Oluşturulma Tarihi: Kasım 29, 2002 00:00
Anadolu'nun 16. yüzyıldaki durumunu, halkın yaşayışını ve önemli olayları anlatan kaynakların başında Bohemyalı gezgin Hans Dernschwam'ın ‘‘İstanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü’’ isimli eseri gelir. Dernschwam, kitabında çamurlu elbise suyundan çorba yapılmasından din değiştirenlere uygulanan cezalara kadar bir çok konuyu yazar ama bazen son derece abartılı bir dil kullanır.Bir memleketin asırlar önceki halini en iyi şekilde aksettiren kaynakların başında, yabancılar tarafından yazılmış seyahatnameler gelir. Yabancıların eserleri, o memleketin sakinleri için sıradan bir olay gibi karşılanan ve daha sonra unutulan hemen herşeyi not ettikleri için son derece önemlidir.Osmanlılar zamanındaki Anadolu'nun bugün unutulmuş olan birçok özellikleri de bu şekilde Bohemyalı gezgin Hans Dernschwam'ın 'İstanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü' isimli eserinde yazdıkları sayesinde bugüne kaldı.Dernschwam 1494'te doğdu ve iyi bir eğitim aldı. Zengin bir ailenin çocuğuydu ve Viyana'da üniversiteye gitti. 1509'da Leipzig Üniversitesi'ne geçti ve 1510'da felsefe bölümünden mezun oldu. Bir süre ünlü hocalara asistanlık ve daha sonra da hocalık yaptıktan sonra, Avrupa'da seyahat etmeye başladı.1520'de çıktığı Macaristan seyahati, komşu ülkelere yaptığı gezilerle beraber on yıl sürdü. Bu ülkelerdeki Roma kalıntılarını inceledi, ulaşabildiği kitabeleri bütün ayrıntılarıyla kopya etti. Bugün, arkeolojik çalışmalar yapan birçok bilim adamı, bir kısmı artık olmayan bu antik çağ kitabe metinlerinin çoğunu Dernschwam'ın tuttuğu notlar ve aldığı kopyalar sayesinde biliyor.Uzun yıllar Macaristan'da bir maden işletmesinin muhasebesini tutan Dernschwam, 1546'da işinden ayrıldı. Araştırmalarına burada kazandığı küçük bir servet tutarındaki parasıyla devam etti.1553'te eline geçen bir fırsatı değerlendirdi ve Macar Devleti'nin yıllık vergisini İstanbul'a götürmek üzere yola çıkmaya hazırlanan iki memurun yanına katıldı. Amacı, Osmanlı İmparatorluğu'nun, Kanuni Sultan Süleyman'ın idaresinde en şaşaalı günlerini yaşayan başkenti İstanbul'u görmekti.Macaristan'dan 22 Haziran 1553'de at sırtında ve ödenecek yıllık verginin yüklü olduğu bir at arabasıyla başlayan yolculuk 25 Ağustos'ta sona erdi. Ne var ki, Hans Dernschwam'ın İstanbul'a ulaştığı tarihte, padişah Amasya'ya gitmişti. Padişahın şehirde olmadığını öğrenen heyet bu defa padişahı görebilmek için Amasya'ya gitmeye karar verdi.Hans Dernschwam'ın 'İstanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü' isimli eserinde anlattığı gezinin bir bölümü işte bu Amasya yolculuğuydu ve seyahati 11 Ağustos 1555'te döndüğü Viyana'da son buldu.Dernschwam, 1568'de öldü ve kütüphanesi bir yıl sonra, Viyana Saray Kitaplığı tarafından 500 guldene satın alındı.Gezginin Viyana'ya döndükten sonra, seyahat sırasında tuttuğu notlardan yararlanarak yazdığı seyahatnamesi de satın alınan kitaplar arasındaydı ve farkına ancak 1888 yılında tesadüfen varıldı. Arşivci Friedrich Dobel'in farkettiği yazma, ilk defa 1923'te Franz Babinger tarafından yayınlandı. Seyahatnamede 16. asır İstanbul'u ve Anadolu hakkındaki birçok olay en ince ayrıntısına kadar anlatılıyordu.İşte, ünlü seyyahın satırlarından bundan beş asır önceki İstanbul ve Anadolu ile ilgili kısmen abartılı manzaraları'...Türkler uzun elbise giydikleri zaman yağmura yakalanırlarsa üstleri başları çamur olur. Sadaret kaymakamı olan Koca Mehmet Paşa, bunlardan birini yakaladı ve hemen karısına yollayıp kadına kocasının elbisesini her akşam neden temizlemediğini sordurdu. Derken çamurlu elbiseleri yıkatıp suyundan çorba yaptırarak kadına içirtti, kocasına da karısını böyle tembel alıştırdığı için bir temiz sopa çektirdi....14 Haziran 1554 günü garip bir olaya şahit oldum. Müslüman olmuş bir Yahudiyi şehir sokaklarında gezdirdiler. En önde yürüyen hoca yüksek sesle Yahudi'nin müslümanlığı kabul ettiğini söylüyor, Yahudi de arkadan 'Allah, Allah..' diye bağırıyordu. Din değiştirenleri halkın tanıması için böyle dolaştırıyor, o kişi tekrar kendi dinine dönmeye kalkarsa hiç acımadan yakıyorlar.Yoğurt, Türklerin baş yemeğidir. Pişirilen sütü ekşitirler, içine tuz katarlar, süt kompostosu gibi bir şey yaparlar. Köylerde, kırlara yoğurt götürürler, orada otururken içine su katıp içerler. Başka milletten olanlar bunu içseler hasta olurlar. Ama Türklere hiçbir şey olmuyor....Türklerin bir başka garip adeti de taze ekmek
yemek istemeleridir. Ekmek bir gün durup bayatladı mı kimse yüzüne bakmaz. Bu yüzden ekmekçiler, taze iken bir akçeye iki ekmek verdikleri halde satamadıkları bayat ekmeklerden üçünü bir akçeye satarlar.Åžeyhülislam, 1553 yılında, Ä°ran'a karşı yeni bir ceza buldu. Müslümanlardan köle yapılmayacağı kuralına raÄŸmen, Ä°ranlı esirler hakkında bir fetva vererek onların da köle gibi alınıp satılmalarını serbest bıraktı. Ä°ranlılar da artık 'gávurlar', yani bizim gibi satılabilecekler...'Ä°srafil’in kıyameti kopartacak olan borusuAllah katında bulunan dört melekten iri olan Ä°srafil kıyamet kopacağı zaman Allah'ın emriyle 'Sur' borusunu üfleyecek, bütün canlılar ölecek, ikinci üfleyiÅŸinde ise ruhlar cesetlerine girecek ve dirileceklerdir. Sur borusundan Kur'an'ın birçok ayetlerinde bahsedilir ve Sur'a üfürüldüğü gün saltanatın ve tasarrufun Allah'a ait olduÄŸu bildirilir. Ä°srafil, dereceleri Allah katında yüksek olan ve Allah'a mánen yakın sayılan dört melekten biridir, diÄŸer melekler Cebrail, Azrail ve Mikail'dir. Adının Ä°branice 'Sarafim'den geldiÄŸi söylenir ve 'Sarafil' dendiÄŸi de vardır.Ä°srafil, kıyamet kopacağı zaman, Allah'ın emriyle 'Sur' borusunu, yani özelliklerini bilemediÄŸimiz boruyu üfleyecek, bütün canlılar ölecekler, ikinci üfleyiÅŸinde canlıların ruhları cesetlerine girecek ve dirileceklerdir. 'Sur'u üfleyecek olan melek yaratıldığı andan beri Sur'u aÄŸzına almıştır, ne vakit emir gelecek diye öylece bekleyip durmaktadır' hadisi, bu melek hakkındadır.Sur bahsi Kur'anın birçok ayetlerinde geçer: En'am suresinin 73. ayetinde Sur'un üfürüldüğü gün saltanatın ve tasarrufun Allah'a ait olduÄŸu bildirilir. Kehf suresinin 99. ayetinde Sur üfürülünce herkesin toplanacağı, Taha suresinin 102. ayetinde suçluların, gözleri gövermiÅŸ bir halde toplanacakları, Mü'minun suresinin 101. ayetinde insanların arasında soy-sop olmayacağı, Neml suresinin 87. ayetinde göktekilerle yerdekilerin Allahın manevi huzurunda bulunacakları, Ya Sin suresinin 51. ayetinde herkesin kabirden çıkıp Allah'ın manevi huzuruna, soru yerine geleceÄŸi bildirilmektedir. Zümer suresinin 68. ayetinde 'Ve Sur'a üfürülmüştür de göklerdekilerin ve yeryüzündekilerin hepsi de o sesin ÅŸiddetinden ölüp gitmiÅŸtir. Sonra bir daha üfürülünce, o zaman hepsi dirilmiÅŸtir; ne olacak diye bakınıp durmadalar' buyurulmaktadır. Kaaf suresinin 20. ayetinde Sur'un üfürüldüğü günün azap günü olduÄŸu, Haakka suresinin 13. ayetinde Sur'a üfürülünce kıyametin kopacağı, Nebe' suresinin 18. ayetinde de Sur'a üfürüldükten sonra insanların, Allah'ın manevi huzuruna, toplantı yerine bölük-bölük gelecekleri bildirilmektedir.Necmeddin OkyaySon devrin en büyük nestalik hattatı olan Necmeddin Okyay 1883'te Ä°stanbul'da doÄŸdu, daha ilkokulda iken yazıya merak saldı ve Hasan Talát Bey'den rik'a, divani ve celi divani yazılarını öğrenip icazet aldı. Sonraki senelerde Sami ve Bakkal Arif Efendiler ile çalıştı ve ilkinden nestalik, ikincisinden de sülüs ve nesih icazetleri elde etti.Necmeddin Okyay çok yönlü bir sanatkárdı. Yazı ile meÅŸgul olurken okçuluk, çiçekçilik, cildçilik, mürekkepçilik ve ebru da öğrenmiÅŸ ve hepsinde üstad olmuÅŸtu. Asıl kudreti, nestalik yazıdaydı ve Yesarizade Mustafa Ä°zzet ve Sami Efendiler'den sonra, Türk talik yazısının üçüncü ismiydi. Ä°stanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nin süsleme bölümünde uzun yıllar cild ve yazı hocalığı yapan üstad emekliye ayrılmasından sonra 1976'daki vefatına kadar evinde ders vermeye devam ettirdi.Bele takılan kemere denir. Beli bir kere dolayacak kadar uzunlukta olan kemerin bir ucunda çeÅŸitli ÅŸekillerde bir taÅŸ, diÄŸer ucunda da bu taşın geçebileceÄŸi büyüklükte bir halka bulunur. Akik, kantaşı yahut Süleymani'den yapılan taÅŸ örme kemerin ucuna tutturulur ve kemer tokası görevi görür. Kemerin ismi Hazreti Ali'nin seyisi Kanber'den gelir ve 'Kanber Ali' diye de bilinir. Eskiden kullanılmazken daha sonraları evli BektaÅŸi babaları ve derviÅŸleri arasında da kullanılır olmuÅŸtur.Â
button