Oluşturulma Tarihi: Nisan 19, 2003 22:13
YAZININ BİLİNEN İLK ÖRNEĞİ BASRA'DA
Bilinen ilk yazı örneği yaklaşık MÖ 3300 tarihinden kalma Basra yakınlarında bulunan Uruk kil tabletleri üzerinde yer alıyor. Yazı bu tarihte bile 700'ün üstünde değişik işarete sahip bütünsel bir sistemdi. İlk tabletler, tahıl, bira ve canlı hayvan gibi malların alışverişine ilişkin kayıtları ya da yazmayı yeni öğrenen yazmanların kullandığı listeleri içeriyordu.
4 BİN YIL ÖNCE BİLEŞİK FAİZ HASABI YAPIYORLARDI
Geometri Mısır'da cebir Mezopotamya'da doğdu. Mezopotamyalılar MÖ 2000'lerde olağanüstü bir matematik bilgisine sahiptiler. Çarpma ve ters sayı cetvellerinden başka kare, karekök, küp ve küp kök cetvellerini kullanıyorlar, bileşik faiz hesaplarını yapabiliyorlardı. Pi sayısını bulmuşlardı ve 3.125 olarak uyguluyorlardı. Hesaplarında iki tabanlı logaritma kullanıyorlardı. Klasik matematiğin esaslarını MÖ 700-600'lü yıllarda yaşayan Yunanlı Pisagor ve Tales'ten 1400 yıl önce biliyorlardı. Babilliler, ünlü Pisagor Teoremi'ni, ondan 1400 yıl önce 15 ayrı çözümde bulmuşlardı. Mezopotamyalıların Tales teoremini Yunanlılardan önce bildiklerini gösteren bir tablet halen Vatikan'da bulunuyor.
BABİLLİLER'İN MÖNÜSÜNDE 20 ÇEŞİT BİRA VARDI
İlk bağcılık burada yapılmış, ilk şarap kadehi burada kaldırılmıştı. Biranın da doğum yeri burası olmuştu. Bira ile ilgili en eski belgeler 6 bin yıl öncesine dek uzanıyor. Birayı Sümerler ortaya çıkarmış, Babilliler de çeşitlendirmiş. Babillilerin mönüsünde tam 20 farklı bira olduğu tespit edilmiş. Bira ile ilgili ilk yasayı koymak da yine aynı Hammurabi'ye nasip olmuş. Hammurabi, kişi başına günlük bira istihkakı konusunda da bir yasa çıkarmış. Buna göre, sıradan bir işçiye 2 litre, devlet memuruna 3 litre ve idarecilerle yüksek makamlardaki din adamlarına 5 litre bira veriliyormuş. Para ile satılmaz, satan da idamla cezalandırılırmış.
BÜTÜN İNANÇLAR BURADA YEŞERDİ
Eski Mezopotamya'da yüzlerce tanrıya tapılır, her etnik grubun, hatta her kentin kendi tanrıları bulunurdu. Aynı topraklarda daha sonraki dönemlerde tek tanrılı dinler ortaya çıktı. Ama çok tanrılı dönemlerde de hoşgörü hakimdi. Bir yörenin tanrıları çoğu kez bir başka bölgenin tanrılarına dönüşür ya da özdeşleştirilirdi. Böylece Babil ve Asur geliştikçe Marduk ve Aşşur öne çıktı. Tanrılar insan biçimindeydi, olağanüstü güçleri vardı, ama tıpkı insanlar gibi duygulara ve ihtiyaçlara da sahipti. Kimi iyi, kimi kötü olan cinler, ruhlar, doğaüstü güçler çeşitli biçimlere girer ve çoğu kez de hem insan hem de hayvan özelliklerine sahip olurdu. Bugün Anadolu'da yer yer devam eden cin ve perilere ilişkin inançların kökeninde eski Mezopotamya efsanelerinin önemli bir yeri var. Eski Mezopotamyalılar da kötü ruhları ve cinleri kovalamak, insanı nazardan korumak için kurşun döktürür, kapılarına sarmısak demetleri bağlar, nallar asarlardı.
HARRY POTTER VE YÜZÜKLERİN EFENDİSİ DE MEZOPOTAMYALI
Mezopotamya'dan yayılan inançlar Batı düşüncesinin ve hayal gücünün şekillenmesinde hálá etkisini sürdürüyor. Bilimkurgu romanlarında ve filmlerde görülen doğaüstü kahramanların neredeyse tümü Mezopotamya inançlarının bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Son dönemde dünyanın ilgisini çeken Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi gibi roman ve filmlerde hemen tüm kahramanların prototipini Mezopotamya efsaneleri ve inançlarında bulmak mümkün.
BİR ÇEŞİT PİL KEŞFETTİLER TIP ALANINDA KULLANDILAR
Mezopotamyalıların elektriği de bilinenden yaklaşık 2 bin yıl önce keşfetmiş olabilecekleri düşünülüyor. 1938'de Alman arkeolog Wilhelm König Bağdat'ın biraz dışında bir toprak kap buldu. 13 santim yüksekliğindeki kabın içinde demir bir çubuğu saran bakır bir silindir vardı. O zaman König bunun bir pil olduğuna kanaat getirmişti. Günümüzde bu konu üzerine kafa yoran birçok uzman pillerin tarihini MÖ 200 yılı civarındaki Pers ya da Sasani kültürüne dayandırıyor. Uzmanlar aynı teknikle laboratuvar ortamında pillerin taklitlerini ürettiler. Bu sayede Bağdat pillerinin 0,8 ile 2 volt arasında bir güçte elektrik üretebildiği anlaşıldı. Bu pillerin hangi amaçla kullanıldığı konusunda iki ihtimal ortaya atılıyor. Bir ihtimale göre pillerin ürettiği elektrik akımı tıpta bir tür ağrı kesici gibi kullanılıyordu. Diğer ihtimalde ise altın ve gümüş gibi değerli metalleri parlatmak için pilin ürettiği akımdan faydalanılıyordu. Bağdat'taki pillere inanan uzmanlar elektrolit madde olarak da üzüm suyunun kullanıldığını öne sürüyorlar.
MAĞDURUN AFFETTİĞİ TECAVÜZCÜ KIRMIZI EŞARPLA GEZMEK ZORUNDAYDI
Babil devleti, bölgedeki uygarlıklar arasında en ileri olanı. Babil’in en büyük kralı, şüphesiz Hammurabi'ydi. Onun düzeninin hüküm sürdüğü Babil’de tek eşlilik esastı. Kadın dava açmak, çeyizinin gelirini veya kocasından kalan mirası yönetmekte özgürdü. Miras kız ve erkek çocuk arasında eşit paylaştırılırdı. Hammurabi Kanunları’ndan biri de tecavüzle ilgili. Babil ülkesinde tecavüzün cezası ölümdü. Eğer mağdur kişi affederse bir bedel karşılığı hayatı bağışlanıyordu. Ama bunun da bir şartı vardı: Tecavüzcü affedildikten sonra hayatı boyunca başına kırmızı bir eşarp bağlayıp dolaşmak zorundaydı. Eşarbı çıkardığı görülürse kellesini kaybederdi...
KÜLTÜR TURİZMİNİN DUAYENİ
FARUK PEKİN
Irak normalleşince Mezopotamya turizmi patlayacak
Kültür turları üzerine uzmanlaşan Fest Turizm'in sahibi Faruk Pekin, sanat tarihçisi, gezgin, yazar ve yeni kurulan Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı'nın yönetim kurulu üyesi. Pekin ‘‘Irak'ın normalleşmesi sonrasında önümüzde uçsuz bucaksız bir kültür coğrafyası açılacak. Mezopotamya turizmi patlayacak. Buna hazırlıklı olmalıyız’’ diyor.
E. KALKAN
Irak'ın kültürel varlıkları konusunda Amerika'yı bağlayan uluslararası anlaşma var mı?
- 1954'te yapılan Lahey Antlaşması, ‘‘Silahlı Çatışma Durumunda Kültürel Varlıkların Korunması’’ sözleşmesi olarak kayıtlara geçti. Soğuk Savaş'ın sürdüğü dönemde ABD, ‘‘Eğer bu kültürel varlıkları koruma benim Sovyetler Birliği'ne bomba atmamı önlüyorsa, bu antlaşmayı imzalamam’’ diyordu. Soğuk Savaş'ın bitmesiyle ABD'nin elinde gerekçe kalmadı ama sözleşmeyi hálá imzalamadı.
Kültürel varlıkların bu savaştan zarar görmemesi için hangi kuruluşlar uyarıda bulunmuştu?
- Amerikan Arkeoloji Enstitüsü (AIA) ocak ayında, Irak'taki arkeolojik ören yerleri, müzeler ve anıtların tüm halklara ve hükümetlere bu kültürel birikimi koruma görevini verdiğini hatırlattı. Bunu kültürel miras alanında çalışan ICA, ICAMOS, ICOM, IFLA gibi uluslararası kuruluşların ortak örgütü Mavi Kalkan'ın bildirisi izledi.
Bir yazınızda, bu açıklamaların yeterince kapsayıcı olmadığını söylüyorsunuz. Neden?
- Evet, ne yazık ki söz konusu örgütler, Batı merkezli düşündükleri için sadece antik Mezopotamya kültürünü öne çıkarıyor. Batı düşüncesi, Batı uygarlığının köklerinin Helen ve Mezopotamya uygarlığına dayandığına inanıyor. Bu yüzden de yalnız Antik Mezopotamya'ya dikkat çekiyorlar. Bu topraklarda daha sonra yaşamış Pers, Abbasi, Selçuklu, Atabekler ve Osmanlı kültürünü ayrıca günümüz Irak'ında yaşanan kültürü görmezden geliyorlar.
UNESCO'nun tavrı nasıl?
- UNESCO 2002'de toplam 730 yeri Dünya Kültür Mirası Listesi'ne almış. Bu listede ABD'den 18 yer var. Oysa bütün kültürlerin doğum yeri olan Mezopotamya'dan bu listede sadece, bir Part kenti olan Hatta yer alıyor. Bu insanlık için ne büyük bir eksik, UNESCO için ne büyük bir ayıp. Mezopotamya'nın Türkiye kısmından ise sadece Nemrut Dağı listeye sızmayı başarabilmiş. UNESCO'nun oluşturduğu bir de geçici liste var. Asur, Samarra, İnova, El Haydar, Ur ve Vasit'in adı geçiyor.
ABD'deki 200 yıllık yapı tarihi eser sayılırken Mezopotamya'daki 2 bin yıllık eser gözardı edilmiş oluyor...
- Evet, gözardı edilenler arasında Hıristiyanlığın ilk dönemine ait mabetler, Abbasi kentleri ve eserleri, 600 yıllık Osmanlı Dönemi kalıntıları var. 1954 Lahey Sözleşmesi 1956'da yürürlüğe girdi. Sözleşmeye ek olarak iki protokol yapıldı. Birinci protokolü aralarında Türkiye ve Irak'ın da bulunduğu 85 ülke imzaladı. ABD ve İngiltere bu sözleşmeyi kabul etmedi. Ama ABD, 1970'te yapılan ikinci protokolü imzaladı. ‘‘Kültürel Varlıkların Sahiplerinin El Değiştirmesi, Bunların Yasadışı İthalatı ve İhracatının Önlenmesi ve Yasaklanmasının Araçları UNESCO Sözleşmesi’’ başlığını taşıyan bu akit ABD'yi bağlıyor.
Irak'a yönelik turizm faaliyeti yaklaşık 22 yıldır yapılamıyor. Türkiye'nin Mezopotamya bölgesi terörden dolayı uzun yıllar kapalı kaldı. Irak savaşı bitince bölgeye yönelik talepte büyük bir patlama yaşanacağı söyleniyor. Ne diyorsunuz?
- Özellikle Mardin turizmin yıldızı olacak. Bu bölgede dünyada bir eşi daha olmayan binlerce tarihi eser mevcut. Turizm önümüzdeki dönemde bu bölgemizin kalkınmasının da motoru olacak. Havaalanlarının genişletilmesi, tarihi yapıların restore edilmesi, turizm işletmelerinin faaliyete geçmesi, kalitenin yükseltilmesi gerekiyor.
Siz birkaç yıldır Suriye'ye tur yapmaya başladınız. İzlenimleriniz neler? Türkiye, tüm Mezopotamya turizmi için merkez olamaz mı?
- Olabilir. Antakya'da iyi bir havaalanı olsa tüm Mezopotamya'ya buradan turist aktarılabilir. Suriye turlarımız büyük ilgi çekti. Suriyeliler turistlere karşı çok saygılı. Devlet, bürokrasi engel çıkarmıyor. Lübnan ve Suriye'de Şam, Bosra, Kanavat, Maalula, Palmira, Hama, Ebla, Halep, Saint Simeon, Ugarit, Lattakia, Beyrut, Sayda, Baalbeck, Anjar gibi tarihi alanlara turist götürdük. Irak'ın normalleşmesi sonrasında önümüzde uçsuz bucaksız bir kültür coğrafyası açılacak. Buna hazırlıklı olmalıyız. ABD tavrını belirlesin, biz hemen eylül-ekim ayında Irak ve Suriye'ye turları başlatırız. Dünyanın her yanından bizim Mezopotamyamıza gelecek insanları diğer iki ülkeye götürebiliriz.
MEZOPOTAMYA UZMANI
ARKEOLO GÜL PULHAN
Yağmacılar savaş suçlusu sayılsın
Mezopotamya uzmanı Dr. Gül Pulhan ‘‘Eğer tarih yazıyla başlar klişesini kabul ediyorsanız, tarih Irak topraklarında başladı’’ diyor. Pulhan'a göre Irak'ta tarih yağmasına katılanlar, göz yumanlar ve yağmalananları satın alanlar savaş suçlusu ilan edilmeli.
E. KALKAN
1994'te Bağdat gezisiyle ilgili izlenimleriniz neler?
- Irak'a bir kez 1994'te gidebildim. Yarı kültür, yarı propaganda etkinliği olan Babil Festivali'ne İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden arkeolog Edibe Uzunoğlu'nun davet edildiğini duydum. Irak Büyükelçiliği'ne yazıp, gitmek istediğimi söyledim. Davet ettiler. Duygusal açıdan çok hırpalayıcı bir seyahatti. Büyük bir yiyecek sıkıntısı vardı. Bağdat Müzesi'ne gittiğimizde Edibe Hanım eskiden tanıdığı Asur uzmanı Behice İsmail Hanım'ın ne kadar zayıfladığını görünce hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Bir hafta Bağdat'ta Filistin Oteli'nde kaldık, karneyle yiyecek verildi. Sokaklarda sadece bin yıldır yedikleri hurma satılıyordu. Dönüş için Edibe Hanım'la Amman'a taksi tuttuk. 50 dolar istediler. Yol için yiyecek ve su bulmamız gerekiyordu. Bağdat'ın lüks semtlerinden birinde bir karaborsa dükkanına götürüldük. Bizdeki şarküteriler gibi tıka basa doluydu. Bunun dışında Bağdat çok mamur bir şehirdi. 1991 savaşına ait bir yıkıntı yoktu, klimalar çalışıyordu, benzin bol ve ucuz olduğu için çok araba vardı. Bu seyahat beni o kadar etkilemişti ki izlenimlerimi ''Bağdat Hatıraları'' başlığıyla yazdım.
1991'den sonra Irak'taki müzelerin sistematik olarak soyulduğunu söylüyorsunuz. Hangi eserler kayıp?
- 1991 savaşından sonra yaşanan talan, daha ekonomik boyutluydu. Şu anda olan bitenin yanında hiç kalıyor. Şu anda iç yüzünü henüz tam bilemesek de sistemli bir kimlik yok edilişi en azından teşvik ediliyor belki de ısmarlanıyor. 1991 talanında dokuz bölge müzesinin zarar gördüğü rapor edildi. Taşınması kolay mühür, tablet, figurin gibi ufak eşyalar dünya piyasasına çıktı. Höyüklerde kaçak kazılar yapıldığını da biliyoruz. Irak Eski Eserler Genel Müdürlüğü ile birlikte çalışan Cambridge Üniversitesi McDonald Arkeoloji Enstitüsü'nün yasadışı yollarla ele geçirilen arkeoloji ve sanat eserleri ile mücadele merkezi 4000 eserlik bir katalog hazırladı. Katalog bu malların pazarlanabileceği kişi ve kurumlara dağıtıldı. Ancak, sanıyorum bir avuç eser Irak'a geri dönebildi.
Bağdat'tan TV görüntülerinde tuvaletleri bile sırtına yükleyip giden insanlarla karşılaşıyoruz. Bu talan ortamında müzelerin korunabilmesi mümkün müydü?
- Bağdat Müzesi, kütüphane, Ulusal Arşiv gibi yerlerin korunması bir öncelikti. Koskoca ülkeyi üç haftada ele geçiren silahlı güç için çocuk oyuncağıydı. Üstelik uluslararası arkeoloji dünyası aylardır çan çalıyordu. Pentagon arkeologlarla düzenli toplantılar yaptı, korunması gereken kültür mirası noktalarının koordinatları tespit edildi. Yani çok şey yapılıyormuş gibi gösterildi. Sonra 15 saat süren müze talanına hiç aldırış etmediler. Hatta kışkırttıkları ve bazı çelik kapıları açtıkları bile söylendi.
Uluslararası kuruluşlar Bağdat'tan çalınan eserlerin global takibini yapamaz mı?
- UNESCO çoktan harekete geçmiş olmalıydı. Ama gücü bir şeye yeter miydi, bilemem. Şimdi Nürnberg mahkemelerini hatırlıyor herkes. Bu eserleri çalanların da, çalınmasına seyirci kalanların da ve bence en önemlisi almaya kalkışacakların da savaş suçlusu olarak yargılanması gerekiyor. Çünkü bu gidişle insan olduğumuzu ve uygar bir geçmişimiz olduğunu bize hatırlatacak hiç bir şey kalmayacak.
Son savaş sırasında yok olan eserlerin elinizde sağlıklı bir dökümü var mı?
- 1991 talanı sonrasında yayımlanan katalogdan bahsetmiştim. Irak deyince, yüz binlerce eserden söz ediyoruz. Bunların her birinin müzelerde bile fotoğraflı, çizimli kayıtları olmayabilir. Üstelik İngiliz gazeteci Robert Fisk, geçen haftaki Bağdat Müzesi talanında tüm kayıt fişlerinin ve bilgisayarların da tahrip edilmiş olduğunu yazdı.
Bizim Mezopotamyamızın durumu nedir?
- Güneydoğu’da terör sebebiyle on yıl kadar kesintiye uğramış olan çalışmalar son birkaç yıldır hızlandı. Bunun esas sebebi baraj gölleri nedeniyle birçok yerin su altında kalacak olması. Şu anda ODTÜ TACDAM koordinasyonunda yirminin üstünde arkeolojik çalışma var Urfa-Diyarbakır hattında.
Bundan sonra Irak'ın ziyaretçilere açılması umudu var mı?
- Arkeolojik kalıntılar sıradan insanın ilgisini çekecek türden değil. Mezopotamya esas olarak kerpiç bir uygarlık. Kerpicin kalıntıları kazıdan sonra muhafaza edilemez. Saddam Hüseyin'in kötü bir biçimde yeniden inşa ettirip ayağa diktiği Babil, Ninova gibi birkaç ören yeri dışında Irak'a gidenlerin eski Sumer, Akad, Babil, Asur kentlerinden görecekleri toprak tepelerdir. Ama coğrafya aynen duruyor. Nehirler, kanallar, palmiyeler, Basra civarında MÖ 3000'deki Sümer günlerini hatırlatan saz kulübeler var.
Savaştan önce arkeologların Pentagon'a bir liste verdiği ve Irak'taki bu eserlerin bombalanmamasını istediği söyleniyor. Pentagon sözünü tuttu mu?
- Pentagon'a birkaç bin ören yerinin koordinatları verildi ve bunların içinden sanırım en önemli 400'ü belirtildi. Bombardıman sırasında bunlara dikkat edildi gibi görünüyor ama rejimin düşmesinden sonra müzelerin başına gelenler bu çabaların ne kadar boş olduğunu alay edercesine bize gösterdi.
Bundan sonra neler yapılmalı?
- Herhalde en acil durum daha fazla talan ve tahribat yapılmasının önlenmesi ve Irak'ta hayatın normal bir hale gelmesine gayret edilmesi. Normal günlük hayat tesis edilemediği, güvenlik sağlanmadığı müddetçe arkeolojiden, restorasyondan, kültür mirasından konuşmak fantezi olacaktır.
100. SAYININ DOSYASI BU KONU
Sekiz yıldır yayınlanan Focus Dergisi 100. sayısını çıkardı. Dergi, piyasadaki Nisan sayısında gündemi oluşturan bu konuya geniş yer ayırdı. Okuyucularına sayfalarımıza da aldığımız Mezopotamya haritasını poster olarak veren dergi, ‘‘10 bin Yıllık Uygarlıklar Tarihi’’ başlıklı dosyada, Fırat ve Dicle nehirlerinin çevresinden çekilmiş olağanüstü güzel fotoğraflar yer alıyor. Dosyada, Rakka, Zeugma gibi yerleşimler, soyu tükenmeye başlamış Bataklık Arapları'nın geçmişi, Mezopotamya uygarlığının temel taşı sayılan suyun bölge için önemi, barajların, insanlığın tarımla tanışmasının tarihi, ilk kentlerin kurulması gibi konular işleniyor.
MEZOPOTAMYA KİTABI
İletişim Yayınları'nın 1996'da piyasaya çıkan Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi serisinin 9. kitabının adı ‘‘Mezopotamya ve Eski Yakındoğu’’. Kitap Mezopotamya hakkında Türkçe'de çıkmış en kapsamlı eser. Ünlü antikçağ tarihçisi Michael Rouf'un kaleme aldığı eserde 45 harita ve 12 bin yıllık süreçte ortaya çıkan tüm Mezopotamya uygarlıklarına yer veriliyor.