Güncelleme Tarihi:
Westerwelle’nin Gezi Parkı’yla birlikte gerilen Türkiye-Almanya ilişkileri üzerine Hürriyet’e yaptığı değerlendirmeler şöyle:
YATIŞTIRICI TAVIR BEKLEDİK
Öyle görünüyor ki Türkiye’deki son gelişmeler Türkiye ile Almanya arasındaki siyasi ilişkilerde izler bıraktı. Bu izler ne kadar derin?
İnkâr etmek istemiyorum. Partnerimiz Türkiye’yle gerilim yaşadık. AB içinde ve Ankara’yla açıklığa kavuşturmamız gereken sorunlar oldu. Biz de bunu yaparak, zor bir durumda gidilebilir iyi bir yol bulduk. Bu bizim yapıcı ve birbirimize açık olduğumuzu gösteriyor. Konuyu objektif olarak ele aldığımızda işler çok daha iyi yürüyor.
Sizce ilişkiler hızla yeniden normale dönecek mi?
Türkiye, bizim olağanüstü zengin ve geniş bağlarımızın bulunduğu bir ülke. Buna kelime anlamıyla milyonlarca insan köprüsü, uzun yıllara dayanan NATO içindeki güvenlik ortaklığı ve AB ile müzakereler dahil. Ben bundan emin olduğumu mevkidaşım Ahmet Davutoğlu ile iyi ilişkilere dayanarak da söyleyebilirim. Bizim ilişkilerimiz, en zor durumların bile üstesinden gelebilecek ve görüş ayrılıklarına dayanacak kadar sağlam.
Gezi Parkı göstericileri Taksim Meydanı’nı yaklaşık 3 hafta işgal etti. Türkiye’de hükümet buna karşı polisin sert gücüyle karşılık verdi. Böyle bir durumda siz Türk hükümetinden ne beklerdiniz?
Biz, soruna diyalog içinde ve yatıştırıcı tavırla yaklaşılması yönünde beklentilerimizi açıkça dile getirdik. Uyanık bir sivil topluma sahip her demokratik ülke, protesto gösterilerinde ölçülü davranmanın zorluklarını biliyor. Bizim Avrupa değerlerimiz olan hukuk devleti ve çoğulculuk, açık bir kılavuz. Bu da düşünce özgürlüğüne, basın özgürlüğüne ve gösteri özgürlüğüne saygı. Buna devlet araçlarının orantılılığı da dahil. Güvenlik güçleri ya da göstericilerin yanlış davrandığı bazı olaylar olursa, burada ceza hukukunun uygulanmasında hukuk devleti standartları geçerli olmak zorundadır.
SORUNLAR CİDDİYE ALINMALI
Gösterilerin sona erdirilmesinden sonra Türkiye’de hükümetten ne yapmasını beklerdiniz ve şimdi ne bekliyorsunuz?
Çağdaş toplumlarda sivil toplumla diyalog devamlı ve günlük bir ödevdir. Demokrasi sadece özgür ve adil seçim demek değildir. Devletle toplum arasında hep değiş-tokuş ihtiyacı vardır. Ben, ortaya çıkan bu sorunların ciddiye alınmasını tavsiye ediyorum. Asıl zararlı olan, insanların diyalogtan korkmasıdır.
Gezi olayları sizce Türkiye’nin imajını nasıl etkiledi?
Biz, Türkiye’de daha canlı bir sivil toplum oluştuğunu gözlemliyoruz. Demokratikleşme sürecinde son yıllarda atılan muazzam adımlar Başbakan Erdoğan hükümetinin de bir kazanımı. Biz Türkiye’nin bu yolu aynı cesaretle devam ettirmesini arzuluyoruz.
ÇÖZÜM HUKUK DEVLETİ İÇİNDE
Stuttgart 21 projesinde yaşanan olaylarla Gezi Parkı olayları arasında benzerlikler var. Stuttgart’ta da kitlesel gösteriler oldu. Stuttgart Schlossgarten’deki gösterilere de polis çok sert müdahale etti. Yaklaşık 400 gösterici yaralandı. Bir gösterici tazyikli su sıkılması sonucu kör oldu. Siz Stuttgart 21 ile Gezi Parkı olayları arasında ne tür bir fark görüyorsunuz?
Almanya’da yeri gelince sesini güçlü duyuran ve demokratik meşru kararlardan şüphe duyan, özgüven sahibi bir sivil toplum var. Gösterilere karşı ölçülü yaklaşım ve yatıştırmanın başarısız kaldığı durumlarda hukuk devleti kuralları içinde çözüm bulmak gerekir. Stuttgart 21 projesiyle ilgili siyasi olarak çok aktif ve yorucu görüşmelerden sonra bir halkoylaması yapıldı. Çoğunluk Stuttgart Tren Garı’nın inşasından yana çıktı. Bunun sonucu tren garı şimdi inşa ediliyor.
SERT SÖYLEM ENDİŞELENDİRİYOR
Türkiye’de hükümet nezdinde Almanya’nın Gezi Parkı gösterilerinde göstericilerin tarafını tuttuğu izlenimi var. Başbakan Merkel’in ‘Türkiye’den gelen görüntüler beni korkuttu’ sözlerine, Türkiye’de hükümet hemen karşılık verdi. Siz de Türkiye’nin bu tavrından düş kırıklığına uğradığınızı söylediniz. Bu düş kırıklığını tarif edebilir misiniz?
Türkiye son yıllarda dikkate değer bir gelişme gösterdi, bölgede ekonomik ve siyasi açıdan cazibe merkezi oldu. Ama çağdaşlık sadece büyüme rakamlarıyla sınırlı kalmaz. Toplumsal hoşgörü ve çoğulculuk da buna dahildir. Ben Türkiye’nin haklı olarak kendine duyduğu bu özgüvenin toplumsal çağdaşlığa daha fazla açılmasına izin vermesini arzu ediyorum. İhtiyat ve yatıştırmanın yerini sert söylem ve kutuplaşmanın alması beni endişelendiriyor.
26 Haziran’da Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerde yeni bir fasıl açılması planlanıyordu. Ancak Almanya bunu engelledi. Sonunda müzakerelerin sonbahara ertelenmesi üzerine anlaşmaya varıldı. Haziran yerine sonbaharda müzakerelere başlanması ne değiştirir? AB bu ertelemeyle Türkiye’de hükümete nasıl bir sinyal verdi?
Sinyal çok açık. Avrupa’nın stratejik çıkarı Türkiye’nin Avrupa’ya yaklaşması. Bu nedenle AB, müzakerelerin devamı için yeşil ışık yaktı. Hatta biz aslında hukuk devleti ve demokrasi faslını hızla müzakere etmek istiyoruz. Ama öte yandan son haftalarda yaşanan olayları da gözardı edemezdik. Bu yüzden de Avrupa Komisyonu’nun yıllık ilerleme raporunu beklemek en doğrusu. Bu temel üzerinde sonbaharda yeni adımlar atabiliriz.
Türkiye’den ne tür adımlar bekliyorsunuz?
Türkiye AB’ye üyelik isteğiyle kararlılığını beyan etmiş, Avrupa değerler topluluğuna tam üye olmak isteyen bir ülke. Bizim beklentilerimiz ve aynı zamanda müzakerelerin ilerlemesi bu istekle örtüşüyor.
TÜRKİYE İLE GÜVEN İLİŞKİMİZ VAR
Özellikle siz Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin devamı için yoğun çaba gösterdiniz. Niçin?
Bizim Türkiye’yle çok sıkı bağlarımız var. Türk mevkidaşımla ne kadar görüştüğümün sayısını bile bilmiyorum. Burada söz konusu olan sadece ikili sorunlar, giderek daha sık biçimde Yakın ve Orta Doğu’da güvenlik sorunlarını, ekonomik ve enerji alanında işbirliği konularını da ele alıyoruz. Burada önemli olan şu: Bizim aramızda zor soruları da dışlamayan bir güven ilişkisi var.
Siz Türkiye’deki hızlı ve olumlu gelişmelerin hep sizi heyecanlandırdığını söylediniz. Bu son gelişmeler sizin bu heyecanınızı biraz söndürdü mü?
Türkiye aktif genç nüfusu için çok büyük şansa sahip dinamik bir ülke. Ben Türkiye’de hükümetin Avrupa değerlerine sahip çıkmayı ciddiye almaya devam edeceğine güveniyorum.
Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşacağı, dine daha fazla yöneleceği endişesi taşıyor musunuz?
Belirli bir dine sahip olmak ve Avrupa’ya yönelmek birbirine zıt şeyler değil. Burada önemli olan insan ve vatandaşlık hakları, siyasal, ekonomik ve sosyal katılım ama aynı zamanda dini hoşgörü. Yani bir din meselesi değil bu.