Güncelleme Tarihi:
Sayın Komutanlarım,
Değerli Silah Arkadaşlarım,
Değerli Konuklar,
Basınımızın Değerli Mensupları,
Harp Akademilerinin Değerli Mensupları,
Bugün, burada Harp Akademilerinin 2006-2007 Eğitim ve Öğretim Yılının Açılışı nedeniyle aranızda bulunmaktan büyük bir mutluluk ve gurur duymaktayım.
İki yıl öğrenci subay, beş yıl öğretim üyesi olarak hizmet ettiğim Türk Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek eğitim ve öğretim kurumunda, yeni bir öğretim yılının açılış töreninde bulunmak, bana yalnız onur vermiyor, aynı zamanda büyük bir heyecanı da beraberinde getiriyor.
Değerli Konuklar,
Harp Akademilerinin Değerli Mensupları,
Bugün yapacağım konuşmayı son yıllarda sıkça gündeme getirilen sivil-asker ilişkileri başta olmak üzere, güncel bazı konulardaki düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak için bir fırsat olarak kullanmak istiyorum.
Bir açılış töreninde daha çok akademik konulara değinmek isterdim. Ancak son yıllarda özellikle son günlerde gündeme getirilen bu konu; Silahlı Kuvvetlerin bu konudaki görüşlerinin açıklanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle bugün, huzurlarınızdaki konuşmamı, üç bölüm halinde yapacağım. birinci bölümde, Harp Akademilerinin yeni eğitim ve öğretim dönemine başlaması nedeniyle, genel bir değerlendirme ve genel güvenlik sorunları üzerinde Silahlı Kuvvetlerin görüşlerini açıklamaya çalışacağım.
Konuşmamın ikinci bölümünde Ülkemizin geleceğini ilgilendiren irtica ve bölücü terör konusuna değineceğim.
Üçüncü bölümde ise, biraz önce ifade etmeye çalıştığım konularda, son zamanlarda, bazı kesimlerce Silahlı Kuvvetlere yöneltilen ve hiçbir objektif dayanağı olmayan, bilimsel araştırmalardan yoksun saldırılar ve suçlamalar konusunda görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.
Değerli Arkadaşlarım,
Ülkemizin dünyanın en hassas bölgelerinden birinde bulunduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bu nedenle, içinde yaşamakta olduğumuz coğrafyada gelecekte neler olabileceğini sürekli değerlendirmemizin önemini vurgulamak istiyorum. Çünkü bu coğrafyada tarih; öngörülemeyen ancak barındırdığı uluslara acı yaşatan ve ibret alınması gereken olaylarla doludur. Bu sebeple, Türkiye gibi etrafı çok sayıda istikrarsızlıkla dolu bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin güvenliğini sağlamak ve ulusal menfaatlerine yönelik tehditleri caydırmak için her bakımdan güçlü olması gereken Silahlı Kuvvetlerin gelecekteki komutanlarının yetiştirildiği Harp Akademilerimizde icra edilen eğitim ve öğretim büyük önem taşımaktadır. Yaşadığımız coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için güçlü muhafızların varlığını gerekli kılmaktadır. Bu güçlü muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm kurumlarıdır. Harp Akademilerimiz, verdiği eğitim ve öğretimle yalnız Silahlı Kuvvetlerin değil, aynı zamanda Cumhuriyetin güçlü muhafızlarını da yetiştirmektedir.
Değerli Arkadaşlarım,
İçinde yaşadığımız bilgi çağı ile birlikte düşünce ve bilgi öne çıktıkça insan unsuru kurumların en önemli sermayesi haline gelmiştir. Başarılı olmak için de öncelikle çağın gerektirdiği insan kaynaklarına sahip olmak lazımdır.
Bilgi, beceri, entelektüel düşünce gücü bakımından gelişmiş ve teknik anlamda yeterli personelin Türk Silahlı Kuvvetlerinin daha ileri seviyelere yönlendirilmesi için bir araya gelmesi şarttır. Harp Akademilerimiz bir bilgi ve bir strateji üretim merkezi olarak bu yönlendirmeyi sağlayacak liderleri yetiştirmektedir ve bundan sonra da yetiştirmeye devam edecektir.
Bilgi çağının insanı kendini tanımaktan, ifade etmekten ve düşündüklerini açıklamaktan korkmayan; edindiği bilgiler aracılığı ile görevleri ve geleceği arasında ilişkiler kurarak, yeni bilgiler üretebilen insandır. Peter DRUCKER’A göre: “bilgi, mutlaka üretime dönük olmalı ve sonuçlara odaklanmalıdır.” Bu anlamda bilgi çağının gereklerine göre yetişmemiş olanlar, zaman içinde küçülerek etkisizleşecek ve kaybolacaklardır.
Bu bağlamda, Harp Akademilerimiz bilgi çağının ihtiyacı olan yalnız askerî konuları değil, uluslararası güvenlik konularını da bilen subayları yetiştirmek zorundadır.
Bugün barışı destekleme harekâtı ve insanî yardım harekâtı nedeniyle dünyada hiçbir problem sahası sadece sorunlu iki ülke ile sınırlı kalmamıştır. Diğer ülkeler de doğrudan ya da dolaylı olarak problemin sonuçları itibariyle, söz konusu probleme bir şekilde taraf olmaktadır. Günümüzde sıkça karşı karşıya kalınan bu görevler için komutanlar; geleneksel askerî harekât görevlerine ilave olarak, müşterek icra edilen bu tip görevlerin gereklerini de önceden dikkate almak zorundadır. Mevcut eğitim ve öğretim sistemimiz değerlendirildiğinde müşterek/birleşik eğitim, Harp Akademilerimizin dışında arzu edilen şekilde verilmemektedir. Bu nedenle Harp Akademilerimizdeki öğretimin kuvvet temel yeteneklerinden fedakârlık yapmaksızın, geleceğin liderlerini, mesleklerinin başından itibaren müşterek harekât içinde yetiştirecek şekilde olması önemlidir. Kısacası geleceğin liderleri, çok uluslu operasyonlar ve daha karmaşık müşterek harekâtta becerilerini ve hünerlerini en yüksek düzeyde gösterecek eğitimi Harp Akademilerinde almak durumundadırlar. Ayrıca, Silahlı Kuvvetlerimizin yönetici kademelerine gelecek bu liderlerimize Harp Akademilerimizde, kalıcı barışı elde edebilmek için yumuşak güç olarak cazibe/ikna yeteneğinin gerekli olduğu öğretilmeli ve yumuşak gücü geliştirebilecek bilgi birikimine de sahip olmaları sağlanmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım,
Bilgi çağındaki eğitim ortamları; sorgulamaya dayanan, eğitici ve eğitilenin tartışma ortamı içerisinde bulunduğu bir yapıda olacaktır. Bu yapıda “öğrencileşen öğretmen” ve “öğretmenleşen öğrenci” kavramları ön plana çıkacak ve “öğrenmeyi öğrenme” eğitim sisteminde önemli bir yer alacaktır.
İnsanların gençliklerinde öğrendikleri bilgileri yaşamları boyunca kullanmaları savı artık geçersiz hale gelerek yerini “yaşam boyu öğrenme” anlayışına bırakmıştır. Çünkü, yaşadığımız çağda bilgi çok çabuk bayatlayan bir tüketim malzemesi haline gelmiştir. Sizler, Harp Akademilerinde aldığınız eğitimle sınırlı kalmayarak, eğitiminizi sürekli faaliyetleriniz içinde düşünmeli ve bu konuda uzmanlaşmalısınız. Uzmanlık bilimsel bir kariyerdir. Bu eğitim-öğretim yılından itibaren akademilerden yalnız kurmay diplomanızla değil aynı zamanda ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri yönetimi ve liderlik dalında yüksek lisans diplomanızla mezun olacaksınız. Bu diplomanızı daha yüksek seviyedeki eğitimlerin alt yapısında kullanmak sizin iradenizdedir.
Diğer taraftan bilginin çığ gibi aktığı ve devamlı yenilendiği süreçte öğretilmesi gereken bilginin miktarının artması, öğrenim görecek personel miktarının artmasına neden olmaktadır. Artan eğitim ihtiyacı eğitime ayrılması gereken kaynağı da artırmaktadır. Kısıtlı bütçe ile örgün eğitim sistemimizi destekleyecek ilave yöntemler de kullanmalıyız. Bu konuda Türk Silahlı Kuvvetleri olarak başladığımız uzaktan eğitim çalışmaları, eğitimin kalitesini artırmak, faaliyetlerin yürütülmesinde sürat ve ekonomiklik sağlamak ve teknolojiden daha fazla yararlanmak maksatlıdır. Uzaktan eğitim bazı üniversitelerimizin de başlattığı gibi lisansüstü eğitim boyutunu da kapsayacak şekilde düşünülmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
Harp Akademilerinin en önemli işlevlerinden biri de değişime ayak uydurabilen liderleri yetiştirmektir. Lider: olayların akışını tahmin edebilen, vizyon sahibi kişidir. Bilgi toplumu çağında temel özellik, sürekli değişimdir. Bunun için sadece bugünün koşullarına uymak yetmemekte, kurumları ve toplumu geleceğin özelliklerine göre değişime yönlendirmek, daha doğrusu, değişimin yönünü “okuyup”, yönettiğiniz toplumu o yönde değişime sevk etmek önem kazanmaktadır. Değişimi yönetmenin en iyi yolu değişimi yaratmayı bilen liderlere sahip olmaktan geçmektedir. Hedefimiz, ulu önder Atatürk’ün: “Ufuklara kadar görüyoruz, onun ötesini görmeye çalışacağız.” sözünü rehber edinen liderler yetiştirmektir.
Başarı, zorlu bir çalışmanın sonucunda oluşur. Yalnız karmaşık strateji, taktikler ve modern harp silah ve araçlarına sahip olmakla da başarıya ulaşılamaz. Tarih, bu konuyla ilgili örneklerle doludur. Modern ve tam donanımlı orduların, lider eksikliğinden dolayı başarıya ulaşamadığını veya tam aksine küçük, yeterli silah ve teçhizata sahip olmayan orduların, kendisinden güçlü ve modern orduları, liderlerinin yetenekleri ve kabiliyeti ile perişan ettiklerini bilmekteyiz. Bu nedenle başarı için, modern harp silah ve araçlarına sahip olmanın yanı sıra görevini tam anlamıyla yerine getirme istek ve azminde olan, liderlik sorumluluklarını benimseyen yönetici kademesinin bulunması şarttır.
Günümüzde başarı tüm personelin performansına, göreve gönülden bağlılıklarına ve liderin bunu sağlamada göstereceği etkinliğe bağlıdır. Astlarını teşvik edebilen, destek olabilen, onlara önemsendiklerini hissettiren ve gelişmeleri yönünde onlara yeni ufuklar açabilen liderler başarılı olacaklardır. Bunun için liderlik anlayışı; ödül, ceza gibi alışveriş içeren kavramlar yerine liderin sahip olduğu inanç ve değerlerin, astlarını harekete geçirme gücü üzerine kurulmalıdır. Bu güç, lider ve astların ulaşmayı arzuladıkları yüksek hedeflerin tek bir potada eritilmesini sağlayacaktır.
Ancak, tüm bu lider-ast dokusunun temelinde iletişimin etkin bir şekilde kurulması ve kullanılması vardır. Liderlerin sorumluluğu; iletişimi sağlıklı ve sürekli kılmaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Günümüzde, kurumlar ve uluslar arasındaki ilişkiler sürekli bir değişim ve belirsizlik süreci içinde son derece karmaşık hale gelmiştir. Bu bağlamda, yöneticilerin daha titiz ve dikkatli bir yönetim tarzı uygulaması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Toplumsal hayattaki değişmelere ilave olarak iletişim vasıtalarındaki baş döndürücü gelişmeler, yaşanan bu değişim sürecini ve belirsizlik ortamını kurumsal etkinliğin sağlanmasındaki temel değişkenler olarak ortaya çıkarmıştır. Böyle bir ortam, belirlenen kurumsal hedeflerin elde edilebilmesi için karşılaşılabilecek risklerin geleceğe ait hazırlanan senaryolar çerçevesinde önceden tahmin edilmesini, değerlendirilmesini ve olumsuz etkilerinin azaltılmasını veya yok edilmesini içeren kurumsal bir “risk yönetimi” mekanizmasının tesis edilmesini ve uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Unutmayınız ki, geleceği tahmin etmenin en sağlıklı yolu; onu yaratmaktır.
Risk ve risk yönetimi, Türk Silahlı Kuvvetleri için yeni bir kavram değildir. Risk alma, askerlik mesleğinin doğasında vardır. Ülke savunması gibi oldukça ağır, ancak çok önemli ve kutsal bir görevin sorumluluğunu üstlenen; üstün disiplin anlayışı, fedakârlık ve feragat gerektiren askerlik mesleğini bir yaşam biçimi olarak seçen ve özümseyen asker kişiler her zaman ve her koşulda risk altındadır. Hem muharebe sahasında hem de barış döneminde günlük faaliyetlerin icrası esnasında alınan kararlar genellikle çeşitli riskleri ihtiva eden belirsizlik ortamında verilmektedir.
Bu noktada, konunun önemini vurgulamak açısından Falih Rıfkı ATAY’dan bir anekdotu aktarmak istiyorum. Amerikalı bir gazeteci Atatürk’e: “İşlerinizde nasıl muvaffak oluyorsunuz?” diye sorar. Atatürk de: “Ben, bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem. O işi başarmama neler engel olabilir diye düşünürüm. Engeller ortadan kalktıktan sonra iş kendiliğinden olur.” şeklinde karşılık verir. Karar verici için önemli olan, hangi riskleri kabul edip veya etmeyip bir faaliyetin başlatılmasını veya başlatılmamasını onaylamadır. Hangi risklerin kabul edilebileceği ve hangilerinin göze alınamayacağı konularında doğru karar verilmesi, ancak yeterli bir risk yönetimi eğitimi ve uygulaması ile mümkündür.
Değerli Arkadaşlarım,
Yaşadığımız yüzyılda, birey ve ülke olarak içinde olduğumuz yarışta başarılı olabilmek için, vizyonumuzu sürekli geliştirmek, güncelleştirmek ve derinliğini artırmak zorundayız. Dar kalıplara sıkışıp kalmış bir vizyonla Silahlı Kuvvetlerimizi geleceğe hazırlayamayız. Bunu sağlamak için de yaratıcı bir düşünme ortamının tesisine ihtiyaç vardır. Çünkü vizyon, yaratıcılığı gerekli kılar. Askerî sistemlerde yaratıcılık çok önemlidir. Kuralların önceden belirlenmiş olmasının yaratıcılığı zorlaştırdığı söylenmektedir. Ben bu düşünceye katılmıyorum. Kurallar yol göstericidir, geleceğin engelleyicileri değildir. Şu gerçeği hiç unutmayın: esasen yaratıcılık tüm canlılarda vardır. Yeter ki biz yönetsel engellerle yöneteceğimiz insanlarda yaratıcılığı kısıtlamayalım.
Değerli Arkadaşlarım,
Subayın düzenli ve mütevazı bir yaşamı; milletine karşı örnek olma sorumluluğu vardır. Bu kutsal görevi yerine getirebilmek üzere her subay; kişisel ve toplumsal psikoloji, eğitim, davranış bilimleri ve sosyoloji konusunda bilgi sahibi olmalıdır. Bu birikim ve niteliklerini yüksek bir iletişim becerisi ile yazılı ve sözlü olarak aktarırken de Türkçe’yi doğru ve etkin bir şekilde, ifade zenginliklerinden yararlanmanın inceliklerini de bilerek kullanabilmelidir.
Bir ulusu ulus yapan değerlerin başında gelen dil bozulduğunda ulusun yapısı da bozulacak ve ülkede bir kimliksizleşme baş gösterecektir. Dil bayrağımız olan Türkçemizin kirlenmemesi adına gerek yazılı, gerek sözlü ifadelerinizde özel bir çaba sarf etmelisiniz. Bu da ulusal bir görevinizdir. Bunu asla unutmayınız. Tekrar etme gereği duyuyorum. Bir halk kitlesini ulus haline getirmenin üç temel öğesi vardır:
- Ortak bir tarih şuuru,
- Ortak kültürü
- ve dil birliğidir.
Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ümmetten millete geçiş süreci içinde bu üç unsuru güçlendirmeye çalışmıştır. Dil ve Tarih Kurumu ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” sözleri hep bu düşüncenin yansımasıdır. Bu vatan topraklarında hür ve bağımsız olarak yaşayacaksak, bu üç temel değere sımsıkı sarılmalıyız. Kültürümüze, tarihimize ve dilimize sahip çıkmalıyız. Çünkü, yaşadığımız günlerde her üç değerimize saldırılar ve aşındırmalar vardır.
Değerli Arkadaşlarım,
Konuşmamın ikinci bölümünde irtica ve bölücü terör konusuna değinmek istiyorum. İrtica konusunda Kuvvet Komutanlarımız Harp Okullarının öğretim yılı açılış törenlerinde yapmış oldukları konuşmalarda Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini net olarak dile getirmişlerdir.
Ancak, ben de, bu konuda bir kaç hususa değinmek isterim. Türkiye’de;
- Her fırsatta: “lâikliği yeniden tanımlayalım” diyenler yok mudur? Bu kişiler devletin en üst düzeylerinde yer almıyorlar mıdır?
- Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün yalnız şahsı değil, düşünce sistemi, Cumhuriyet rejimimizin temel nitelikleri ağır bir saldırı altında değil midir?
- Her fırsatı Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak için kullananlar kimlerdir?Her fırsatı Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak için kullananlar kimlerdir?
- Toplumsal yapımızı bozarak, insanımızı çağ dışı bir görünüme sokmak isteyenler yok mudur?
Değerli Konuklar,
Bu listeyi uzatmak mümkün. Ben şunu ifade ediyorum: bu sorulara, “Hayır, Türkiye’de bunlar yoktur” diyebiliyor musunuz? Diyemiyorsanız, Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır.
Terörle mücadele konusunda da bazı hususları ifade etmek istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadeledeki kararlılığı ve terörle mücadelede taraf olduğu defaatle açıklanmıştır. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir.
Benim dikkatlerinize sunmak istediğim konu, bir süreden beri devam eden ve adına da, sanki çatışan iki ülke varmış gibi, ateşkes denen bir sürecin başlatılmış olmasıdır. Bu evvela yurt içinde çeşitli şahıs, kuruluş ve gruplarca gündeme taşındı, bilahare Avrupa Parlamentosunun bazı üyelerinden ve bazı devletlerden benzer çağrılar yapıldı. Geçtiğimiz hafta da Irak Devleti, terör örgütünü ateşkes yapmaya ikna ettiklerini açıkladı. Dün de terör örgütü, sözde, ateşkes ilan etmiştir. Buraya kadar arz ettiklerim bu konunun ne kadar geniş çaplı bir kurgu içinde ele alındığını göstermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri silahlı tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdüreceğini ilan etmiştir. Bu tutumumuzda değişiklik yoktur. Terör örgütü için tek çare silahını kayıtsız şartsız bırakıp Türk adaletine sığınmaktır.
Geçmişte yaşananlar, bunun dışında bir çözümün mümkün olmadığını göstermiş, terör örgütünün dilediği anda tekrar silaha sarıldığı hatta birtakım isteklerinin karşılanması için devletle pazarlık yapmaya, muhafaza ettiği silahlarla devlete baskıya tevessül ettiği görülmüştür.
Terörle mücadelenin bir başka boyutuna da dikkat çekmek istiyorum. Bu da terör örgütüne sağlanan dış destektir. Bildiğiniz gibi, NATO tarihinde ilk defa terörle dünya çapında mücadele için Vaşington Antlaşması’nın kolektif savunmayı öngören 5’inci maddesini yürürlüğe sokmuş, bu amaçla Akdeniz’de bir harekât başlatmış, hem Avrupa Birliği hem de NATO PKK’yı terörist örgüt ilan etmiştir. Yine her iki kuruluş terörle mücadele konusunda, Birleşmiş Milletler tarafından alınmış kararlara ilave olarak kendileri de çeşitli kararlar almışlar, dokümanlar yayımlamışlar, özel personel görevlendirmişler ve yeni teşkilatlanmalara gitmişlerdir.
Hal böyle iken, bu kuruluşlara üye bazı ülkeler, kendi topraklarında terör örgütünün serbestçe faaliyet göstermesine, para toplamasına ve ülkemiz aleyhine çeşitli çalışmalar yapmalarına seyirci kalmaktadır. Bunun da ötesinde ülkelerinde yakaladıkları teröristleri ya yargılamamakta, yargılasa da 30 küsur güvenlik görevlisinin kontrolünde iken kaçmalarına müsaade etmekte ya da onu Türkiye’ye iade etmeden Silahlı Kuvvetlerimize karşı kullanılmak üzere terör örgütüne geri göndermektedir. Bir televizyon istasyonunun yayınlarının önlenmesinde ilgili ülke maalesef tamamen şiddete yönelik ve terör örgütünün propagandası mahiyetindeki yayınları ifade özgürlüğü kapsamına sokarak müttefikinin değil teröristlerin yanında yer almaktadır.
Örneğin, Avrupa Birliği adalet divanı dahi PKK’nın terör örgütleri listesinden çıkarılıp çıkarılmamasına ilişkin olarak açılan bir davayı gündemine almıştır.
Peki nerede sizin terörle mücadele için aldığınız kararlar? Nerede alınan bu kararlar gereği terörle mücadele için iş birliği?
Değerli Konuklar,
Demokratik değerlere ve demokratik hakların kullanılmasına hiç kimse karşı değildir ve olamaz da. Bu konu yakın geçmişte ülkemizde de gündeme gelmiş ve hâlen terör örgütünün aktif üyesi olan bazı eski milletvekillerinin de aralarında bulunduğu bir takım kişilerin seçimlere katılmasının anayasal ve demokratik bir hak olduğu ve bunun önlenemeyeceği yolunda görüşler belirtilmiştir.
Şurası açıktır ki, anayasal hak talep etmek için evvela o anayasayı tanımak ve kabul etmek gerekmektedir. Anayasayı değiştirmek için eline silah almış veya silah alanları desteklemiş olanlar, değiştirmeye çalıştıkları anayasadaki hakları talep edemezler. Aynı şekilde yıkmaya çalıştıkları demokratik düzenin sağlayacağı imkânlardan istifade etme hakları da yoktur.
Değerli Arkadaşlarım,
Konuşmamın üçüncü bölümünde de bazı kesimlerce Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratma yönünde sürdürülen kampanyaya değinmek istiyorum.
Daha önceki konuşmalarımda da belirttiğim gibi Türk Silahlı Kuvvetleri tenkitlere her zaman açıktır. Hatta bu tenkitlerden, bilime, mantığa ve gerçeklere dayandığı takdirde, istifade edebileceği de şüphesizdir ve kaçınılmazdır.
Ancak ne yazık ki, bir süredir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerini ve değerlerini sorgulama ve aşındırma çabaları artarak devam etmektedir. Bu saldırılar maalesef bazı kişi ve çevreler tarafından muteber olmanın bir ön şartı olarak görülmekte, saldırının dozu ne kadar artarsa bu, demokratikleşme yolunda atılmış o kadar büyük bir adım olarak kabul edilmektedir. Yüce Türk Ulusunun sevgi ve güvenine en güvenilir kurum olarak mazhar olmuş Türk Silahlı Kuvvetleri de bu kampanyanın en önemli hedeflerinden biri haline getirilmiş, kampanya yeni şekil ve boyutlar alarak ordumuzun toplum içindeki yerini sorgulamaya ve Türk Silahlı Kuvvetlerini demokratikleşme önünde bir engel olarak göstermeye kadar ulaşmıştır. Bu noktaya gelinceye kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yaşam biçimi olan Atatürkçülük sorgulanmış ve bunun Türkiye’nin önünü kapayan, gelişmesini engelleyen bir husus olduğu resmî raporlara dahil edilmiş, Atatürkçülüğü savunanlar ise bağnaz ve tutucu olarak nitelendirilmiştir. Üzülerek ifade ediyorum, bu saldırılar, dıştan olduğu gibi içimizden de destek bulmuştur.
Diğer taraftan, dost ve müttefik bir ülkenin Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Genelkurmay Başkanlığının Türkiye Millî Savunma Bakanlığına bağlanması yolunda almış oldukları karara gerekçe tespit etmek için yerli ve yabancı kuruluşların katıldığı toplantılar icra etmiş ve raporlar yayımlamıştır. Hatta, aynı ülkenin Genelkurmay Başkanı, Türkiye’ye gelip Türkiye’deki sistemi tenkit eden ve maddi hatalarla dolu bir konuşma yapmıştır. Böylesine bir girişim, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez gerçekleşmiştir. Bu durumu: “Askerler her konuda beyanatta bulunuyor” diyenlerin dikkatine sunuyorum.
Bu gayretlerin bir devamı olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin konumu konusunda içeriği pek çok maddi hata ile dolu yeni bir belge yayımlanmıştır. Bu belgede dikkat çeken en önemli konu, dokümanı oluşturan 22 bölümden 9’unun Polis Akademisi tarafından yazılmış olmasıdır. Kurumsal iş birliğine en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, devletin önde gelen kurum ve kuruluşlarının bu tür çalışmalara katılmalarının nasıl bir fayda sağlayacağını da takdirlerinize bırakıyorum.
Ağırlıkla Türk Silahlı Kuvvetlerinin işlevlerinin ele alındığı raporun ön sözünde yer alan: “itaat kültürünün yerine itiraz kültürünü yerleştirmeyi amaçladığı” yolundaki ifadeler, raporun gerçek niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Bu belgenin tanıtımı 22 Eylül 2006 tarihinde, yani daha bir kaç gün önce icra edilen bir toplantı ile yapılmıştır. Bu toplantıda yerli ve yabancı konuşmacılar tarafından yapılan bazı beyanlar her türlü teamül, nezaket ve tahammül sınırını aşmaktadır.
Bu konuşmacılar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yüce Türk Milletinin anayasa ve kanunlarla, tartışılmaz bir şekilde kendisine vermiş olduğu görevlerini sahiplenmesini; “ülkenin hukuki ve kurumsal yapısına saygısızlık” olarak nitelemekte, yargıya intikal etmiş bazı münferit olayları tek merkezden kontrol edilen geniş çaplı ve planlı uygulamalar olarak göstermekte ve kullandığı her türlü mali kaynağın tahsisi, harcanması ve son kuruşuna kadar denetlenmesinin, devletin ilgili kurumları tarafından yapılmakta olduğunu göz ardı ederek, “şeffaflıktan uzak ve hesap verebilirlikten muaf olduğu” iddiaları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin de ötesinde, onu en güvendiği kurum olarak bağrına basmış olan asil milletimize de saygısızlık yapmışlardır.
Bu beyanların, Mayıs 2006’da yayımlanmış bir belgenin aylar sonra yapılan tanıtım toplantısı vasıtasıyla, kasım ayında Avrupa Birliği tarafından yayımlanacak ilerleme raporu öncesine denk getirilmesinin amacının da Silahlı Kuvvetleri cevap vermeye zorlamak ve hazırlanacak olan rapora, bu cevabî beyanatımızı bir gerekçe olarak dahil ettirmek olduğu aşikârdır.
Bütün bu mesnetsiz beyanlara maalesef devletin hiçbir kurum ve kuruluşundan, kamuoyundan herhangi bir açıklama ve tepki gelmemiştir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğini tamamen desteklediği daha önce müteaddit defalar beyan edilmiştir. Bu nedenle bu açıklamamın Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilişkilendirilmesi yanlış olur. siyasi her türlü polemiğin dışında kalmak için azami gayret gösteren Türk Silahlı Kuvvetlerinin Avrupa Birliği paravanası arkasına gizlenerek yapılan bu ithamlara karşı kendini savunma hakkını kullanması da en tabii hakkıdır.
Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bazı çevrelerin hedef tahtası değildir. Ben bir askerim ve yasaların bana verdiği görevleri yerine getiriyorum. Asker olarak bizim siyasetle ilgimiz yoktur. Ancak güvenlik ve rejim ile ilgili temel mülahazalarımızdan rahatsızlık duyanlar varsa, bu onların kendi rahatsızlıklarıdır. Şimdi bu konuyla ilgili düşüncelerimi açıklamak istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili olarak Avrupa Birliği yetkilisi Bay KRETSCHMER bir ip ucu veriyor: “Silahlı Kuvvetlerin ulusal güvenlik konusuna çok geniş perspektiften bakarak, kamu hayatının hemen her yönüyle ilgili, örneğin: din eğitimi, kültürel haklar, üniversite gibi hususlarda açıklamalar yaptığı, bu açıklamaların halk üzerinde büyük etkisi olduğu, Silahlı Kuvvetlerin halktan en çok saygı gören en istikrarlı kurum olarak değerlendirilmesi gerçeğinden cesaret alarak bu açıklamalarda bulunmayı meşru gördükleri” tespitinde bulunuyor.
Değerli Konuklar,
Değerli Silah Arkadaşlarım,
Bu tür ifadeler demokratik söylem açısından kulağa hoş gelen söylemlerdir. Ancak, ben bu söylemleri açık Türkçe’ye çevirerek yorumlayacağım;
- Din Eğitimi,
- Kültürel Haklar,
- Üniversite derken, sözü geçen Avrupa Birliği görevlisi nelerden rahatsızlık duyuyor?
Türk Silahlı Kuvvetlerinin halktan en çok saygı gören gücünden. Halkın bu söylemlerden etkilenmesinden neden rahatsızlık duymaktadır? Türk Silahlı Kuvvetlerinin demokrasi dışı hangi söylemi vardır? Yoksa, Türk Silahlı Kuvvetlerinin söylemleri bu yorumları yapanların gizli ajandalarının hedeflerini mi zorluyor? Bunları iyi bilmeliyiz.
Harp Akademilerinin Değerli Mensupları,
Bu konuyu burada gündeme getirmemin bir anlamı var. Bugün bu salonda öğrenci subay olarak bulunan genç subaylar, gelecekte bizim yerlerimizi alacaklardır. Bu kişilere doğru ve objektif bilgileri vermemiz gerekmektedir. Temel bilgileri alacakları yer bu kurumdur. Bu kurumdan yetişecekler, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaya da muktedir olanlardır ve olacaklardır.
Değerli Konuklar,
Silahlı Kuvvetlerin demokratik kontrolünün ne anlama geldiği ve bu amaçla ne tür uygulamalar yapılabileceği, konu ile ilgili dokümanlarda kural olarak benimsenebilecek neler yazdığı ayrı bir konudur. Gerek olursa bu konudaki görüşlerimizi de açıklarız. Ancak burada önemli olan yapılan çalışmaların bilimsel verilere ve bulgulara dayanması ve gerçekleri yansıtmasıdır.
Konuyu fazla uzatmadan bir iki örneği sizlerle paylaşarak takdiri Türk Milletinin engin sağduyusuna bırakıyorum.
Örnek-1 (Sayfa 52): “Genelkurmay Başkanı’nın görev ve yetkilerini kime bağlı olarak yürüttüğü hususu Anayasa’da mevcut değildir.”
Cevap: Anayasa Madde 117/4: Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.
Örnek-2 (Sayfa 12): “Mevcut durumda zorunlu askerlik, sivil demokratik bir kültür yerine askerî değerleri şekillendirici bir laiklik ve milliyetçilik anlayışını toplumsallaştırmaktadır. Askerî kararlar üzerinde parlamenter denetim tam olarak oluşturulamamaktadır.”
Şeklindeki ifadelerden zorunlu askerlik yerine, profesyonel ordunun kurulmasının Millî Savunma Bakanlığı bütçesine getireceği yük hakkında bilgi sahibi olunmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu konuda bir açıklama yapmak isterim.
Türk Silahlı Kuvvetleri tamamen profesyonel bir yapıya geçerse; sadece personel maaşları ve sosyal yardım giderleri; bugünkü Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin üç katı olacaktır. Hal böyle iken dokümandaki ifadeleri bilimsel kabul etmek mümkün müdür?
Örnek-3 (Sayfa 54): “Üst düzey komutanlar, düzenli olarak gerek iç ve gerekse dış politika konularında görüşlerini açıklamayı sürdürmektedirler.”
Cevap: Buna örnek olarak, Şemdinli olaylarında yer alan bir astsubay hakkında; benim söylediğim “Tanırım iyi askerdir, ancak suç işlemişse cezasını alır” cümlemi gerekçe göstermiştir. Bu hususun iç ve dış politika ile ilgisi nedir? Ayrıca sarf ettiğim cümleyi tam olarak yazma dürüstlüğü dahi gösterilmemiştir.
Örnek-4 (Sayfa 56): Bir basın mensubu şöyle yazıyor: Bir general bana dedi ki: “Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ni biz hazırlarız, Başbakanlığa basılması için göndeririz.” Böyle gerçekle hiçbir ilgisi olmayan ifadelerin hangi kritere uygun olduğunu anlamak da mümkün değildir.
Değerli Komutanlar,
Değerli Konuklar,
Bu tür raporlar kimlerin desteği ile hazırlanıyor bilmiyorum. Bir kısmını sadece tahmin ediyorum. Ancak bu tahminlerim, bu raporların kimler tarafından desteklendiğini gördükçe gerçeğe dönüşüyor ve bundan ziyadesiyle rahatsız oluyorum. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak, bu anlamlı günde daha fazla örnek vermek istemiyorum. Bununla birlikte, bu tür raporlar gelecekte de yayınlanırsa, daha açık ve net belgeleri kamuoyu ile paylaşacağımdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Değerli Silah Arkadaşlarım,
Değerli Konuklarımız,
Konuşmamın son bölümünü, üzülerek ifade ediyorum, kendi içimize yönlendiriyorum.
Bu anlamsız raporun tanıtım konferansına Türk yetkililer de katıldı ve konuşma yaptılar. Basında yer alan bu konuşmalardan bazı ifadeleri takdirlerinize sunuyorum. İfade aynen şöyle:
“Genelkurmaydan gelen bildiriler her zaman serttir, medya başka konularda aslan kesilir, bu konuda dişidir.”
“Türk âleminin 200 senedir siyasetle çözemediği en çetin problemlerinden bir tanesi Türk ordusunun silahlanmasıdır. Nereden elde ediyor bu silahı, hangi imkânlarla?”
“Savunma bütçemiz şeffaf değildir. Millî Eğitim bütçemizde birbirimizin gırtlağına sarılırız. Savunma bütçesi geldiği gibi gider.”
“Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde yasama, yürütme ve yargı bağlamında hiçbir organın denetleme yetkisi yoktur.”
“Millî Güvenlik Siyaset Belgesi Bakan’a imza karşılığı verildi. Utanarak söylüyorum, Milletvekiliyim içinde ne olduğunu bilmiyorum.”
Değerli Konuklar,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yapısı, bu yapı içindeki kurumların ve bir bütün olarak sistemin işleyişi konusunda içimizdekilerin bu hayret verici bilgi noksanlığı karşısında neredeyse biraz önce eksik bilgileri nedeni ile tenkit ettiğim yabancılara haksızlık ettiğimi düşüneceğim.
Sayın Konuklar,
Harp Akademilerinin Değerli Mensupları,
Harp Akademilerinin 2006-2007 Eğitim ve Öğretim yılına başlaması nedeniyle düzenlenen bu törende sizlerle beraber olmaktan büyük mutluluk duymaktayım.
Yeni öğretim yılında Harp Akademilerinin değerli mensuplarına başarılar diliyor, hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum.