Güncelleme Tarihi:
Önceki hafta güneş tutulması, geçtiğimiz hafta deprem... Başımızı döndüren, gözlerimizi kamaştıran güneş ve Marmara'yı oyan, kahreden deprem. Son 15 gündür gündemin ilk maddesi tabiat olayları. Doğa, tartışılmaz üstünlüğünü anımsatıyor. Gelişmesi, süper teknolojisiyle kendisini dev aynasında gören insanoğlunu çaresiz bırakıyor. Ne zaman, nerede, kimleri nasıl vuracağı kestirilemiyor.
Felaket zamanlarında ancak tabiatın karşı konulamaz gücü aklımıza geliyor. İlk şok geçtikten sonra da bundan sonraki kötü sürprizlerin telaşı başlıyor. Bir fısıltı inanılmaz bir panik yaratabiliyor. Depremlerin saatini, yerini kesin olarak saptamak şimdilik mümkün değil, ama ayak sesleri duyulan, uyarılan, umursanmayan, abartılı bulunan sorunlar da var. İşte bunlardan biri kuraklık. Yeryüzünün topyekun ateşten çembere dönüşmesini yani global ısınmayı 1990'larda yazmaya başladık. Bazı gazların atmosferin koruyucu tabakası ozonu aşındırdığı, güneş ışınlarının doğrudan dünyayı kavuracağı, iklimlerin değiştiği, mevsimlerin karmakarışık olduğu, cilt hastalıklarının artacağı binlerce habere konu oldu.
Global ısınma ve kuraklık tehdidi, ‘‘Armageddon’’ gibi bilimkurgu, felaket filmlerine meraklı, çığırtkan çevrecilerin masalı zannedildi. 2000 yılına dört ay kala ise uzmanların uyarılarının hiç de palavra olmadığı apaçık ortada. Siz hiç bu denli bunaltıcı sıcaklar hatırlıyor musunuz? Sabah 08:00'de, akşam 18:00'de güneş, öğle vaktinden farksız. Anında kızartıyor, beyninize balyoz gibi iniyor. Her yaz mevsiminde ‘‘yüzyılın sıcakları’’ başlığıyla artan sıcak kurbanlarını duyuruyoruz.
İklim bir tuhaflaşıyor. İlkbahar, sonbahar, hayat bilgisi derslerimizde öğrendiğimiz gibi üç ay değil, artık üç gün de geçip, gidiyor. Dereler kuruyor, dünyanın bir köşesinden mutlaka bir sel haberi geliyor. Türler kayboluyor, yeni türler ortaya çıkıyor. ABD'nin batısındaki bir kelebeğe artık 200 km kuzeyde rastlanırken, Laos ve Kamboçya'da ‘‘çizgili tavşanlar’’ keşfedildi. Asya ormanlarda kırmızı popolu, kürkleri sarımtırak, kısa kulaklı ve kuyruklu, burnu ile sırtından siyah ve kahverengi çizgiler geçen tavşanlar dolanıyor.
Amerikalı atmosfer uzmanı Benjamin Santer, 1995'te bir BM toplantısında sera etkisi yapan gazların gezegeni kuşattığını, ısıttığını, Alaska'daki buzulların giderek eridiğini söylediğinde kıyamet koptu. Fosil yakıt kullanıp atmosfere zarar veren tüm sektörler Santer'i düşman belledi. Oysa bugün British Petroleum gibi dev şirketler de global ısınmayı ciddiye almak gerektiğini itiraf ediyor.
Sanayi Devrimi'nden bu yana atmosferdeki karbon dioksitin yüzde 30, azot oksitin yüzde 15, metanın yüzde 100 fırladığı kaydediliyor. Isının 0.5 santigradlık bir artış gösterdiği ve global ısınmanın artık resmen hissedildiği, gelecek yüzyılda 1-5 santigradlık bir artışın öngörüldüğü belirtiliyor. Uzmanlar bu artışı önemsemeyenlere 3 santigradlık global soğumanın son Buzul Çağı'na yol açtığını hatırlatıyorlar. Son 20 yılda havadaki nem oranının yüzde 10 arttığı bildiriliyor. Geceleri uyutmayan, gündüzleri bunaltan, sonbaharı özleten sıcaklar, özetle terazisini yitiren doğa koşullarından kaynaklanıyor. Santer, atmosfere zarar veren gazların tüketiminin azaltılması, ABD başta olmak üzere tüm ülkelerin önlem alması konusunda uyarıyor.
Fransız Le Figaro dergisi ‘‘Su’’ konusunu özel mercek altına alıyor ve özel ek hazırlıyor. 2025 yılında nüfus-su gereksinimini gösteren dünya haritasında Türkiye'nin su gereksiniminin yüzde 10-20 artacağı, şimdiden tasarrufa gidilmesi uyarısı yapılıyor. Deprem afeti uyarıları şaka gibi gelmişti. Şaka, gerçek oldu. Kuraklık tehdidi de şaka gibi gelebilir, ama bir gün hayatın kendisi olan su da yetmeyebilir.