Oluşturulma Tarihi: Aralık 08, 2000 00:00
burası türkiye, burda yabancıları sevmeyiz! 'gençliğim nereye gidiyor?' adlı yazıda 'yabancılaşma' konusunda açtığım parantez, konuya biraz haksızlık ettiğim kanısını uyandırdı bende ve parantezi yeniden açmaya karar verdim... haksızlık, konuyu enine boyuna değil de, çok kısa olarak anmamla ilgili. kaldığım yerden devam ediyorum... insan, bir çok ırmak tarafından beslenen bir deniz gibidir. beslenme kaynakları sınırsızdır ama, bir denizin kendi içeriğine uymayan tatlı sularla beslenmesinde ilginç bir durum vardır; deniz denizliğinden bir şey kaybetmez de, ırmak, ırmak olmaktan çıkmıştır artık. bilgi, bizi şaşırtır, kendimizde olmayanı anlatır bize, besler. bilgi olmaktan çıkarak, eyleme, düşünceye dönüşür. bir nesne olmayan bilgi, insanda, onun nesnelerle ve diğer canlılarla kurduğu bağın temelini oluşturur. işte, yabancılaşmanın tanımını da buna benzer bir durumda, insanın çevresindeki nesneler ve canlılarla kurduğu bağın zayıflamasında, hatta kopmasında aramak gerekir; aklın ve bilincin yetersiz kaldığı durumlardır bunlar. ırmaklar kurumuştur... modern insan, modernleşmek adına, doğaya yabancılaşarak, aklına gelebilecek bin türlü eşyanın etkisi altında kaldı. lüks villalar, pahalı arabalar, göz kamaştırıcı bürolar, dev binalar... yine de 'tatil' ve 'köy' sözcüklerini bir arada kullanabildi. kopan her bağın yerine yenilerini koymakta gecikmedi doğrusu. ortaya çıkan yeni olgu eskisi gibi olmasa da biz öyle olduğunu sandık. geçmişe ait bilgilerimiz, bize, ortaya çıkan her yenilik ve değişiklikte, arada organik bir bağ bulunduğunu düşündürdü ya da bu bağı biz kurmaya çalıştık. ama günler geçtikçe de bu bağı kurmakta ne kadar zorlandığımızın ve yapay bağlara bel bağlamaya başladığımızın da farkındayız artık. hatta, daha önceden de belirttiğim gibi, kendi kendimizle dalga geçmeye, yabancılaşmayı alaycı bir tavırla kanıksamaya bile başladık. bunun en uç örneklerini kişisel davranışlardan çok, edebiyat,
sinema, tiyatro, psikoloji gibi alanlarda görmek mümkün. eskisine oranla daha ben' ci olan bu alanlar, bir yandan, diÄŸer insanları dışlamaya baÅŸlarken, bir yandan da o insanlar için sanat ürünleri üreterek çeliÅŸkili bir bütün oluÅŸturdu. exupery, "tek gerçek zenginlik, insanlar arasındaki iliÅŸkilerdir." diyor. ÅŸimdilerde, insanların bütün zenginliklerini yok etme çabası içinde olduÄŸunu görebiliyoruz. madalyonun bir yüzünde dev gökdelenlerle, geliÅŸen teknolojiyle, büyük ÅŸehirler ve devasa alışveriÅŸ merkezleriyle 'zenginleÅŸen' insan ya da insanlık, diÄŸer yüzünde ise kendi iç dünyasına gün geçtikçe daha da çekilen, kalabalık cadde ve sokaklarda kaybolan, yalnızlaÅŸan, diÄŸer insanlarla iliÅŸkilerini minimum seviyelere indiren, dev bir hazinenin içinde yalnız başına oturan, fakirleÅŸen insan. sonuçta 'dışarda güçlü' ama 'içinde korkak' bir insan tipolojisi çıkıyor karşımıza. yabancılaÅŸan insan için dünya giderek küçülüyor. bu küçülmeyi 'önemsizleÅŸme' anlamında kullanıyorum; yoksa globalleÅŸen ve iletiÅŸim mezarlığı olan bir dünyadan söz etmiyorum. bir yolculuÄŸu düşünün, nedir yolculuk? en kısa tanımıyla, gitmek istediÄŸiniz yeri size daha da yakınlaÅŸtırma çabası ya da sizin o yere yakınlaÅŸma çabanız. oysa artık gidilen hiçbir yer bizi ÅŸaşırtmamaya baÅŸladı. gitmeden de çok yakın olabiliyoruz gideceÄŸimiz bütün yerlere. gidilen yerler de bulunduÄŸumuz yerden çok farklı deÄŸil aslına bakarsanız. bir yapaylık var ortada; gittiÄŸiniz yerde de aynı yemekleri yiyebiliyorsunuz. küçülen dünyanın bize sunduÄŸu alternatiflerinde cimrileÅŸmeye baÅŸladığını düşünüp, kendimizi daha bir çaresiz görmekte gecikmiyoruz. elbette bu çaresizlik diÄŸer insanlarla aramızdaki iliÅŸkilere de yansıyor. yabancılaÅŸan insan aÅŸkı arzuluyor ama ondan korkuyor. eksiklik duygusunu, çaresizliÄŸini tamamlamayı umuyor bir benzeri ya da karşıtı ile. üstelik çok yaygın olan 'muhataplarına' ve iletiÅŸim cennetine (ya da cehennemine) raÄŸmen, onu bulmayı bir türlü baÅŸaramıyor. baÅŸarsa bile, güçlü bir duygu olan aÅŸk, yabancılaÅŸan insan için "lüks" oluyor ve kısa sürüyor, onu yıpratıyor. yabancılaÅŸma, insanın etrafındaki cansız nesnelere karşı da ortaya çıkıyor. çünkü insanlar artık o kadar çok nesnenin 'sahibi' oldu ki, zamanla o nesnelerin esiri olmaktan da kurtulamadı. bir zamanların dededen kalma asırlık evler, ÅŸimdi yerlerini sık sık deÄŸiÅŸtirilen evlere, semtlere ve kentlere bıraktılar. bir eve baÄŸlanmak bizi sıkmaya, dışarda olmaksa korkutmaya baÅŸladı. evin içindeki eÅŸyaları, onlara alışmaya, kanıksamaya baÅŸlamadan önce deÄŸiÅŸtiriyoruz artık. en basit örneÄŸi, bize geçmiÅŸimizi anımsatacak bir arabamız bile olamıyor. satıp yenisini alıyor, baÅŸkalarının geçmiÅŸini silip yeniden baÅŸlatıyor, kendi geçmiÅŸimizi baÅŸkalarının silmesine izin veriyoruz. bir yandan nesnelerle bütünleÅŸmeyi, hatta bu bütünleÅŸme sırasında büyük bir haz duymayı baÅŸarırken, bir yandan da nesneleri bir anda silip atmayı, unutmayı baÅŸarabiliyoruz. doÄŸayı parçalamaya, gücümüzü ona kabul ettirmeye baÅŸlayalı beri, aslında ne çok ÅŸey kaybettiÄŸimizin farkında deÄŸiliz; bitkileri parklarda, hayvanları hayvanat bahçelerinde görebiliyoruz çünkü! hayvanat bahçesindeki hayvanlar artık hayvan olmaktan çıkıp izlence nesnelerine dönüşüyor. evcil insan, hayvanları, kiÅŸiliklerini yitirmiÅŸ evcil hayvanlara dönüştürdüğünde, kurdele takmış bir kediden de fare yakalamasını beklemiyor elbette. aynı ÅŸekilde evlerimizde, tropik bitkilerden tutun da pencere önlerine koyduÄŸumuz onlarca çeÅŸit çiçek, doÄŸayla ne kadar iç içe olduÄŸumuzu unutmamamızı saÄŸlıyor. binlerce yıldır hayvan ya da bitkilerle dost-düşman ya da yararlı-zararlı ÅŸeklinde iliÅŸkide olan insan, en azından onların varlıklarını onayabiliyor, onları nesneleÅŸtirmiyordu. aynı güç sayesinde, doÄŸayı dönüştürdükçe, mülkiyet ve imza kavramlarının da esiri olduk. geçmiÅŸimizi silme iÅŸinde bize yardım etti imzamız. aynı yardımı yeni baÅŸlangıçlar, nesnelerle ve canlılarla (evcilleÅŸtirilen hayvanların satın alınabilen nesneler olduÄŸunu hatırlayın!) gireceÄŸimiz yeni iliÅŸkiler için de yaptı tabi. belleÄŸimiz giderek parçalanıyor ve her gittiÄŸi yerde, her geçen zamanda bir parçasını unutuyor. maddeyi elementlerine ve atomlarına, hatta atomlarını bile parçalayarak, insanlığın sonunu oluÅŸturabilecek atom bombasına dönüştüren de biz deÄŸil miydik? Ali Hikmet EREN - 8 Aralık 2000, Cuma Â
button