Güncelleme Tarihi:
Buhara, Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihî şehirdir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları, çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır.
Mâverâü’n-nehr'in çok sayıda şehri, kasabası, nahiyesi ve köyü olmasına rağmen bunların en gözde ve tanınmış olanı Buhârâ’dır. Müslümanlar buraya “Fâhire” (kıymetli/değerli) derler ve doğunun “Kubbetü’l-İslâm”ı olarak kabul ederler. Buranın İslâm âlemindeki yeri, Medine ve Bağdad gibidir. Şehir ve etrafı, burada yetişen âlim ve fâkihlerinin nûruyla aydınlanmış, en nadide yüce şahsiyetlerle süslenmiştir.
Bölgenin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Buhârâ, efsanelerle karışmış kadîm bir tarihe sahip olup, en-Narşahî’ye nazaran ilk sâkinleri Türklerdir. Aynı müellif, efsanevî Turan padişahı Afrasyab’ın (Alper Tunga) zaman zaman Buhârâ’da ikamet ettiğini, mezarının dahi bu şehirde bulunduğunu kaydetmiştir ki bu rivayetler bölgedeki Türk varlığının çok eskilere dayandığına işaret etmesi bakımından önemlidir.
Sadece kadîm tarihiyle değil, fizikî ve coğrafî yapısı; sanatsal ve mimarî dokusu; sûr ve kalesi; sulama kanalları; ekonomik, zıraî ve ticarî potansiyeli; köşk, saray ve pazarları ve yetiştirdiği âlim ve sanatkârları ile de her dönemde kendisinden söz ettiren Buhârâ, uzun yıllar Akhunlar, Göktürkler ve Türgişler gibi Türk devletlerinin hakimiyetinde kalmıştır. Mâverâü’n-nehr’in en önemli kültür ve medeniyet merkezi hâline gelen şehir, söz konusu devletlerin inhitat dönemlerinde yaşanan siyasî kargaşa ve otorite boşluğunda bile bu yapısını muhafaza etmiş, bölgede hüküm süren çoğu Türk kökenli mahalli hükümdarların veya beylerin idaresinde bölgenin en önemli şehirlerinden biri olma özelliğini sürdürmüştür.