Güncelleme Tarihi:
"Bence Afganistan'daki Buda heykelini kimse yıkmadı" diyor Makmmalbaf "O heykel insalıktan utanç duyduğu için kendisi yıkıldı. Dünyanın Afganistan gerçeğine karşı gösterdiği duyarsızlıktan utandı ve daha fazla dayanamadı. O dünyanın en büyük Buda heykeliydi ama milyonlarca insanı kurtarmak için büyüklüğünün hiç bir işe yaramadığını gördü."
İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf, Buda heykelinin bile utançtan yıkılmasına sebep olduğuna inandığı bu insanlık dramını olağünüstü güzel görüntüler eşliğinde ama bir o kadar da iç burkan bir 'gerçeklikle' beyazperde taşıyor.
İran'ın son dönemde yetiştirdiği önemli sinemacılardan biri olan Makhmalbaf, Kandahar'ı gerçek bir olaydan yola çıkarak çekmiş. Şöyle anlatıyor Makhmalbaf "Bir gün Kanada'ya kaçmış olan bir Afganlı kadın bana geldi. Kandahar'daki bir arkadaşından çaresizlik dolu bir mektup aldığını ne pahasına olursa olsun oraya gidip arkadaşını kurtarmak istediğini söyledi. Kadın benim de onunla birlikte gidip bu yolculuğun filmini çekmemi istiyordu. Onunla gidemedim ama daha sonra Afganistan'a gizlice girerek ülkede yaşananları gördüm."
Katı gerçekliği şiirsel bir üslupla anlatan filmleriyle tanınan Makhmalbaf, İranlı bir gazetecinin Kahdahar'la ilgili sorularını cevapladı:
- Kandahar adını taşıyan bu çalışmanız Afganistan üzerine uzun süreden beri çekilmiş ilk film oldu. Böyle bir projeyi hayata geçirmenizin sebebi neydi.
- Pakistan- Afganistan sınırında olup bitenler ve ülkenin kuzey kesiminde hüküm süren Ahmed Şah Mesut ile ilgili bir takım belgeseller yapılmıştı. Benim The Cyclist (Bisiklet) adlı çalışmam da İran sınır kesimine sürgüne gönderilen bir Afgan'ın öyküsünü anlatıyordu. Afganistan bundan 250 yıl önce İran'a aitti. 80'li yıllarda Sovyetler'in işgali ve ardından Taliban'ın iktidara gelmesiyle 6 milyon Afgan insanı ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bunlardan 2. 5 milyonu ise İran'da mülteci olarak yaşamaya başladı. Günlük yaşamımızda bu insanlarla sık sık iletişim kuruyoruz. Çoğu işçi kesiminde.
Bir gün Kanada'ya mülteci olarak yerleşmiş bir Afgan kadını beni görmeye geldi. Kandahar'daki zorlu koşullar yüzünden intihar etmek isteyen bir arkadaşından çaresizlik dolu bir mektup almıştı. Afganistan'a dönmeyi ve ne pahasına olursa olsun arkadaşına yardım etmeyi istiyordu. Kendisiyle birlikte gitmemi ve yolculuğunu filme çekmemi istedi.
- Onunla gittiniz mi?
- Hayır ama daha sonra gizlice Afganistan'a girerek ülke halkının içinde bulunduğu dramatik yaşam koşullarını kendi gözlerimle gördüm. Afganistan'daki ekonomik, politik ve askeri durumla ilgili binlerce sayfadan oluşan belgeyi taradım. Ayrıca edebi yapıtları okuyup belgeselleri de izledim. Ancak O Afgan kadınının Kandahar'a yaptığı yolculuk senaryomun temel noktası olarak kaldı. Elbette ki kendi hayal gücümü ve ulaştığım diğer bilgileri de ekledim. Yaptığım tek değişiklik ise intihar etmek isteyenin arkadaşını küçük kızkardeşe çevirme yönünde oldu.
- Diğer karakterler gerçek mi yoksa kurmaca mı?
- Genelde hepsi gerçek. Örneğin durumdan ciddi kuşkular duymaya başlayan Amerikalı militan gerçekten var.
- Filmin ana karakteri olan Nafas sizce ne anlam ifade ediyor?
- Kanada'da daha iyi bir yaşamı keşfemiş Afgan kadınını simgeliyor. Ülkesine dönmeyi hep istemiş ama ortalama bir Afgan kadınının düşünce yapısını taşımadığı için bunu yapamamış. Çünkü bir Afgan kadını erkeğin hareminin üyelerinden birisidir. Nafas sözcüğü Afgan dilinde soluk anlamına gelir ve ülkede yaygın olarak kullanılan kadın isimlerindendir. Afgan kadınlarının giydiği ve vücutlarını boydan boya örten giysiye burka adı verilir. Bu giysi onların soluk almasını ve özgürleşmesini önleyici niteliktedir.
- Filmin formatının nasıl olacağını hangi aşamada belirlediniz?
- Bu filmi bir tür seyahat rehberi gibi görebiliriz. Formatının nasıl olacağını senaryoyu yazarken belirledim ve çekim aşamasında geliştirdim. Örneğin evlilik sahnesi spot şeklinde yapıldı. Sokaklarda burkalarına sarınmış olarak gezinen Afgan kadınlarına baktığınızda estetik bir uyum görürsünüz. Ancak bu uyum sadece yüzeydedir. Burkaların altında ise soluk alamama, boğulma vardır. Bunun tuhaf bir çelişki olduğunu düşünüyorum. Fiziksel güzelliklerini gösterme hakkının olmadığı bir ortamda kadınlar o giysilerinin güzelliğini kullanmak durumunda kalıyorlardı.
- Filmin sonlarına doğrdu ses unsurunun kullanım biçimi ve hatta yönetim tekniği Pasolini'nin çalışmalarını hatırlatıyor.
- Br evlilik töreninde adeta mırıltı şeklinde söylenen o şarkılar gerçekten de tuhaf şarkılar izlenimi veriyor. Bir evliliği kutlamak için böylesine üzüntülü şarkılar söylendiğini hiç duymamıştım.
- Afganistan'ın bugün içine düştüğü durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Afganlar sık sık geçmişleriyle çatışmak durumunda kaldılar. Tıpkı iran'daki Rıza Şah dönemi ya da 30'ların Türkiye'sindeki Atatürk dönemi gibi. Amanollah ülkesinde bazı gelişmeler sağlamak için çabaladı ama çok büyük bir direnişle karşılaştı. Bu ülkenin modern uygarlıa karşı direnme konusunda adeta aşılanmış olduğunu söyleyebiliriz.
21. yüzyılın başındaşızs ama Taliban'ıng örüntüyle ilgili bir problemi var. Bu ülkede sinema yok, televizyon yasak.
1996 yılında Taliban'ın emriyle Katoul'daki büyük bir kütüphane içindeki bulunan 55 bin kitapla birlikte toprağı altına gömüldü. Birleşmiş Milletler tarafından açıklanan raporlara göre ülkede 1 milyan insan her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Milyonlarca insan mayına basarak kolunu bacağını kaybetti. Tüm bu gerçeler varken dünya ne yaptı. Buddha heykellerinin imha edimesine odaklandı ve Buddha'nın kaderini oradaki insanların kaderinden üstün tuttu.
Bu konuyla ilgili geniş bir araştırma yaptık. Bunu yakında Afganistan: İmajsız Kalmış Bir Ülke başlığıyla yayınlayacağım.