Bugünkü maçı, bize zehir etmeyin...

Güncelleme Tarihi:

Bugünkü maçı, bize zehir etmeyin...
Oluşturulma Tarihi: Haziran 04, 2005 00:00

Bugünkü Türkiye- Yunanistan milli maçını kendilerini göstermek için kullanmak isteyecek gruplara bir çift lafımız var : Yapmayın. Hem kendinizi, hem de ülkemizi hırpalamayın. Bir lafımız da, tribünlere: Eğer bazı gruplar siyaset yapıp, bu maçı Türk-Yunan savaşına dönüştürmek isterlerse, onları protesto edin. Susturun...Bugünkü maç, ne yöden bakarsanız bakın son derece önemli.            Kazananın finale kalma şansı artacağından dolayı, sportif yönden hayati bir karşılaşma olacak. Ancak, olayın bir de siyasi yönü var...            Mutlaka görmüşsünüzdür, Türk ve Yunan basının önde gelen isimleri bir araya geldiler ve bir çağırıda bulundular: Bugünkü maçı siyasi gösteriye dönüştürülmemesini istediler.            Ben daha da ileriye gideceğim.            Bu maçta, konuğumuz olacak Yunanlıları ve Yunan Milli takımına kötü muamele yapmak isteyenler seslenmek istiyorum:            “Belki kendinizi göstermek isteyebilirsiniz. Siyasi parti veya derneğinizin reklamını yapmak için bu maçı kullanabilirsiniz. Ancak unutmayın ki, bu tutumunuzla ülkemize inanılmaz bir zarar vereceksiniz. Bütün dünya’nın gözü bugünkü maçta olacak ve haksız şekilde, Türklerin barbar olduklarını haykırmaya hazırlananların sayısı çok fazla...”            Yunanlıların geçen maçtaki tutumları, Türk taraftarı ve Milli takımına karşı olumlu tutumunu düşünürseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.            Unutmayalım ki, bu bir siyasi gösteri değil, bir futbol maçıdır. Yenmekte, yenilmekte var.             Bir çağırımda tribünlerdeki diğer seyirciye:            “Eğer benimle aynı görüşteyseniz, bugünkü maçta ülkenize sahip çıkın. Sadece Milli marş söylemekle yetinmeyin. Maçı siyasi savaşa dönüştürmek isteyecek grupları protesto edin. Onları susturun.” AB OLMASA, BUNLARI TARTIŞAMAYACAKTIK            Bazılarımız Avrupa Birliğinden çok rahatsız oluyorlar. AB olmasa ne kadar rahat edeceğimizden söz ediyorlar. Bunu da, milliyetçilik kısvesi altına sokup söylüyorlar. Onurlu ilişki sloganıyla ,kamu oyuna satıyorlar.            Oysa, şöyle bir düşünelim...            Eğer Avrupa Birliğinin getirdiği düşünce şekli veya zorlama olmasaydı, acaba bugün gündeme oturan konuları tartışır mıydık ?            Nazım Hikmet’in şiirini okuduğundan dolayı tutuklanma tehlikesi geçiren genç çocuğun  başından geçenler, gazetelerin ilk sayfalarına çıkarmıydı ?            Kesinlikle HAYIR...            Genel yaklaşım “Kardeşim o çocukta komünist bir herifin şiirini okumasaydı! “ olurdu. Yani eski alışkanlığımızla hareket ederdik...            Peki, AB’nin gözleri üzerimizde olmasa, Ermeni konferansı böylesine büyük gürültü koparır mıydı ?            Söz konusu değil.            Genel yaklaşım “Ulan ukala herifler. Resmi söylemin dışına çıkarsan tabii ki yersin tokadı...Susun oturun be kardeşim.” olurdu. Hoş şimdi de genel yaklaşım belki farklı değil ancak, karşıt düşüncedekiler görüşlerini bağıra çağıra söyleyebiliyorlar ve medyamız da bunu korkmadan veya eski alışkanlıklara uymadan yayınlıyor.            AB‘nin getirdiği genel yaklaşım yaygınlaşmasa, Eğitim- Sen kapatıldığında, bugünkü gibi protestolar çıkar mıydı ?            Hayır. Belki duymazdık bile...            Sorarım size, AB olmasa Zana’lar hapisten çıkmış, Öcalan yeniden yargılanma sürecine girmiş, İşkence yapmaktan , eski Susurluk örneklerini tekrarlamaktan kaçınılır olunur muydu?            Neredeee...             AB’nin yaydığı Kopenhag kriterlerine uyum rüzgarları esmese, bugün hala eski günlerdeki gibi yaşıyor olacaktık.            Bol kepçe işkence, İnsan Hakları ve Fikir Özgürlüğünün önemsenmemesi, Kürt sorununda olduğumuz yerde sayma, buna bağlı olarak ülkede derin bir gerilim içinde yaşıyor olurduk. Bir ülkede böylesine gerilim olduğunda da, ekonomisi hiçbir zaman düzlüğe çıkamaz.            Bütün bunları düşündüğümde,” iyi ki Kopenhag Kriterleri varmış” diyorum... 60 YILDIR TÜRKİYE’ NİN DEĞİŞTİĞİNİ BİLMEYENLER VAR!            Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı. Mehmet Barlas başta olmak üzere, birçok meslekdaş konuyu aynı açıdan işlediler. Ancak dayanamadım, ben de tekrarlayacağım.            Haberlere göre, Filipinlerin ormanlık Mindanao adasında, 2 inci dünya savaşında Japon ordusundan kaçan iki asker (biri 85, diğeri 87 yaşlarında) bulunmuş.Mahkemeye çıkmaktan korktukları için saklanmışlar. Savaşın bittiğinden de haberdar değillermiş...            Türkiye’de, ormanlarda saklanmadan, aramızda yaşayan nice insan var ki, 60 yıldır bu ülkenin ne kadar değiştiğinin farkında değil.            Kendilerine bir koza oluşturmuşlar. İçine girmişler ve dışarda ne olup bittiğinin farkında dahi değiller.            Bazıları hala Fetih’leri kutluyor, diğerleri bağımsızlık savaşının sürdüğünü sanıyor. Burunlarını çıkarıp etraflarına baksalar, Türkiye’nin nerelere doğru uçmak üzere olduğunu hemen görecekler.            Birgün onlar da savaşların bittiğinin farkına varacaklar. Japon askerler gibi de hayret edecekler, ancak iş işten geçmiş olacak. GENÇLİK EDEBİYATINA KİMSE İNANMIYOR...            Eminim sizde duymusunuzdur.            Aman efendim bir methiye bir methiye.            “Türk gençliği öylesine pırıl pırıl, öylesine bilgili, öylesine ileriymiş ki...Bizlerden sonra gelen kuşaklar ülkeyi öylesine uçuracaklarmış ki...İnsan Üniversiteleri dolaştığında göğsü kabarıyormuş...”            Çok özür dilerim, ancak  göğsümüzü kabartan bu gençliğin nerede saklandığını bana söyleyebilecek birileri var mı ?            Ben çok azına rastlayabildim.            Üniversitelerde konferanslara katıldığımdaki konuşmalara, sorulan sorulara bakıyorum da, hiçbir pırıltı göremiyorum.            Hele Abbas Güçlü’nün Kanal D’deki Üniversite programlarını izledikçe moralim biraz daha bozuluyor. İki kelimeyi bir araya getiremeyen, gazete başlıklarının ötesinde bilgi sahibi olmayan, genelde komplo teorileriyle veya ideolojik saplantılardan kurtulamayan bir gençlik ile karşılaşıyoruz.            İçlerinde gerçekten pırıl pırıl olanları var. Ancak onlarda ortaya çıkmıyor veya diğerlerinin şirretlikleri karşısında çıkamıyorlar. Sesleri duyuramıyorlar.            Ben gelecek kuşaklarımızın gerektiği gibi yetiştiği konusunda kuşkuluyum. Bunun sorumluluğunu da, eğitim sistemine ve eğitimcilerimizin omuzlarına yüklüyorum.            İsterseniz bir süre kendi kendimizi gaza getirmekten vaz geçelim ve gençlerimizi gerçekten eğitelim... BİR AVUÇ GÖL Nazire Dedeman iş kadını, sivil toplum liderinden sonra bir de şairlik ekledi kartvizitine... İkinci şiir kitabı da raflardaki yerini aldı. Kitabın adı “Bir Avuç Göl”  Kitap, kızlarından bir armağan... Kızları Özlem ve Özben annelerinin 13 yıl önce yazdığı şiirlerini toplayarak kitaplaştırmış.  Nazire Dedeman, kitabını nasıl yazdığını da “Gitmek istedim, Gidemedim. Kalmak istedim, Kalamadım, Gitmeli mi? Kalmalı mı, Ortasını bilemedim, Kalakaldım...” “Hiç kendinizi keşfe çıktınız mı? İşte bu dizeleri ben, bu keşif sırasında yazdım” işte böyle antatıyor. Hadi okuyun, Nazire Dedeman’ın kendini keşfine tanıklık edin...  ÖZÜR 21 Mayıs’ta bir yazı yazmıştım. Başlığı “DYP’den istifa eden 4’ler” di. Yazımda dörtlünün “DYP bizi yönetime alacağını vaadetmişti, ancak sözlerini tutmadılar... Kendimiz için birşey istemiyoruz...” şeklindeki açıklamasını kullanmış  “Bu dört milletvekili açıkça “yeniden seçilebilmek” için AKP’den DYP’ye geçmiş, yeterince yüz bulamayınca istifayı basmış” demiştim. Dörtlerden biri olan Dursun Akdemir alınmış. Gerisini onun satırlarından aktaralım;  “Yazınızdaki “AKP’den istifa edip DYP’ye geçen dört isim Mehmet Ağar’ın listesinde yer bulamayınca yine istifa ettiler” ifadeniz ve takip eden değerlendirmenizde, şahsımı da ilgilendiren aşağılayıcı bazı hükümlere varmışınız.             Yazınızda belirttiğiniz gibi ben “AKP’den istifa ederek DYP’ye” geçmedim. Ben, 3 Kasım 2002 tarihinde, iki milletvekili çıkaran Iğdır ilinden  bağımsız milletvekili olarak seçildim. İktidar partisi dahil bir çok parti beni istediği halde, seçimden birkaç ay sonra DYP’ye geçtim. Yaklaşık 26 ay süre ile bu partide gece-gündüz ve hafta sonu demeden çalıştım.             Iğdır’ın Tuzluca İlçesinin yoksunluğunda doğup büyüyen,tıp eğitim ve öğretimi alan ve yapan, profesörlüğe yükselen, modern cerrahiyi Amerika Birleşik Devletlerindeki Mayo Kliniği ve bunun gibi tıp merkezlerine  giderek izleyip öğrenen, siyasette de  bağımsız milletvekilliğini demokratik sistemin tanıdığı siyasal fırsat eşitliğine güzel bir örnek olacak şekilde kazanmayı başaran, yaşamında insan’i ve meslek’i etik değerleri ön planda tutan ve bunu öğrenicilerine öğreten bendeniz Prof. Dr. Dursun AKDEMİR’ i anlayacağınızı ve takdir edeceğinizi umuyorum.”                               *   *   *                         (Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!