Türk ile iki Alman esirinin barındırıldığı tutukevinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu. Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler. Ama acı akıbetten kurtulamadılar.' Bu görüntüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanın ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi mi yok mu acaba? Aynı iş dün de yapılmıştı çünkü… Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler, esir düşen subay ve erlerimize olağanüstü iyi davranıyorlardı.¨