Güncelleme Tarihi:
Arınç, Bakanlar Kurulu sonrasında düzenlenen basın toplantısında açıklamalarda bulundu, gazetecilerin sorularını yanıtladı.
''BENİM MUHATABIM DEĞİL''
Bir gazetecinin "Cemil Bayık'ın ABD'nin çözüm sürecinde gözlemci ülke olması yönünde bir açıklaması var. Bununla ilgili değerlendirmeniz ne olur" sorusu üzerine Arınç, "Size Cemil Bayık kimdir' diye sorsam biraz gülünç kaçacak. Bununla ilgili habere baktığım zaman, 'terör örgütü yöneticisi Cemil Bayık', böyle bir söz söyledi. Terör örgütü yöneticisi dediğimiz bir adamın ne söylediğini ve buna karşılık olarak başbakan yardımcısı sıfatıyla birisinin cevap vermesini istiyorsunuz. Bu mümkün değil" yanıtını verdi.
Arınç, "Terör örgütü yöneticisi olarak bilinen bir insan ne söylerse söylesin, benim muhatabım değil, ben bu konuda bir şey söylemek durumunda kalırsam bu da Türkiye Cumhuriyeti'ne yazık olur" diye konuştu.
EN UZUN MGK
Bir başka gazetecinin, "Geçtiğimiz hafta Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından yapılan bildiride, paralel yapılanmalar ifadesi ilk kez kullanıldı. Kırmızı Kitap için hükümete tavsiye kararı verildiği de belirtiliyor bir yandan. Bugün gündeme geldi mi bu konu? Ayrıca Kırmızı Kitap ile ilgili ne gibi adımlar atılacak" sorusu üzerine de Arınç, Milli Güvenlik Kurulu toplantısının, gündemdeki konuların çok olmasından dolayı uzun sürdüğünü söyledi.
Arınç, Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı'nda da gündemin oldukça yoğun olduğunu ifade ederek "Bahsettiğiniz konu üzerinde bu gündeme göre de konuşma süresi belki beklentilerin de çok altında kaldı" dedi.
Kendisinin 6 yıldır Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına girdiğini belirten Arınç, şunları kaydetti:
"Daha önce de ifade etmiştim, kurul gündemini Sayın Cumhurbaşkanımız belirliyor. Tabii MGK Genel Sekreterliği, Sayın Başbakanla da üye olan bakanlarla da temas etmek suretiyle bu gündemin oluşmasına imkan hazırlıyor ama son karar Sayın Cumhurbaşkanımızındır. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu konunun görüşülmesini arzu ettiğini ve gündemde böyle bir yer olduğunu söylemeliyim."
''ORADAKİ KONUŞMALAR ORADA KALIR''
Arınç, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu'na bakıldığında, "tüm konuşmaların, kayıtların hiçbir şekilde açıklanamayacağı hükmünün bulunduğunu" belirtti. "Yani, oradaki konuşmalar orada kalır. Oradaki dosyalar ve evraklar orada kalır. Tüm bunlar, bir gizlilik esası içinde cereyan eder" diyen Arınç, şöyle devam etti:
"Hatırlarsınız, bir gazeteci '2004 yılında şöyle bir karar alınmıştır' diyerek bir kararı açıkladığı zaman, onun hakkında dava açıldığını biliyorum. Sonuçlanmamış olabilir ama kanun böyle yazıyor. Sadece Milli Güvenlik kararları, yani Genel Sekreterlikte muhafaza edilen kararlar, talep üzerine Milli Güvenlik Kurulu karar verdiği takdirde açıklanabiliyor. Bunun birkaç örneği de geçmişte görülmüştür. Burada, Hükümetimizi ilgilendiren konu, 'Milli Güvenlik Kurulu devletin milli güvenlik siyasetinin tayin, tespit ve uygulanmasıyla ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusunda görüşlerini Bakanlar Kurulu'na bildirir' diyor. 'Kurulun devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin sağlanması, korunması, bu hususlarda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar da Bakanlar Kurulu'nda değerlendirilir' diyor."
''LEGAL GÖRÜNÜMLÜ İLLEGAL YAPILANMA''
Geçmişte Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısının da farklı olduğunu, Anayasa'daki hükmün de farklı olduğunu ifade eden Arınç, "En son demokratikleşme paketlerinde ve 12 Eylül 2010 referandumunda kurul üyelerinin profili de değişti. Bu alınan kararların da ne şekilde hükümet tarafından ele alınacağı da bir hükme bağlandı" diye konuştu. Arınç, şunları kaydetti:
"Dolayısıyla, burada 'paralel yapı' şeklinde bir ifadenin yanlış olmadığını da söylemeliyim. Çünkü, yayınlanan bildiriyi biliyorum, siz de biliyorsunuz. Burada birkaç konuya dikkat etmek lazım. Bir: Legal görünümlü illegal yapılanma. Yani, bu hukuk tabiridir. Bunu herkes açıklamak veya anlayabilme kapasitesine sahiptir. Bir kuruluş vardır ki yasaldır ancak yaptığı işler, bu görüntünün aksine devletin, hükümetin ya da kurulu düzenin aleyhinedir. Ayrıca doğrudan doğruya illegal yapılanmalar vardır. Onlar, yasa dışı örgütler olabilir. Onlarla bir mücadele... Bütün bunların içerisinde de eğer devletin içeresinde farklı bir yapılanmayla, ikinci bir devlet görüntüsü verecek bir örgüt varsa bu da elbette aynı şekilde tehlikeli ve buna karşı tedbirler alınması gerekli görülmüş demektir."
"Buradaki ibareden sadece birkaç yılda Türkiye'de tartışması yapılan konularda hedef olan insanları veya topluluğu kastetmediğimiz, bir bütün olarak devletin içerisindeki bu paralel yapılanmalardan; kimisi takibat konusu olmuş, kimisi belki henüz o noktaya gelmemiş varlıkları da anlayabiliriz" diyen Arınç, devletin ve bayrağın bir tane olduğunu, bunların herkesin ortak değerleri olduğunu bildirdi.
Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Maliye varsa ikinci bir maliye, yargı varsa ikinci bir yargı, asker varsa ikinci bir ordu, emniyetimiz varsa ikinci bir emniyet yapılanması ve bunların devletin bürokrasisinden emir ve talimat almadan, kendi yapılanmaları içerisinde hiyerarşik bir düzene geçtikleri anlaşılırsa bunlar yasalarımız içerisinde suç sayılmıştır. Dolayısıyla mesela cemaatler konusunun kesinlikle ele alınmadığını söylemeliyim. Cemaatler, sosyolojik varlıklardır ve o cemaatler memleketimizde inançlı insanların, dindar insanların düşünceleri farklı bile olsa devletle kavga etmeyen, yasalarla kavga etmeyen insanların oluşturduğu birtakım sosyolojik varlıklardır. Böyle tanımlandığı ve bilindiği halde, sonradan değişmiş, farklılaşmış bir yapı içerisine bürünmüş ve yasalara aykırı eylem yapma noktasına gelmişse o zaman bunlara karşı tedbir almak devletin bekası bakımından fevkalade önemlidir. Şüphesiz, bu konuda hükümetimiz üzerine düşeni yapacaktır."
''ŞU ANDA BÖYLE BİR İHTİYAÇ İÇİNDE DEĞİLİZ''
"Sadece Sayın Cumhurbaşkanımızın zannediyorum bir yerde yaptığı konuşmada, sizler Kırmızı Kitap diyorsunuz, literatürde böyle bir şey yok" diyen Arınç, geçmişten bu yana bu kelimenin kullanıldığını söyledi. Arınç, "Bunun kanuni tabiri eğer Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ise en son 2010 yılında değiştirilmiştir" bilgisini verdi. Kendisinin o tarihte de Milli Güvenlik Kurulu'nda olduğunu anımsatan Arınç, "Milli Güvenlik Kurulu'nun görüşü alınarak ama Başbakanlık tarafından bakanlıklarla organize bir şekilde metin hazırlanmaktadır" dedi.
Arınç, "2015 yılı içerisinde de değiştirilmesinin mümkün olduğunu" ifade ederek sadece 5 yılda bir değiştirilebilir şeklinde bir kural olmadığını kaydetti.
Arınç, "Bu yıl içerisinde de hükümetimiz takdir ederse henüz bu konuyu gündeme alıp görüşmemiştir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde bir değişiklik yapılmasına ihtiyaç olduğunu Milli Güvenlik Kurulu'na götürebilir, Şu anda böyle bir ihtiyaç içinde değiliz. Çünkü, henüz değerlendirmedik" açıklamasında bulundu.
İKİNCİ PEŞMERGE GRUBUNUN KOBANİ'YE GEÇTİĞİ İDDİASI
Bir gazetecinin kuzey Irak merkezli bir haber ajansında "ikinci peşmerge grubunun Türkiye üzerinden Kobani'ye geçtiğine" yönelik haberlerin yer aldığı, haberde "Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun da kuzey Irak'ta bulunduğu bilgisinin" paylaşıldığını belirterek, bununla ilgili gelişmenin olup olmadığını sorması üzerine Arınç, "İkinci bir kafilenin gideceği veya ikinci bir askeri gücün, grubun gideceği, bu kesinlikle doğru değildir. Bu konuda bir talep de olmamıştır, bir hazırlık da olmamıştır. Türkiye tarafına bildirilen herhangi bir bildirim de olmamıştır. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarımız eğer o bölgedeyse tahmin ediyorum ki bazı gelişmeler için gitmiş olabilir. Böyle bir konuyu görüştüğünü veya bu konuda Türkiye'ye herhangi bir istemde bulunulduğunu bilmiyorum" karşılığını verdi.
''AYARLARI YOK''
Aynı gazetecinin HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in “Barışın anahtarı Kobani'dedir” açıklamasına yönelik değerlendirilmesini sorması üzerine Arınç, HDP'li bazı milletvekillerinin basın toplantısı düzenlediğini ve özellikle Önder'in, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve kendilerini çok açıkça eleştirdiğini söyledi.
Bundan üzüntü duyduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti:
"Çünkü ben, HDP içerisindeki bazı milletvekillerinin samimi olarak çözüm sürecini istediklerini biliyorum. Büyük bir kısmının ise böyle bir görüntüde olmadığını hatta ne olup bittiğinden bile haberdar olmadığını, farklı etkiler altında kalabildiğini de biliyorum, kendileriyle görüştüğümüz için. Ama netice itibarıyla HDP siyasi bir partidir, onun milletvekilleri vardır ve bu konunun içerisinde İmralı ile Öcalan ile görüşmeler yapan bazı milletvekillerinin olduğu da bütün kamuoyunun malumudur. Adalet Bakanlığımızın izniyle bazen isimler değişmek suretiyle, bazen iki kişi mi, üç kişi mi gidecek noktası, farklılık gösterebilmektedir. Üzüldüğüm şey şudur; HDP'li bazı milletvekilleri zaman zaman hakaret, zaman zaman tehdit, zaman zaman şantaj yapma haklarını kendilerinde görüyorlar. Ayarları yok, nerede ne söyleyeceklerini hiçbir zaman düşünerek hareket etmiyorlar. Ama kendileri küçücük bir eleştireye uğradığı zaman da yine bas bas bağırmaya devam ediyorlar. Eleştiri sizin için az bile, eleştirinin en ağırını sizler için yapacağız. Bunlara tahammül göstereceksiniz. Çok yanlışlarınız var, bu yanlışlardan dolayı bize bağırıp, çağırmak yerine kendinize dönüp bir bakmanız lazım."
''O İŞ AYRI BU İŞTE AYRIDIR''
Başbakan Davutoğlu'nun ısrarla "kamu güvenliği ve kamu düzeni, halkımızın rahat, huzurlu ve mutlu yaşaması bizim için asıldır. Bu hiçbir zaman çözüm sürecinin karşılığı değildir" ifadelerini kullandığını hatırlatan Arınç, çözüm sürecine önem verdiklerini ve bunu Türkiye için hayati buldukları bir konu olduğunu vurguladı. Arınç, "Ama bu proje olacak diye öldürmeler, yakıp yıkmalar, halkımızın yolunun kesilmesi, sorgulanması hiçbir zaman düşünülemez. O iş ayrı bu işte ayrıdır. Orada hiçbir asayişsizlik ve hiçbir terör olayı olmayacak ki Milli Birlik Kardeşlik Projemiz alabildiğince büyüsün ve gelişsin" diye konuştu.
Görevi itibarıyla bölgedeki valilerden raporlar aldığını dile getiren Arınç, bir validen gelen bilgi notunu da paylaştı. Arınç, şunları söyledi:
"Size orta ölçekli bir vilayetin valisinden gelen bilgi notunu okuyayım; '1-31 Ekim tarihlerinde ilimizde çözüm sürecini etkileyen olaylar sunulmuştur. İlimiz merkez ve ilçelerinde 98 defa yol kesme ve kimlik kontrolü yapma teşebbüsünde bulunulmuştur. Bu eylemlerde 25 bin 281 molotofkokteyli, bin 12 havai fişek, 18 bin el yapımı bomba, 14 el bombası atılmıştır'. Bunlar bir ilde oluyor, 30 gün içinde. Yine bu eylemlerde, tabi bunların içinde 6-7 Ekim'deki yoğunluğu da dikkate almanız lazım, kamu kurum ve kuruluşlarına ait 58 bina ve 79 araçla vatandaşlarımıza ait 17 ikamet, 18 iş yeri zarar görmüştür. 3 vatandaşımız, 20 polis memuru ve bir geçici köy korucusu yaralanmıştır. Bu ilde ölüm olmadı, başka illerde ölüm de oldu. Yapılan operasyonlarda 27 kaleşnikof marka silah, bir av tüfeği, bir el yapımı tüp bomba ve devam ediyor, 'bunlar da bulunmuştur' diyor. Bu ilimizdeki olaylar sadece 1-31 Ekim tarihleri arasında değil, geçmişten bu yana devam ediyor. Bazen çok azalıyor, bazen artıyor bazen de orta ölçekte oluyor."
''ŞOV YAPMAK BİZİM İŞİMİZ DEĞİL''
Bu olayların büyük kısmının HDP'nin “sokağa çıkın” çağrısı ve sosyal medyada bazı örgüt birleşenlerince gönderilen mesajların ardından yaşandığını belirten Arınç, şöyle devam etti:
"Bunun karşılığında HDP suçlanmıştır. HDP bu suçunu kabullenmek yerine adeta başka mazeretlerle, alay eder gibi bir tavır içerisine girmiştir. 40'tan fazla canın hayatını kaybettiği bu olaylardaki sorumluluklarını inkar etme yoluna gitmişlerdir. Ama bu sefer 1 Kasım'da da yine 'sokaklara çıkın' çağrısıyla bu olayların benzerlerinin tekrarlanabileceği gibi bir endişe doğurmuşlardır. Allahım saklasın, Türkiye bunların her gün 'sokağa çıkın' çağrısıyla canlar ve mallar zarar görecekse, böyle bir süreçten bahsetmek garip olmaz mı? Bütün bu olayların pek çoğunda HDP il ve ilçe örgütleri baş at rolü oynamıştır. Bazı olayların içinde HDP milletvekilleri bizzat bulunmuşlardır. Biz, partilerin kapatılması taraftarı değiliz. Partilerin kapatılmasını imkansız hale getiren anayasa değişikliğine biz 'evet' oyu verirken BDP'li veya o zamanki DTP'li hiçbir milletvekili oylamaya katılmamıştı. Ama düşünün bu tür olaylarda baş at rolü oynayan bir siyasi parti demokratik ülkelerde bile hayatiyet bulamaz. Burası Türkiye, biz yaşasınlar istiyoruz. O siyasi partilerin mensupları bireysel suçları bakımından yargılansın ama parti zarar görmesin istiyoruz. Ama bunu istismar etmeye de kimsenin hakkı yoktur. HDP'nin il, ilçe başkanları, KCK'sı KDK'sı bilmem nesi, hepsi bu işlerin içerisinde ön planda rol alırken biz onları sadece eleştirmiş oluyoruz. Onlar da bize karşı ağızlarına gelen her türlü hakareti savuruyorlar. Bu üsluplarına devam ederse kendileri bilir. Sürecin ne kadar zararlı sonuçlara yol açabileceğini ve bundan kimlerin daha çok zarar göreceğini milletvekili olduklarına göre herkesin çok iyi bilmesi lazım. Biz, Milli Birlik ve Kardeşlik Projemizin devam etmesi için sabır gösteriyoruz, bir. İtina gösteriyoruz, iki. Yapılabilecek işlerin azamisini yapmaya çalışıyoruz, üç. Ama şov yapmak bizim işimiz değil veya hakaret, tehdit etmek bizim işimiz değil. İllegal yapılanmalara destek vermek, güç vermek bizim işimiz değil. O yüzden o arkadaşlara buradan tekrar rica ediyorum, siz kendinize bir bakın, üslubunuza, yaptıklarınıza bir bakın, bunların gerçekten çözüm sürecine katkı sağlayıp sağlamadığı konusunda bir kendinizle muhasebeleşin. Ondan sonra gerekiyorsa bize söz söylersiniz."
''HİÇBİR EK GÜVENLİK TEDBİRİ KONUŞULMUŞ DEĞİL''
Arınç, bir gazetecinin, toplantıda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki milletvekillerinin, bölgedeki güvenlik önlemlerini artırılması taleplerinin gündeme gelip gelmediğini sorması üzerine, şunları söyledi:
"Bir gazetede İçişleri Bakanı Efkan Ala'ya atfen bir haber yer alıyor: 'Alan hakimiyetini kaybettik'. Çok çirkin bir şey. Ben o toplantıda 6 saat boyunca hiç ayrılmadan duran, kendime ait soruları cevaplandıran, değerlendirme yapan bir arkadaşınız olarak, ama bu içeriden bir duyum gibi naklediliyor. Onu bir bakan söylerse büyük bir suç işler. 'Alan hakimiyetini kaybettik' ne demek böyle bir şeyi kim kabullenebilir. Bütün güvenlik güçlerimiz görevlerinin başındadır. 6-7 Ekim'de yaşanan olayların farklı izahı vardır. Oradaki eksiklik görülürse o eksikliklerin giderilmesi için de 4 kanun tasarısını Meclis'e sevk edildiğini ifade ettim. Orada bunları tamamlayabilecek, polisin veya emniyet, kolluk güçlerinin daha etkin çalışmasına imkan verecek düzenlemeler olacak."
Arınç, başka bir gazetenin 6-7 Ekim olaylarına hükümeti zora sokmak için müdahale edilmediği iddialarına ilişkin ise mülkiye müfettişlerinin görevlendirildiğini bildirdi.
"Bu iddiaların tamamı da mülkiye müfettişlerince incelemeye alınacaktır" diyen Arınç, bu gazetenin geçmişte bazı haberlerini eleştirip tekzip ettiğini hatırlattı.
Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Buna benzer bir haber olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlar üzerinde titizlikle duruyoruz. Evet, en kalabalık oturum bizim oturumumuz oldu çünkü son yaşanan olaylarda sürecin ne şekilde etkilenip etkilenmediği, bölgede bire bir yaşanan olayların şahidi olan arkadaşlarımızın anlattıklarını ilgiyle dinledik. Burada hiçbir ek güvenlik tedbiri vesairesi konuşulmuş değil. Devletin her yerde varlığını hissettirmesi, güvenlik güçlerinin her yerde vatandaşın yanında yer alması, eşkıyaya prim vermemesi ve bu yaşadığımız olayların bir benzerinin tekrar yaşanmaması için bu varlığın bütün gücüyle ortada durması talep edilmiştir. Bu biraz psikolojik bir olaydır, biraz da şüphesiz güvenlik güçlerimizin daha etkin olaylara müdahale etmesiyle ilgili bir konudur. Kimse korkmuyor, kimse çekinmiyor. Herkes hükümetimizin en iyi şeyler yaptığından emin ve büyük bir güven içerisinde. Böyle de devam edecek."
Bakanlar Kurulu'nda, gündemlerindeki kapsamlı konuların tümünün görüşüldüğünü belirten Arınç, "Pek çoğu üzerinde kararımızı verdik. Dolayısıyla uzamış saymıyoruz, çünkü her konu enine boyuna, başta Başbakanımız olmak üzere, ilgili bakanlar tarafından konuşuluyor. Getirilen tasarılar, teklifler üzerinde hem teknik bilgiler hem de siyasi açıdan bir hükümetin yapması gereken bütün hususlar dikkate alınıyor" diye konuştu.
AK Parti için "3 Kasım"ın önemine işaret eden Arınç, 12 yıl önce, 3 Kasım 2002'de tek başına iktidar olduklarını, Türk siyasi hayatında hatta Avrupa ve dünyada pek örneği bulunmayacak şekilde kuruluşlarından 15 ay sonra girdikleri ilk seçimde tek başına iktidara geldiklerini kaydetti. Sonraki üç genel seçimde, üç yerel seçimde ve farklı konularda yapılan referandumlarda AK Parti'nin tuttuğu tarafın her zaman galip geldiğini söyleyen Arınç, başarıların birbirini kovaladığını, aralıksız 11 yıla yakın başbakanlık yapan Recep Tayyip Erdoğan'ın halk tarafından doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olduğunu, 10 Ağustos'ta yüzde 52'lik oy oranıyla büyük bir başarıya imza attığını dile getirdi.
"Şimdi artık 13'üncü yılımızın içerisindeyiz ve ümit ediyoruz ki önümüzdeki 2015 seçimlerinde de yine başarılı olacağız, halkımızın güven ve desteğini alacağız. Bu süreç inşallah çok daha uzun yıllar devam edecek, başarılı icraatlarımızı halkımızın hizmetinde yerine getirmeye gayret edeceğiz" diyen Arınç, partinin kuruluşundan bugüne görev almış ve bu görevi başarıyla ifa etmiş herkese ve her seçimde kendilerini iktidara getiren millete şükran borçları olduğunu kaydetti.
''MÜSLÜMANLAR BİRLİK İÇİNDE MAMUR BİR DÜNYADA YAŞAMA İMKANI BULSUNLAR''
Muharrem ayının önemini de vurgulayan Arınç, muharrem ayının 10'uncu gününün Müslümanlar tarafından çok mübarek sayıldığını ifade etti. Bu ay içerisinde Hazreti Hüseyin ve şehitlerin acısının yüreklerde hissedildiğini dile getiren Arınç, "On peygambere, on ikramın yapıldığı bir muharrem ayından bahsediyoruz. Dolayısıyla milletimizin ve İslam aleminin muharrem ayını, özellikle şehit edilen Hazreti Hüseyin Ehl-i Beyt'in acılarını yüreğimizde taşıdığımızın da ifade edilmesi gerekiyor. İnşallah bundan sonra bu acılar yaşanmasın ve Müslümanlar birlik, beraberlik içerisinde, mamur ve müreffeh bir dünyada yaşama imkanı bulsunlar" diye konuştu.
Bakanlar Kurulu'nda ilk sunumu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in yaptığını belirten Arınç, şunları ifade etti:
"Ermenek'te bir madende yaşanan facia sebebiyle üç bakan arkadaşımız olay gününden itibaren oradadır. Sadece Bakanlar Kurulu'na bilgi sunmak ve bu konuda yapılacak yasal ve idari düzenlemeleri takdim etmek üzere Sayın Faruk Çelik gelmişti, diğer iki bakanımız hala oradadırlar ve inşallah maden altındaki yurttaşlarımıza kavuşacağımız, bir şekilde bizi sevindirecek bir kavuşmaya, her an ulaşabilmenin heyecanını taşıyoruz. Madenlerde iş güvenliği konusu kapsamlı bir şekilde ele alındı. Teknolojinin gerektirdiği bütün çalışmalar, büyük bir fedakarlıkla, onlarca insanın gayretiyle devam ediyor. Gelinen noktayı hepimiz biliyoruz; bir taraftan suyun çekilmesi, bir taraftan da onlara ulaşabilecek mekanizmanın kurulması devam ediyor. Sayın bakanlarımız zaman zaman açıklama yapıyorlar. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda son yıllarda çıkarmış olduğumuz kanunun uygulamalar sırasında yetersiz kalan bazı hususlarını belki ilave edilmesi gereken yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Bunlar kapsamlı olarak ele alındı. Ama yasal çerçevesi içinde bugün ortaya konulan konuların hemen hemen oy birliğiyle bir an önce yerine getirilmesi kararlaştırılmış oldu."
İşin bir başka boyutuyla da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın ilgili olduğunu ifade eden Arınç, onun da Ankara'ya gelmesiyle, koordinasyon içerisinde düzenlemelerin süratle hayata geçirileceğini söyledi. Arınç, "Artık Türkiye'de bu tür maden kazalarının yaşanmaması, iş güvenliğinin azami noktaya gelmesi ve bütün riskleri ortadan kaldıracak bir çalışmaya ihtiyaç olduğu Bakanlar Kurulu'nda kararlaştırılmış oldu" ifadesini kullandı.
''KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI KANUN TASARISI İMZAYA AÇILDI''
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın "Kişisel Verilerin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı" hakkında kurula bilgi verdiğini aktaran Arınç, konunun geçmişten bu yana tartışıldığını, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunabilmesi amacıyla bir mekanizma kurulmasının AB müktesebatının da yüklediği bir görev olduğunu bildirdi. Arınç, geçmiş yıllarda yapılan tasarı çalışmalarının güncellenerek, Bakan Bozdağ tarafından Bakanlar Kurulu'na takdim edildiğini, tasarı üzerinde mutabık kalındığını, imzaya açıldığını kaydetti. Söz konusu yasanın, bu yasama döneminde çıkarılacak önemli kanunlar arasında yer aldığına işaret eden Arınç, "Bir an evvel ele alınmasını ve Meclisimiz tarafından yasalaştırılmasını arzu ediyoruz" dedi.
Kapsamlı iç güvenlik reformuyla ilgili çalışmaların tamamlandığını bildiren Arınç, şu bilgileri paylaştı:
"İçişleri Bakanımız tarafından, kapsamlı bir iç güvenlik reformu üzerindeki çalışmalar bitirildi. Bugün tartışıldı, imzaya açıldı ve TBMM'ye gönderilmek üzere karar alındı. Bunlar dört tanedir. Bir, 'Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'. Bir diğeri, 'Emniyet Teşkilat Kanunu ile Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'. Bir diğeri, 'Nüfus Hizmetleri ile Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı'. Bir diğeri de, 'Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'dır. Bunların da önümüzdeki süreç içerisinde bir an önce kanunlaştırılmasını arzu ediyoruz. Başbakanlığımız tarafından TBMM'ye bir tezkere gönderilmesi kararlaştırıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Avrupa Birliği'nin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de icra ettiği harekat ve misyonlar kapsamında yurtdışına asker gönderilmesiyle ilgili Başbakanlığımızın bir talebi oldu. Zamanı geldiğinde TBMM'de değerlendirilecektir."
''BAŞBAKAN PERŞEMBE GÜNÜ AÇIKLAYACAK''
Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci kapsamında Kasım 2014-Haziran 2015 dönemini kapsayan birinci aşamada, 36 kanun, 142 ikincil mevzuat, 39 kurumsal yapılanma çalışmasının hayata geçirilmesinin kabul edildiğini anlatan Arınç, "Birinci aşamada yer alan düzenlemelerin önemli bir bölümü TBMM'ye sevk edilmiş bulunmaktadır. Bu planda yer alan diğer yasa taslakları da Meclisimize acilen sunulacaktır" değerlendirmesini yaptı.
Bakanlar Kurulu toplantısında Ulusal Eylem Planı'nın 2015-2019 dönemini kapsayan ikinci aşamasının ele alındığını, bu çerçevede gıda güvenliğinden çevreye, toplumsal yaşamın hemen her alanında yapılacak kapsamlı düzenlemeler ve AB standartlarının dikkate alındığını söyledi. "Reform İzleme Grubu" olarak her ay bazı illerde toplantılar yapan grubun isminin "Reform Eylem Grubu" olarak değiştirildiğini bildiren Arınç, grubun ilk toplantısını 8 Kasım Cumartesi günü Ankara'da yapacağını söyledi.
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın "Milli Mayın Faaliyetleri Merkezi Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı"nı Bakanlar Kurulu'na sunduğunu dile getiren Arınç, tasarının olumlu bulunarak imzalandığını ve TBMM'ye sevk edileceğini kaydetti. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın, Başbakan Davutoğlu'nun 6 Kasım Perşembe günü açıklayacağı dönüşüm programıyla ilgili raporlar konusunda Bakanlar Kurulu'na bilgi verdiğini aktaran Arınç, "Bu hazırlanan raporlardan 9 program, perşembe günü Sayın Başbakanımız tarafından bizzat açıklanacaktır. Bunun da ekonomik çerçevede, yarınki grup toplantısında ana hatları belli edilecek şekilde, hükümetimizin atak bir çalışma içerisine girdiğini söyleyebilirim" diye konuştu.
''TÜRKİYE 2013'TE 40 BİN YASADIŞI GÖÇMEN YAKALADI''
İstanbul Boğazı'nda kaçakları taşıdığı tahmin edilen teknenin alabora olması sonucu hayatını kaybeden 24 kişinin cesedine ulaşıldığını, Afganistan uyruklu 6 kişinin kurtarıldığını hatırlatan Arınç, sözlerini şöyle devam etti:
"Bu bir insanlık faciasıdır. Çok zor bir iştir. Sadece mülteciler değil kaçak ve göçmen işçiler de, dünyanın neresinde olursa olsun, özellikle müreffeh ülkelere gidişte bu tehlikeleri yaşamaktadır ve birtakım vicdansız insanlar bunları istismar etmektedir. Maalesef önlemek için bütün çalışmaları yapıyoruz. Şu aldığım rakamlara bakarsak, Türkiye'de 2013 yılında yakalanan yasadışı göçmen 39 bin 980'dir, neredeyse 40 bin kişidir. Bunlardan ülkelerine gönderilen yasa dışı göçmen de 25 bin civarındadır. 15 bini bir şekilde gönderilememiştir. Bu konuda Geri Kabul Anlaşması imzalanmıştır. Bunun yürürlüğü eş zamanlı olarak AB üyesi ülkelerle takip edilmektedir. Şu anda 27 ilde bulunan Geri Gönderme Merkezlerinin toplam kapasitesi 2 bin 166 kişidir. Halen buralarda sınırdışı edilmek üzere bin 675 yabancı bulunmaktadır. Bir kanun değişikliğiyle göç müdürlükleri de kuruldu. Ama yasadışı yollardan Türkiye'yi terminal olarak kullanmak ve başka ülkelere gitmek için hayatlarını hiçe sayan, bir takım vicdansız insanların elinde hayatları zayi edilmiş pek çok insan da bulunmaktadır. Bununla ilgili olarak adli soruşturma başlamış durumdadır."