Güncelleme Tarihi:
Rondos, Etiyopya’dan Kahire’ye, Gürcistan’dan Batı Şeria’ya dünyanın dört bir köşesinde, Katolik ve Ortodoks insani yardım kurumları çatısı altında yaptığı çalışmalarla tanınıyor.
Dünya Bankası’nda borçlu ülkeler danışmanlığı yaptıktan sonra, 1998’de Papandreu’nun ekibine katılmış. Yunanistan’a geldikten sonra Atina hükümetinin “Özel Temsilci ve Özel Elçi”si olarak görev yapan Rondos, birçok çatışma alanında çözüm arayışlarına katkıda bulunmuş.
Sırbistan’ın demokratikleşme çabalarında ve Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde çok önemli bir rol oynamış. Hatta Yunanistan’ın Makedonya’yla yaşadığı isim sorununa çözüm olarak ortaya atılan “Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti” (Former Yugoslavian Republic of Macedonia – FYROM) terimini bulan kişi de Rondos.
Dahası 2008 yılında Gürcistan-Rusya savaşı sırasında Tiflis hükümetine danışmanlık yapmış.
ZEYTİN DALINI UZATANLARDAN BİRİ O
Ancak Rondos’un Türkiye için en büyük önemi, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra Yunanların deprem bölgelerinde arama-kurtarma ve yardım çalışmalarına destek vermesiyle başlayan, Cem ile Papandreu’nun birlikte barış güvercinleri uçurdukları zamanlara uzanan ve ikili ilişkilerde bir dönüm noktası olarak görülen “yakınlaşma süreci”nin fikir babalarından biri olması.
YAKINLAŞMA SÜRECİNİN UNUTULMAZ KARELERİ / FOTO GALERİ
Aktif olarak bir devlet kademesinde yer almasa da Papandreu hükümetinin dış politikasının Rondos’un izlerini taşımaya devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla Yunanistan’ın uluslararası alandaki hamlelerini anlamak açısından, Rondos’un analizleri çok önemli. Özetle Rondos, Yunanistan’ın kara kutusu.
Kendisiyle masaya oturduğumuzda, "Ben bir sade vatandaşım. Bu söylediklerim tamamen kendi görüşümdür, politikaları ben belirlemiyorum" diye uyarılarını arka arkaya sıralasa da konuşurken hala diplomatik bir tavırla, tedbirli açıklamalar yapması dikkatten kaçmıyor.
EGE’DE ÇÖZÜMÜN YOLU…
Rondos’a göre Türk-Yunan ilişkilerinde yakınlaşmanın kalıcı bir çözüme dönüşmesinin tek bir yolu var: İlişkilerin askerden arındırılması. Bunun için ilk adımı “büyük ülke” Türkiye’nin atması gerektiğine inanıyor. İlk aklına gelen somut öneriler ise “Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki 30 bin askerini çekmesi” ve “kıta sahanlığının ihlalini otomatikman savaş sebebi olarak gören yasayı yürürlükten kaldırması”.
Ancak elbette Rondos’un söyledikleri bununla sınırlı değil. İşte röportajdan dikkat çeken satır başları:
Yeniden yakınlaşma sürecini başlattığınız 1999 yılının siyasi ortamıyla bugünü kıyasladığınızda aradaki farklar nedir?
İki fark var. Birincisi o zamanlar ilişkilerin çerçevesini AB belirliyordu. Bugün AB hala iki ülke arasında aynı konumda mı? Eğer Türkiye, AB'nin artık kendisini ilgilendirmediğini, seçenekler dahilinde olmadığını düşünüyorsa bu ilişkilerin doğasını da değiştirir.
Bence artık AB’nin iki ülke üzerindeki yaptırım gücü birbirinden çok farklı bir noktaya geldi. Artık Yunanistan ile Türkiye kendi aralarında anlaşmaları gerektiğinin farkına varmalı.
Bir kenarda oturup Türkiye AB’ye üye olursa bir şeyler olacak diye beklemekten vazgeçmeli. Çünkü Türkiye bir noktada ‘Biz AB’yi istemiyoruz’ diyebilir Aynı şekilde Avrupa da Türkiye’yi istemediğini söyleyebilir. Bana kalırsa AB’yi denklemde tutmaya zorlamaya çalışmamak lazım. Bence Türkiye AB’ye girmek istemiyor, gelecekle ilgili farklı planları var.
İkincisi o dönemde ekonomik kriz yaşayan ülke Türkiye'ydi. Şimdi durum tersine döndü.
Bunun dışında, kıta sahanlığı, Kıbrıs gibi gibi, temel meseleler hala geçerli. Öte yandan Türkiye’nin yakın zamanda azınlık vakıflarının mallarını iade kararı alması çok ilginç ve çok önemli bir adım.
Konferansta sizin de katıldığınız panellerde, Yunanistan’ın artık Türkiye’yi ilgilendirmediği söylendi. Diğer tarafta durum nasıl? Türkiye hala Yunanistan’ı ilgilendiriyor mu?
Elbette. Siz tarihsel bir ilişkimiz olan, sorunlarımız olan, çok büyük bir komşumuzsunuz. Yunanlar hala Türkiye'den bir tehdit gelebileceğine inanıyor. Dolayısıyla Türkiye bizi çok yakından ilgilendiriyor. Türkiye’nin başka sorunları da olabilir. Bence bu coğrafi özellikleri ve büyüklüğü ile diğer meseleler düşünüldüğünde çok mantıklı.
Bizim her yıl milli gelirimizin önemli bir yüzdesini askeri harcamalara yatırmamızın tek sebebi Türkiye. Yunanistan, Türkiye askeri harcama yaptığı için yapıyor. Ancak Türkiye’nin ordusu olmasının sebebi Yunanistan değil. Dolayısıyla karşılıklı adımlar beklemiyorum. Ama açık söylemek gerekirse, nihayetinde silahsızlanmada asıl kazanan Yunanistan olacaktır. Bu hem gerçekçi, hem de olası bir durum.
Yakın zamanda, özellikle doğalgaz arama çalışmaları dolayısıyla Doğu Akdeniz’de bir askeri çatışma bekliyor musunuz?
Kesinlikle hayır. Ancak Türkiye’den gelen agresif açıklamalar beni çok şaşırttı. Bu açıklamaların, Yunanistan’da ve başka yerlerde, birilerini kızdırmak dışında, amacına ulaştığını düşünmüyorum. Birçok insan da çok şaşırdı.
Daha sonra Papandreu, Erdoğan’ı arayarak itidal çağrısı yaptı…
Papandreu’nun Erdoğan’ı arayıp, müdahale etmek için bir yol bulmuş olmasından dolayı çok memnunum.
Türkiye ile Kıbrıslı Rumlar arasında yaşanan bir sorunda Yunanistan’ın dışarıda kalması mümkün mü ki?
Gerçekçi olalım, biz bu ilişkilerde çıkarı olan taraflardan biriyiz. Dolayısıyla bir şekilde dahil oluyoruz. Yapıcı bir şekilde ilişkilere dahil olmak bizim çıkarımıza. Çatışmaya ihtiyacımız yok. Yapılacak ilk şey, Papandreu’nun taraflarla teker teker görüşmesidir. Daha sonra üçüncü taraflarla da görüşülebilir. Ancak Papandreu’nun bu safhada arabuluculuk yapma noktasında olduğunu düşünmüyorum. Papandreu hem Hristofyas’la hem de Erdoğan’la düzenli olarak görüşüyor. Tansiyonun düştüğünü görmek bizim çıkarımızadır.
Bu konuda etkin bir rol oynayan Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB Dönem Başkanı olması durumunda da Brüksel’le Ankara arasında yaşanması muhtemel krizin çözümünde rol oynayabilir mi?
Birincisi, Yunanistan sırf Türkiye’nin tehditleri dolayısıyla böyle bir şeye girmeyecektir. Bazen bu durumlarla başa çıkmanın yolu tehdidi olduğu gibi bırakmaktır. İkincisi,Egemen Bağış çok yakından tanıdığım bir insandır, ancak Avrupa’yı boykot etme fikrini tuhaf buluyorum. Bana pek anlamlı gelmiyor.
Türkiye gibi büyük bir ülkeye, ‘Topumu alır giderim’ tarzı bir yaklaşımın yakışmadığını düşünüyorum. Tam da bu yüzden, Yunanistan neden devreye girsin ki? Ben zaman zaman insanların söylediği bazı şeylere yanıt verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Zira zamanı gelince böyle şeyler unutuluyor.
Yunanistan’ın şu an yaşadığı ekonomik kriz de düşünüldüğünde, ikili ilişkilerde 10 yıl sonra neler olunmasını beklersiniz?
Ben Yunanistan’ın içinde bulunduğu bu krizden ekonomik açıdan daha liberalleşmiş, daha iyi yönetilen, daha rekabetçi bir ülke olarak çıkacağına inanıyorum. Bu da Türkiye’yle daha fazla ticaret, daha fazla ortak yatırım anlamına geliyor.
İkincisi, Ege Denizi çevresindeki turizmin ortak bir pazara dönüşeceğine inanıyorum. Yunanlar ve Türkler teknelere binip günübirliğine, hafta sonu için karşı tarafa geçecekler. Bizim Avrupa’da uyguladığımız bu saçma vize kuralları olmasa şimdiden böyle şeyler yapılabilirdi.
Üçüncüsü, Türkiye’nin de dinamizmi bu şekilde sürerse, ben halihazırdakinin çok üzerinde ciddi bir ekonomik işbirliği görüyorum.
Son soru: Filistinlileri BM’deki girişimlerinde, Yunanistan Genel Kurul’da nasıl hareket eder?
Tedbirli konuşuyorum: Yunanistan, Filistinlilerin çektiği acıları önemsemediğinden değil ama halkların devlet olarak tanınması konusunda tutarlı olmak istediğinden, yani Kuzey Kıbrıs ve Kosova örnekleri dolayısıyla bu konuya çok dikkatli yaklaşacağımızı sanıyorum. Oylamada ben olsaydım çekimser kalırdım.
Sevin Turan