Güncelleme Tarihi:
Müslümanlar yakınlarının ölümünden sonra 40 gün boyunca yas tutar. Eğlenceye ve kendilerine zaman ayırmazlar. Sadece ölen kişi için dua edip ve o anıları yaşatırlar. Eğer her ölüm için 40 gün yas tutmak gerekirse, Pakistan sürekli olarak yasta olacak demektir.
Pakistan’ın kuruluşundan bu yana geçen 64 yılda çok fazla kan döküldü. 1 Ocak’ta, ABD’nin düzenlediği dört insansız hava aracı saldırısında ülkenin kuzeyinde 19 kişi öldü. Bu olayın ardından ülkede 2010’da 110 ayaklanma görüldü. Her zaman olduğu gibi ölenler adı sanı bilinmeyen insanlardı, ancak militan oldukları söylendi.
3-4 Ocak tarihlerinde, Karaçi’de sekiz kişi öldürüldü. Birçok konuda liberal bir tutum sergileyen Pakistan'ın en büyük üçüncü partisinin üyesine suikasta uğradı.. Olayın ardından başlayan ayaklanmalarda yedi kişi daha hayatını kaybetti.
Daha sonra 5 Ocak’ta, Pencab eyaletinin valisi Salman Teysir İslamabad’da gündüz vakti öldürüldü. Aynı gün, Belucistanlı üç kişinin kurşun yaralarıyla kaplı cesetleri bulundu. Bu kişilerden biri olan Kambar Cakar, iktisat alanında yüksek lisans yapmış, saygı duyulan ve tanınan bir aktivistti. Cakar daha 24 yaşındaydı.
Bu gelişmelerin hiçbiri gazetelerin manşetlerini süslemedi. İnsan hakları gruplarına göre, teröre karşı savaşın başladığı 10 yıl öncesinden bu yana doğalgaz zengini Belucistan eyaletinde yaklaşık 100 bin insan kayboldu. Cakar gibi laik, solcu aktivistlerin ortadan kaybolması, yıllardan beri şahit olunan olaylar.
HAYAT VE ÖLÜM BİR ARADA
Ülkem talihsiz bir suikast geçmişine sahip. Suikast, hukukun üstünlüğü tartışmasında ortaya çıkacak şiddete direnmek için bir eğilim haline geldi. Evet, Pakistan’da çok fazla kan döküldü. Ancak bu yeni değil. Eski ekonomi bakanı ve siyasi aktivist olan Mübeşir Hasan, Pakistan elit tabakasını Kali Ma’yla, yaratılış ve yok oluşu temsil eden Hindu tanrıçasıyla karşılaştırıyor.
Kali Ma, çocuklarına hayat bağışlamakla birlikte, onları yutuyor; onları yaratıyor ve aynı zamanda yok ediyor. Hindistan’ın bağımsızlığını elde etmesinden dört yıl sonra, 1951 yılında Pakistan’ın ilk başbakanı Rawalpindi kentinde vurularak öldürüldüğünden bu yana düzen bu şekilde.
En şiddetli ve hoşgörüsüz rejimlerin yönetimde olduğu dönemlerde bile, Pakistan’ın özündeki liberallik kendisini güçlü bir muhalefet olarak gösterdi. Pakistan’ı 1977’den 1988’e kadar yöneten ve Teysir suikastının ardında olduğu düşünülen General Muhammed Ziya ül-Hak, aynı zamanda dine hakaret kanunlarından sorumlu olan kişi. Bu kanun, zina yaptığı iddia edilen ya da evlilik öncesi cinsel ilişkide bulunan kadınları ölüm cezasına çarptırılması riskini de beraberinde getiriyor.
General Ziya’nın sıkıyönetiminde, hırsızlığın bedeli uzvun kesilmesiydi. Ancak hırsızların halk önünde kötürüm bırakıldığı Suudi Arabistan ve Taliban yönetimindeki Afganistan’ın aksine, Pakistan’da cezayı yerine getirmesi için tek bir doktor bile bulunamıyordu.
General Ziya, büyükbabam ve amcamın da kurban gittiği çok sayıda suikastın ve idamın emrini verdi. Ancak Pakistan’ın hala yaşayan, liberal, ılımlı ve hoşgörülü tarafını öldüremedi. Bunu kimse yapamaz.
KADINLAR AYAKTA KALMALI
Daha yakın bir zamanda, General Pervez Müşerref geleneksel basının üzerinde baskı kurduğunda, gazeteciler oto sansürü reddederek, internete yöneldi. Müşerref’in sıkıyönetim ilan etmesinin ardından Karaçi’nin etrafını “diktatör başına bir darbe” yazan duvar yazıları kapladı.
Liberalizmden arta kalan başka örnekler de mevcut. Geçtiğimiz ay, Karaçi’de kaçırılan iki kıza tecavüz edildi. Tehlikenin kol gezdiği Karaçi’de tek bir prensip için bir araya gelerek, Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın sözünü doğruladılar: “Dünyada iki güç vardır; biri kılıcın ve bir diğeri de kalemin gücü. Ancak her ikisinde de güçlü olan, kadınların gücüdür.”
Pakistan, liberalizmin en doğal müttefiklerini, kadınları ve basını korumak için çaba göstermeli. Bu savaş bizim ve sadece bize ait. ABD’nin casus uçakları ve Pakistan’ın içişleri karışmak sadece ülkeyi bölüyor.
http://twitter.com/HurriyetPlanet